Gönderi

Yaşamının Son Yıllarında Goethe İle Konuşmalar İngiliz ulusuna duyduğu büyük ilgi nedeniyle Goethe, benden burada bulunan genç İngilizleri ona zaman içinde tanıştırmamı rica etmişti. Bugün saat beşte beni ve tanıdığım kadarıyla olumlu yönlerinden kendisine bahsettiğim İngiliz istihkam subayı Bay H.’yı bekliyordu. Sözleşilen saatte oraya gittik, Goethe’nin genellikle öğleden sonraları ve akşamları oturduğu gayet güzel ısıtılmış odaya uşak tarafından alındık. Masanın üzerinde üç lamba yanıyordu; fakat Goethe orada değildi, bitişik odadan sesi duyuluyordu. Bu arada Bay H. etrafına bakınıyordu, duvarlarda tablolardan ve büyük bir dağ haritasından başka, içinde birçok dosyanın bulunduğu bir dolap gözüne ilişti, ona bu dolapta ünlü ustaların birçok deseninin ve bütün ekollerdeki en başarılı yağlıboya tabloların gravürlerinin bulunduğunu, bunları Goethe’nin zaman içinde topladığını ve onlara tekrar tekrar bakmanın kendisine zevk verdiğini söyledim. Birkaç dakika bekledikten sonra Goethe yanımıza geldi, dostça bizi selamladı. “Duyduğuma göre Almanca’da bir hayli yol almışsınız,” diyerek Bay H.’ya döndü, “sizinle herhalde Almanca konuşabilirim Bay H.” Bay H.’nın verdiği karşılık buna pek memnun olmadığını gösteriyordu, Goethe oturmamızı rica etti. Bay H., kişilik olarak Goethe üzerinde iyi bir etki bırakmış olmalı ki, bugün yabancı konuğa gösterdiği büyük nezaket ve hoşgörülü sabır gerçekten güzeldi. “Almanca öğrenmek için buraya gelmekle,” dedi, “çok iyi yaptınız, yalnızca dili kolay ve çabuk öğrenmekle kalmayacak, aynı zamanda burada bulunan havayı, suyu, yaşam tarzını, gelenekleri, toplumsal ilişkileri, ruh hali gibi şeyleri de düşünce dünyanızla birlikte İngiltere’ye götüreceksiniz.” “Şimdilerde İngiltere’de,” diye karşılık verdi Bay H., “Almanca’ya karşı büyük ilgi var ve bu ilgi her geçen gün yaygınlaşıyor, iyi aileden gelen neredeyse hiçbir İngiliz genci yok ki, Almanca öğrenmesin.” “Biz Almanlar,” diye içten bir karşılık verdi Goethe, “bu bakımdan sizin ulusun uzdan yarım yüzyıl daha öndeyiz. Ben elli yıldır İngiliz dili ve edebiyatı ile uğraşıyorum, yazarlarınızı, yaşam tarzınızı, ülkenizin düzenini iyi bildiğim söylenebilir. İngiltere’ye gelecek olsam, kendimi yabancı hissetmem herhalde. Ama söylediğim gibi gençleriniz hem buraya gelip, hem Almanca öğrenmekle çok iyi yapıyorlar. Çünkü bundan sadece bizim edebiyatımız kârlı çıkmıyor, aynı zamanda itiraf etmek gerekir ki, şimdi Almanca’yı iyi bilen biri başka dil öğrenmese de olur. Fransızca’yı hariç tutuyorum, Fransızca sosyal alanda geçerli olan bir dildir, , herkes bildiği ve tüm ülkelerde bir tercümanın yerine imdadınıza yetişeceği için özellikle de seyahatlerde vazgeçilmezdir. Yunanca, Latince, İtalyanca ve İspanyolca’ya gelince bu ulusların en mükemmel yapıtlarını çok başarılı Almanca çevirilerinden okuyabiliriz, ayrıca özel bir amaç uğruna bu dillerin bin bir zorlukla öğrenilmesi gerekmiyorsa, bu diller için uzun zaman harcama gibi bir nedenimiz olmaz. Almanların ruhunda, yabancı olan her şeyi görme ve yabancıların kendine has özelliklerini benimseme eğilimleri vardır. Bu özellik ve dilimizin esnekliği Almanca çevirileri tümüyle sadık ve mükemmel hale getirmektedir. Genellikle iyi bir çeviri ile çok yol alındığını da inkâr etmemek gerekir. Büyük Friedrich Latince bilmezdi, ama Cicero’yu Fransızca çevirisinden bizim özgün dilinde okuduğumuz mükemmellikte okumuştur.” Sonra sözü tiyatroya getiren Goethe, Bay H.’ya sık sık tiyatroya gidip gitmediğini sordu. “Her akşam tiyatroya giderim,” dedi o da, “dili anlamak açısından çok faydalı olduğuna inanıyorum.” – “İlginçtir,” diye karşılık verdi Goethe, “işitme ve anlama yetisi ile ilgili her şey konuşmaktan önce gelir, öyle ki kısa sürede her şeyi anlayan kişi, kesinlikle her şeyi ifade edemez.” – “Her geçen gün,” diye karşılık verdi Bay H., “bu saptamanın doğru olduğunu daha iyi anlıyorum; çünkü konuşulan her şeyi anlıyorum, ayrıca okuduğum her şeyi de çok iyi anlıyorum, evet, hatta birisi Almanca’da kendini doğru düzgün ifade edemiyorsa, bunu bile hissediyorum. Ama iş konuşmaya gelince tıkanıp kalıyorum, ne istediğimi doğru düzgün söylemeyi beceremiyorum. Sarayda yüzeysel bir konuşma, bayanlarla şakalaşma, dans ederken sohbet etme ve bu gibi şeyleri gayet iyi başarıyorum. Ama zor bir konuda fikrimi ifade etmeye kalkışınca veya özel bir konuda kültür gerektiren bir şeyler söylemeye kalkınca tutulup kalıyorum, işin içinden çıkmam olanaksızlaşıyor.” – “Kendinizi avutmanın yolu,” diye karşılık verdi Goethe, “böyle sıra dışı konuları konuşmanın bizim için de kendi dilimizde zor olduğunu bilmeniz olur.” Bunun üzerine Goethe Bay H.’ya Alman edebiyatından neler okuduğunu sordu. Egmont’u okudum,” diye cevap verdi, “üç kez okuyacak kadar beğendim kitabı. Aynı şekilde Torquato Tasso’da büyük bir keyif verdi bana. Şimdi ise Faust’u okuyorum, ama onu biraz zor bulduğumu söylemeliyim.” Onun son sözlerine güldü Goethe. “Elbette,” dedi, “ben olsam size Faust’u okumanızı tavsiye etmezdim. Çok iyi bir yapıt, ama bütün sıradan duyguların çok ötesine uzanıyor. Bana sormadan onu okumaya başladığınıza göre, onunla hakkını nasıl vereceğinizi de siz kendiniz bulmalısınız. Faust örneği nadir bulunan bir birey, çok az sayıda insan onun iç dünyasını hissedebilir. Aynı şekilde ironi sayesinde ve zengin bir dünya görüşünün somut bir örneği olarak Mephistopheles karakterinin kavranması da biraz zor. Ne kadar aydınlanacağınız konusu artık size kalmış. Tasso ise genellikle insani duygulara oldukça yakındır, biçim yönünden içerdiği ayrıntılar ise anlamayı kolaylaştırır.” – “Yine de,” diye karşılık verdi Bay H., “Almanya’da Tasso zor bir eser olarak değerlendiriliyor, onu okuduğumu söylediğimde bana şaşırıyorlar.” – “Tasso’nun özü,” dedi Goethe, “insanın artık çocuk olmadığı ve iyi bir topluma gereksinim duyduğudur. İyi bir aileden gelen, yeterince zekâya, duyarlılığa, gereğince kültüre sahip, orta ve üst sınıfın kültürlü insanlarının bulunduğu çevreden çıkan sizin gibi genç biri Tasso’yu zor bulmayacaktır.” Konuşma Egmont’a yöneldi, onun hakkında Goethe şunları söyledi: “Egmont’u 1775 yılında yazdım, yani elli yıl önce. Tarihe tümüyle, gerçeğe ise olabildiğince bağlı kaldım. Bunun üzerinden on yıl geçip Roma’ya gittiğimde, yazmış olduğum devrimci sahnelerin Hollanda’da aynen yaşandığını gazetelerde okudum. Bundan dünyanın hep aynı kaldığını ve benim anlattıklarımın da hayatın bir parçası olduğunu anladım.” Bu ve buna benzer konuşmalarla tiyatro saati yaklaşmıştı, ayağa kalktık ve Goethe tarafından içtenlikle uğurlandık. Eve giderken Bay H.’ya Goethe’yi nasıl bulduğunu sordum. “Ben şimdiye kadar hiçbir insan tanımadım ki,” diye yanıt verdi, “tüm sevgi dolu hoşgörüsü ile doğuştan bu kadar çok erdeme sahip olsun. Kendini ne kadar farklı göstermeye çalışırsa çalışsın, ne kadar alçakgönüllü olursa olsun, o hep çok büyük bir insan olarak kalacak.” Johann Peter Eckermann Yaşamının Son Yıllarında Goethe İle Konuşmalar
·
96 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.