Gönderi

Euzübillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim İnkar edenler: "Ey bizin Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi doğru yoldan saptıranları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım, böylece cehennemin en altında kalanlardan olsunlar." diyeceklerdir." (Fussilet 29) Evet o gün insanlar azabı boylayınca, cehenneme yuvarlanınca bakın şöyle diyeceklermiş. Ya Rabbi! Ne olur, şu bizim hayatımızı bozanları, bizim senin kitabınla diyaloglarımızı kesenleri, senin âyetlerinle aramıza girerek âyetlerini yasaklayanları, bize bozuk düzen programlar yaparak ve işte din budur diyerek bizi senin kitabından alıkoyanları, senin kitabınla tanışmamıza engel olanları, kendi kanunlarını, kendi talimatlarını senin ayetlerinin önüne geçirerek bizi senin kitabına gitmekten alıkoyanları, bizim gündemlerimizi değiştirerek senin kitabına ulaşma imkânlarımızı öldürenleri, başka kitaplar, başka önderler ihdas ederek senin kitabını ve peygamberinin sünnetini kamufle etmeye çalışanları bize bir göster. Göster ki onları ayaklarımızın altına bir alalım. Göster ki onları bir ezelim. Onları aşağıların aşağısı yapalım. Ya da onları cehennemin en esfeline yuvarlayalım diyecekler. Evet kendilerine Allah’ın âyetlerini anlatmayan, kendilerini Allah’ın kitabıyla tanıştırmayan babalarını, kocalarını, hocalarını, üstad larını, komşularını, liderlerini arayacak insanlar onları ayaklarının altına almak için. Kendilerine kötü çığırlar açan, kendilerine kötü miraslar bırakan ve böylece kendilerinin şirke düşüp cehenneme yuvarlanmalarına sebep olan öncülerini önderlerini arayacak insanlar. Cehenneme yuvarlanmak üzere gittikleri kötü çığırı açıp onlara miras bırakanları arayacaklar. Öyleyse aman ha din budur diye çocuklarımıza çok kötü bit miras bırakıp da, bizden sonra çocuklarımızda din buymuş diye o hayatı yaşayıp da yarın bizi ayaklarının altına almak için arananlardan olmayalım. Çoluk çocuğumuza güzel bir din, güzel bir yol bırakmaya çalışalım. Evet öncekilerden kendilerini saptıranları arayacaklar. Halbuki dünyadayken alçaklar bunlara ağam paşam diyorlardı. Anam! Babam! Kurtar bizi! diyorlardı. Her şeyimizi sana borçluyuz! Sen olmasaydın biz olmazdık! Liderim! Şeyhim! Efendim! Şevketlim biz senin dediğinden çıkmayız! Atam izindeyiz! diyorlardı. Yâni onlar ne kadar alçaksa berikiler de o kadar alçaklık yapıyorlardı dünyada. Onların bu serzenişleri karşısında Rabbimiz de buyurur ki:Hayır hayır sizin her birinize azabın iki katı vardır ama siz bilmiyorsunuz. Çünkü size göre onlar önderlerse siz de sizden sonrakilere nazaran öndesiniz. Sizi onlar saptırdıysa, sizi sizden öncekilerin ihmali saptırdıysa, sizi sizden öncekilerin size verdiği bozuk eğitim, bozuk miras saptırdıysa siz de sizden sonrakileri saptırdınız. Sizin onlardan farkınız ne? Bir sonrakilere göre siz de önde değil misiniz? Şöyle kafalarımızı ellerimizin içine alıp bir düşünelim. Bu âyetler şu anda bize hitap ediyor. Eğer bizi bizden öncekiler saptırdıysa biz de bizden sonrakileri saptırmıyor muyuz şimdi? Allah için bir düşünelim. Yâni eğer bizim sapıklığımız bizden öncekilerin bize bıraktıkları bozuk miras yüzündense, hep bundan şikâyet ediyorsak, peki o zaman söyleyin biz, bizden sonrakilere ne bırakıyoruz? Nasıl bir miras bırakıyoruz çocuklarımıza. Bizler şu anda bizden sonra yaşayacak çocuklarımıza nasıl bir yol bırakıyoruz? Arkamıza bıraktığımız yol, çoluk çocuğumuza bıraktığımız usul, onlara gösterdiğimiz din, onlara örneklediğimiz kulluk, çevremize ulaştırdığımız teklifler acaba yarın karşımıza nasıl bir sonuç çıkaracak? Acaba bizim arkamızdan gelenler de ya Rabbi bizi bunlar saptırdı. Bize öyle bir yol, öyle bir din bıraktılar ki biz de onu gerçek yol zannettik. Onu gerçek din zannettik. Bize öyle bir hayat anlayışı, öyle bir mal anlayışı, öyle bir kazanma harcama anlayışı, öyle bir gece hayatı, öyle bir gündüz hayatı örneklediler ki biz de onu gerçek bir hayat zannettik. Bizi başkası değil bunlar saptırdı ya Rabbi demeyecekler mi acaba? Çocuklarımızdan torunlarımızdan bu şikâyetlerle bu lânetlerle karşılaşmayacak mıyız acaba? Bu âyetler ışığında Allah için kendimizi sorgulamak zorunda-yız. 39. “Öncekiler sonrakilere, "Sizin bizden bir üstünlüğünüz yoktu, kazandığınıza karşılık azabı tadın" derler.” Evet onlar böyle deyince öncekiler, öndekiler, tâbi olunanlar veya müstekbirler, idareciler de ne diyorlar bakın: Ey zâlimleradam olmadıklar! Ey sürüler! Ey iradesizler! Ey beyinsizler! Ey akılları bizim cebimizde olanlar! Boşuna bağırıp durmayın! Boşuna lânetler yağdırıp durmayın! Zira sizin bizden bir farkınız yoktur. Yâni şimdi size hidâyet geldi de, sizler hidâyet üzere yaşamak istediniz de sizi hidâyetten biz mi kopardık? Siz Rabbinizin istediği bir hayatı yaşamak istediniz de sizi bundan biz mi engelledik? Hayır hayır! Bilâkis siz kendiniz sapıklardınız! Siz kendiniz mücrimlerdiniz! Siz dünyada sizi teşvik ettiğimiz şeylere karşı ihtirasınızdan, hırsınızdan dolayı hemen kolayca bizim peşimize takıldınız. Kolayca bizim ağımıza tutuldunuz. Biz sizin vicdanlarınızı satın almaya geldiğimizde sizler buna dünden razıydınız. Bizim karşımızda en küçük bir tepkide bulunmadınız. Sizi Rabbinizin hayat tarzından koparıp demokrasiye, laikliğe, milliyetçiliğe, ırkçılığa, dünyaya, dünyalıklara çağırdığımız zaman mal bulmuş mağribî gibi hemen bizim dâvetimize uyuverdiniz. Karşımızda en küçük bir mücâdele bile vermediniz. Çünkü sizler Zaten Allah’a kulluktan bıkmış usanmıştınız. Hayatınızın her bir sahasında sadece Allah’ı dinlemekten, Allah’ın dediklerini yapmaktan usanmıştınız da hayatınızın bazı bölümlerini başka Rablere başka İlahlara bırakarak biraz rahat nefes almayı ümit ederek bizlere tapınmaya yönelmiş kimselerdiniz. Hayatınızın her bir bölümünde Allah’ı atlatamayacağınızı, Allah’ı yönlendiremeyeceğinizi bildiğiniz için biraz da bizim gibi atlatılabilecek, yönlendirilebilecek tanrılarımız olsun istemiştiniz. Hayatınızın bazı bölümlerine bizlerin karışmamızı siz kendiniz istemiştiniz. Allah’tan bıkıp usanan sizler kendinize öyle tanrılar istiyordunuz ki sizden hiç bir ahlâkî sorumluluk istemesinler. Sizden namaz, oruç, hac, tesettür, zekât, istemesinler. Bıkıp usandığınız Allah’ın size haram kıldığı içkiyi, kumarı, fâizi, tesettürü helâl kılıverecek, yasallaştırıverecek tanrılar istediniz kendinize. Sizi rahatlatacak size rahat bir nefes alma imkânı verecek tanrılar istediniz. Üstelik bu tanrıların ipleri de sizin kendi ellerinizde olduğu için, yâni onları kendiniz seçtiğiniz için siz ne isterseniz o konuda kanun yapacak, sizin arzularınıza tâbi olup yönlendirebileceğiniz tanrılar is-tediniz kendinize. Siz istediniz, siz seçtiniz biz de size hükmettik. Siz sattınız vicdanlarınızı biz de satın aldık. Alan memnun satan memnun. Siz istediniz, biz bulduk. Eğer sizler vicdanlarınızı satmak istemeseydiniz biz onu zorla sizden alamazdık. Öyleyse bizi niye kını-yorsunuz da? Üstelik belki de bizi saptıran sizlersiniz. Çünkü sizler gönül rızasıyla bize itaat ettiğiniz için, bizi büyük kabul edip bizim karşımızda boyun büktüğünüz için, biz de kendimizi bir nane zannettik. aslında bizi şımartanlar da sizlersiniz. Eğer sizler bize itaat edip adam yerine koymasaydınız belki bizler de zulmedemeyecek, şımarmayacaktık.Boşuna bağırıp çağırıp da kendinizi yormayın ey sürüler! Bağırsanız da çağırsanız da çare yok; siz de biz de bu ateşin içindeyiz! Çare yok siz de biz de bu ateşe razı olmak zorundayız. Şüphesiz ki Allah kulları hakkında hükmünü vermiştir. Yâni her birimizin müstahak olduğu kadar azabı aramızda paylaştırmıştır. Allah azabı paylaştırmıştır ve iş bitmiştir bu konuda. Eğer Rabbimizin takdir buyurduğu bu azabı sizden giderecek bir gücümüz olsaydı sizden önce kendimizinkini kaldırırdık, kendi azabımızı giderirdik. Şimdi siz de biz de isyanlarımızın kazandıklarımızın karşılığı olarak azabı tadalım diyecekler. Evet Kur’an’ın pek çok yerinde işte bu konu uzun,uzun anlatılır. Önderleri yüzünden tâbi oldukları yüzünden cehennemi boylayan insanların pişman oldukları, keşke onlara tâbi olmasaydık, keşke onları dinlemeseydik de Allah ve Resûlünü dinleseydik, keşke onları büyük bilmeseydik, keşke onları efendi bilip onlara itaat etmeseydik de Rabbimizin istediği biçimde yaşasaydık diye hasret ve pişmanlıkla yanıp yakıldıkları anlatılır. Özellikle “Küberaena” ve “Sadetena” ifadeleri geçtiği için böyle dedim. Bunlardan “sadetena” siyasal büyükler, siyasî sahada büyük kabul edilenler, meselâ hukuk konusunda büyük kabul edilenler, ekonomi konusunda uzman kabul edilenler ve kendilerinin yasalarına tâbi olunanlar kastedilirken “Kübe-raena” diye anlatılanlar da din büyükleridir. Yâni insanlara yanlış din tanıtanlar, Allah dinini eğip bükenler ve insanlara din diye kendi anlayışlarını takdim edenler veya Allah dinini, Allah yasalarını kaldırıp din budur diye, hayat tarzı budur diye kendi anlayışlarını, kendi hayat tarzlarını insanlara kabul ettirmeye çalışanlar kastedilmektedir. Evet ister siyasal önderler olsun isterse dini önderler olsunlar eğer insanlar araştırmadan, tahkik etmeden bunlara tâbi olurlar ve efendim ne yapalım işte büyüklerimiz hayat diye, din diye bunları sundular biz de kabul ettik. Bu konuda bizim her hangi bir suçumuz yoktur. Eğer bir suç varsa bir suçlu varsa gerçek suçlu onlardır de-meye kimsenin hakkı yoktur. Din, böyle basite indirgenemez ki. Başka şeye benzemez bu dindir, hayattır. Efendim filan hoca dedi ben de yaptım. Falan zat öyle buyurdu ben de uyguladım demek yarın bizi kurtarmayacaktır. Dinimizi kendimiz öğrenmek zorundayız. Allah bize de akıl vermiştir. Allah’ın bize verdiği bu akıllarımızı birilerinin cebine sokmaya ve körü körüne onların peşine takılmaya hakkımız yoktur. Her birerimiz kendi dinimizi öğrenmeye çalışırken eğer bir kısım yerleri anlayamamışsak o zaman elbette bizden bir adım ileride o konuda bilgi sahibi insanların bilgilerine müracaat edebiliriz. Ama körü körüne birilerine bağlanıyor, ya da din bilmeyenlere din soruyorsa kişi o da yanlış bir din tarif ediyorsa bu hiç bir zaman tâbi olanlar için mâzeret sebebi olmayacaktır. 40.“Doğrusu âyetlerimizi yalan sayıp, onlara karşı büyüklük taslayanlara, göğün kapıları açılmaz; deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler. Suçluları böyle cezalandırırız.”
·
60 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.