Gönderi

Dostoyevski'ye mektup
‘'Ne kadar çok anladıysam, o kadar derinlere battım, sıkıştım kaldım.’’ Sevgili Dostoyevski, Hala aynı yerdeyim, bıraktığın, ezdiğin, ezilmeme izin verdiğin, hapsettiğin yerde; içinde bir yerlerde. Unutmuş olabilirsin diye hatırlatmak istedim sadece. Ki öyle de zaten. Unuttun beni. Unutmuş olmasan kırk yıldan fazladır devam eden çığlıklarıma, feryatlarıma, sahibi tarafından terk edilmişlik duyguma, kabullenilmeyen bir kişi olma durumuma ve bundan çektiğim azabıma kayıtsız kalmazdın. Kimi kandırıyorum ki? Sen de biliyorsun unutmadığını, bu söylediklerimin yalan olduğunu. Kendimi avutmamdan ibaret bu cümleler; yalnızlığı kovma, hayatta kalma mücadelem. Sana ne kadar söz söylesem boş şimdi. Nasıl bir yerde yaşadığımı, nasıl hayatta kaldığımı anlatırsam inanmazsın; sözcükleri süsleyip abarttığımı zannedersin. Oysa anlayanlara sözcüklerle her şey anlatılabilir; sözcüklerle, ruhen bir insan yaşatılabilir de öldürülebilir de kolayca. Tıpkı senin bana yaptığın gibi. Ne mi yapmışsın? Onlarca insanın bana acımalarına, gururumu incitmelerine sebep oldun, beni hapsettin buraya ve terk ettin. Aman ne yeraltıymış yine abartıyorsun der gibisin. Tamam gel sen de bir günlüğüne yaşa benimle birlikte yeraltında. Çünkü insan yaşamadığı şeyi, o durumda olan kişinin hislerini tam olarak anlayamaz. Gel hadi bakalım yazarken hiç de o kadar kötü gözüktüğünü düşünmediğin ancak insanın kendini defalarca öldürmek istediği, bir şekilde yaşama tutunduğun yere, yeraltına. Kırk yıldan fazladır açılmayan kapı sen geldin diye açıldı. Acaba dışarıdan mı kilitliydi de açamadım yoksa hiç mi açma teşebbüsünde bulunmadım, hatırlamıyorum. Hatırladığım bir şey varsa o da buradan çıkışımın mümkün olmayacağıydı. Görüyorsun tek göz oda sadece ama verdiği azap koskocaman. Kapkaranlık oda, duvarlar azabıma eşlik edecek koyulukta, pencereden içeri giren ışık ise utanıyor burada bulunmaktan. Zaten hep kapalı yırtık çarşaflardan perdelerim. Daha net gör diye açtım, buranın sefaletini, acımasızlığını, seni nasıl kendinden soyutladığını. Şu köşede duran kokuşmuş yatak, bir gün bile işlevini yerine getiremedi. Ben engel oldum, sen engel oldun, suç bende, bütün suç sende. Bu yatağa uzanıp dalıyorum hayallere; öldürüyorum kendimi, öldürülüyorum kafamda kurduğum o sahte dünya tarafından. Sen beni gerçek hayattan, canlı hayattan mahrum etmeseydin belki gerek kalmazdı o sahte kurgulara, kendimi hep kahraman yaptığım, güya bana ihtiyaç duydukları, herkese öğütler verdiğim (kendimin hiç ihtiyacı yokmuş gibi) o hayal dünyasına, gerek kalmazdı. Ama çaresizim. Bu yataktan kurtulabildiğim zaman şu karşıda gördüğün iki sandalyelik masaya yöneliyorum. Ama ne yazık ki bir sandalyem, yanım hep boş kalıyor. Boşluğu dolduracak kimse yok, istek de yok. Doluluğunun nasıl bir his verdiğini bilmediğim, ‘’canlı hayat’’ ta var olduğunu zannettiğim sevgiyi, manevi üstünlük kurmak, zorbalık etmek olarak tanıdım, bana böyle gösterdiler. Ama yalnızlığıma eşlik edecekse varsın gelsin sevgi. Şu karşımdaki sandalyeye otursun, bana buranın daha iyi olduğunu ikna etmekten başka çarem olmadığını söylesin. Çünkü çaresizim. Bir dolabım yok çünkü acınası halimi saklayacak iki parça kıyafetten ibaretim ya da öyle düşünüyordum. Sağ olsun ‘’canlı hayat’’ yanıldığımı, bu kıyafetlerle daha da acınası gözüktüğümü gösterdi bana. Olsun varsın, artık çok uzaktayım oradan, akılları bir şeylere tapmaktan yorulmuş cahil insanlardan, kuralcılıktan, kuralsızlıktan, her şeyden. Zamansızlıktan bıkarak odanın köşesine sığınıyorum. Çünkü burayı ayakta tutan şey benim de her şeye rağmen yaşamamı sağlıyor. ACI! Bir temizlenmenin, bir arınmanın en güzel ve en zevkli kaynağı. İnsan acı çekerek temizlenir. Çektiği acı ne kadar büyük olursa arınma da o kadar büyük olur. Aşağılanmamın, kendimi küçük hissetmemin ve hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimin vermiş olduğu o inancın zevkini tadıyorum. Ama bu zevk bazen dayanılmaz oluyor. Hıçkıra hıçkıra ağlıyorum, nefesim kesiliyor, neden bunu kendime yapıyorum neden bunu bana yaptırıyorsun? Benim suçum ne, neden ben, neden o yukardaki saçma insanlar değil de ben? Oradan bakınca çok mu zavallıyım, güçsüzüm? Asıl onlar burada olmalıydı, cahilliklerinin cezasını çekmeliydi. Ama o kadar fazlalar ki sığmazlar buraya. Sırf anlasınlar diye beni kurban ettin. Peki anladılar mı? İnsanlar hep aynı Dostoyevski, aynı. Neden değişsinler ki özlerinde bu varken? Gördün göreceğin kadar. Belki umurunda değildir hala, anlamamışsındır beni ama şimdi yalnızlığımla bırak beni. Biraz daha kapanmak, daha derine inmek istiyorum. Çünkü yukarıya çıkacak güç yok artık. Hadi git! Benim gibi dostlarıma: Belki de birçok kişi kendini feda etti bu insanlar yüzünden. İçlerine kapandılar bir umut aramak için. Fazlası zarar dostlarım, hemen kurtulun oradan yoksa benim gibi çıkacak cesareti bulamazsınız. Onlara inat yaşayın, kimseyi en önemlisi de kendinizi feda etmeden, inatla karşılarında durun. Çünkü bu yaşadığım hayat değil, ıstırap. Dik durun, karşı gelin! Yoksa çaresiz kalırsınız!
Yeraltından Notlar
Yeraltından Notlar
Fyodor Dostoyevski
Fyodor Dostoyevski
·
81 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.