Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

519 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
136 günde okudu
NÜBÜVVET BAHSİ
Hz Ali'ye atfedilen bir söz var "kişi, dilinin altında gizlidir" diyor. Bu söz aleni bir ifadeyle "kişiyi en güzel anlattıklarıyla tanırsınız" anlamı taşıyor. Derinlemesine incelediğinizde ise "bu tanıma, kişinin kendi çizdiği profili tanımak değil, kişinin profil çizmeye çalışırken kullandığı dil, yargılamaları, örnekleri ve onları değerlendirmesi ile kişinin gizlemeye çalıştığı ve dahi çarpıtarak farklı göstermeye çalıştığı yönleri tanımak demektir" diyor. Yani kişinin birinden neden şikayetçi olduğu, o kişinin kendinde bulunan bir huya işaret eder. Bir kişiye dair küçümseyici tavır, yine kişinin kendi eksik yönüne işaret eder. Bir kişide hakir görülen özellik de aslında şikayet edende mevcuttur vs. gibi bir çok çıkarım yapılabilir bu ilkeye göre. Dolayısıyla basit bir söz gibi duran bu söz, aslında bir ilkedir ve psikanalitik psikolojinin bilinç dışı çözümlemesi dediği şeyin de tam anlamıyla klasik ifadesidir. Bu minvalde "kişinin söylediklerinde, söylediklerinden çok söylemedikleri bulunur" yargısı da bu sözden çıkartılan önemli bir çıkarımdır. Altay Cem Meriç, eserinde, tam olarak bu ilkeyi merkeze alıyor ve müsteşriklerin söylemlerinden yola çıkarak onların çıkarımlarının tam tersini ispat ediyor. Altay hocanın mezkur tespitlerinde öncül olarak müsteşriklerin ifadelerini kullanması "meseleye duygusal yaklaşmış" iddiasını peşinen çürütüyor. Ve böylece hoca cesurca "aslında nübüvvet muhalifleri bile nübüvvetin hak olduğunu itiraf etmişler. İşte bu yüzden nübüvvet saf bir gerçektir" diye haykırıyor. Eseri değerli kılan üslupsal özelliği ise klişe akademik kitapların hilafına sadeliği ve anlaşılır üslubunu hiç kaybetmemiş olması. Eseri eleştirilebilecek yapısal husus bazı bölümlerin lüzumundan fazla uzatılmış olması olabilir. Ancak muhataplarının inkarda ehil kişiler olması ve hatırı sayılır sancılar yaşayan insanlar olması ihtimali bu tenkiti de anlamsızlaştırır. Hoca bu alandaki büyük bir boşluğu doldurmuş. Zira ilahiyat camiasını ısrarla kulak tıkadığı ve çoğunlukla muhatap almaya cesaret edemediği postmodern inanç temayüllerini ve deizm sorununu büyük bir cesaretle muhatap alıp islami perspektiften çözmüştür. Bu manada eser yeni ilmi kelamın merkez konusunu da yetkin bir şekilde işlemiştir. Hasılı kelam bize eseri övmek ve bu büyük çalışması için hocayı tebrik etmekten başka bir şey düşmez. Eser, lise çağlarında hz peygamberin nübüvvetine dair şüphe yaşayan öğrencilere önerilebilir. Aynı zamanda bu öğrencilerin dersine giren Din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerinin de kendilerinin yetiştirmek için okuması gereken bir eserdir. Zira çoğu teolojik konuda referans olarak kullanabilecek bir mahiyete sahip. Ancak eseri akademik anlamda -dolayısıyla daha üst bir düzlemde- ele alırsak eserin önermesi olan "peygamber akl-ı selim idi ve samimi idi; dolayısıyla nübüvvet hak idi" önermesinin isabetli olmadığını belirtmemiz gerekir. Zira samimiyet, liyakat, fetanet vs. o insanın sadece inancında samimi olduğunu gösterir ve belki dini tecrübesinin mevcut olduğunu da gösterir ancak bu durum inancın bizatihi kendisinin doğru olduğunu göstermez. Mesela hakkında pek az bilgi olmasına rağmen, Buda da aynı samimi yaşama ve selim akla sahiptir. Mani, Konfüçyüs, Gandi, Osho da öyledir. Şimdi bunların samimiyetine ve akıllı oluşlarına bakarak öğretilerinin doğru olduğuna mı kanaat getirmeliyiz? Kaldı ki Buda'nın öğretisi metaryalisttir. Buradan metaryalizmin hak olduğu sonucuna mı ulaşabiliriz? Dolayısıyla eser, din felsefesi alanında sistematik bir değerlendirmeye tabi tutulduğunda şu tenkidi aşamamamıştır: "Peygamberin tasarladığı hayatın insan yaşamına faydalı oluşu, inancını yaşamak noktasında samimi olması, öğretisinden dünyalık bir menfaat elde etmemesi ve bütün risalet görevindd bilinçli oluşu" onun kaynağının (insan-tanrı ilişkisi) doğru olmasını değil gerçek olmasını kanıtlar. Yani peygamberin öğretisine gerçekten inandığını kanıtlar. Lakin bu durum onun öğretisinin dolayısıyla tanrı-insan ilişkisinin doğru olduğunu ve mevcut olduğunu göstermez. Netice şudur ki öpretiye duyulan inanç, kişiyi bir çok durumda fedakar yapabilir. Zira öğretisi olan tarihteki yunan filozofları da böyledir. Sokrates, öğretisinden dolayı yargılandığında sonuna kadar gitmiş ve mutmain bir şekilde ölüme yürümüştür. Dolayısıyla bu adanmışlık öğretinin kendisini değil, öğretiyi öğreten öğretmenin kendi öğretisine samimi bir şekilde inandığını ispat eder. Özetle; Peygamberin samimiyeti ve fetaneti onun öğretisine olan inancını ispat eder; onun öğretisinin bizatihi kendisinin doğru olduğunu ispat etmez. Öğreti, öğretenden ayrı olarak doğruluk kriterine tabidir. Zira öğreticinin sıfatları öğretinin doğruluğuna delil olsaydı öğretisi için ölen herkesin öğretisinin de hakk olması gerekirdi. Mesela Sokrates'in ya da absürt bir örnekle davası için ölen pkk'lının... Ancak tüm bu eleştirilere rağmen yazarı, gösterdiği sebat, emek ve özveri için kutluyorum.
Peygamberliğin İspatı
Peygamberliğin İspatıAltay Cem Meriç · İnsan Yayınları · 2022648 okunma
··1 alıntı·
2 artı 1'leme
·
1.529 görüntüleme
İbrahim KESKEN okurunun profil resmi
Öğreti, öğretenden ayrı olarak doğruluk kriterine tabidir sözü doğru bir söz olmakla beraber bu kitap içerisinde öğretinin de doğruluğuna deliller sunmaktadır. Kitabın içerisinde sadece samimiyet delilleri yer almamaktadır. Bilhassa mucize delilleri bu bağlamda tekrardan okunabilir. Kuran-Kerim'in bir insan tarafından yazılamayacağı delilleriyle beraber açıktır. İnsan tarafından yazılamayacak bir eserin vahiy kaynaklı bir öğreti içermesi de kaçınılmazdır. Kaçınılmaz olan bu öğretinin de bizatihi kendisi doğrudur. Çünkü bu durum bir beşerin davasına olan inancından öte bir gerçektir ve her yönden kusursuzdur.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.