Gönderi

136 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
Okuduğum üçüncü Aytmatov eseri... Ben daha Beyaz Gemi'nin boğazımda düğümlediği yumruyu oradan çıkartmaya uğraşırken, nereden bilebilirdim ki asıl öldürücü darbenin bu kitap ile geleceğini?.. Evet kabul ediyorum, baya bir hazırlıksız yakalandım, ağır nakavt oldum bu sefer. Hakemin saymasına da gerek yok, direkt havluyu atabilirsiniz ringe... Her Aytmatov eseri yeni mucizeleri de beraberinde getiriyor. Haritada yeri bile olmayan bir köyün dibine evrenler arası seyahat edilebilen uzay üssünü diken, dünyanın en sıradan adamının, bir arkadaşının tabutunu yaşadığı köyden mezarlığa taşımasını anlatırken dünya edebiyatının en önemli başyapıtlarından birini çıkartan, sadece 5-6 karakter, 1-2 kaya parçası ve bir çift geyik ile neredeyse bütün insanlığın temel sorunlarını tokat gibi yüzümüze çarpan bir yazardan bahsediyoruz neticede... Onun kaleminden çıkan başka bir kitabın, içinde yeni mucizeler saklıyor olmasına şaşırmak, saflıktan öteye gitmez bence... Daha önceki Aytmatov incelemelerimde de altını özellikle çizmiştim; masasına oturduğunda, uçsuz bucaksız bir derya varken önünde, inatla kendine zor hedefler seçip, tüm imkanlarını kendi iradesiyle kısıtlayan, başka bir ifadeyle kendine meydan okuyan başka bir yazar tanımadım ben henüz... Şimdi soruyorum size; İçinde tek bir savaş veya çatışma sahnesinin olmadığı, tankın, topun, tüfeğin esamesinin okunmadığı bir savaş kitabı nasıl yazılır? Tabu oyunu oynuyormuş gibi düşünün kendinizi... Anlatılacak kelime: Savaş Yasaklı kelimeler: Tank, top, tüfek, süngü, miğfer, çatışma, komutan, cephe... ..................... İşte böyle bir savaş kitabı Toprak Ana... Savaşmanın kitabı aslında... Peki neyle, kimle savaşıyorsunuz? Düşmanla mı? Orasına geleceğiz... Ve aynı zamanda acının kitabı Toprak Ana... Ancak bu acı da öyle aşk acısı falan değil... Bu acı, neredeyse ete kemiğe bürünmüş, karşınıza geçip oturmuş bir acı... Aytmatov acıyı alıp kitabın fonuna bir güzel yerleştirmiş. Ressamların resme başlamadan önce tuvale attıkları ilk gölge gibi... Ve sonra kapıları öyle bir kapatmış ki, kesinlikle çıkamıyorsunuz dışarıya... Siz kitabı okurken acının nefesi her daim ensenizde. Başka türlüsüne izin vermiyor Aytmatov. Çünkü acı hep vardı, hala var ve bundan sonra da hep var olacak. Acıyla bir arada yaşamayı öğrenmek, onun varlığını kabullenmek zorundayız. İşte bu yüzden, hiç ajitasyon yapmadan, duyguları kemirmeden, sapından çöpünden ayrılmış o saf acıyı kucağımıza bırakıyor... Ve sonra iki karakter koyuyor önümüze: Tolgonay ve Aliman... Katılmayabilirsiniz ama kanaatim odur ki, bu kitap, bu iki kadın karakterin temsil ettiği iki farklı değeri sorgulamakta ve bizden de tarafımızı seçmemizi istemektedir; Acıyla savaşan tarafta mısınız yoksa acıya teslim olan tarafta mı? Çünkü benim şu ana kadar tanıdığım Aytmatov, 'Arkadaşlar bakın savaş çok kötü bir şeydir. Savaş yüzünden insanlar ölüyor, açlık, kıtlık baş gösteriyor. Hepimiz barış içinde yaşamalıyız' mesajı ile yetinecek bir yazar değil. Çünkü az önce de dedim ya, savaş olmasa dahi hayatımızda, acı hep olacak. O yüzden asıl vurgunun, acıya karşı vereceğimiz tepkinin ne olacağı konusuna odaklandığını düşünüyorum. .......................... Kitabın bir başka özelliği ve önemi ise, bugüne kadar bildiğimiz, duyduğumuz, okuduğumuz, seyrettiğimiz 2. Dünya Savaşı külliyatına kimsenin girmeyi çok da lüzumlu görmediği bir pencereden, yani Sovyet penceresinden bakabilmiş olması... Kitabı okurken aynen şu tepkiyi verdim; 'Evet ya, 2. Dünya Savaşı'nda Almanya kendi kendine savaşmadı değil mi? 2. Dünya Savaşı sadece 'Yahudi Soykırımı'ndan ibaret değildi değil mi? Bir de bu adamlarla savaşan Ruslar vardı öyle ya... Kurşun asker değil bu insanlar neticede... Orada da ölüm var, savaşın kanlı eli o topraklara da uzanıp tırmaladı o insanları, yok etti tek tek. Dul kadınlar, öksüz çocuklar bıraktı arkasında... İşte Aytmatov, bir de bu gerçeği hatırlatmış bize bu ölümsüz eserinde... İşte böyle buyurdu Toprak Ana kitabı, benim zihnime... Sen toprağa tohum atarsan başak verir, buğday verir, ekmek verir, yaşam verir. Sen toprağa top güllesi atarsan da ölüm verir, acı verir, kan verir ve daha önce verdiği ne varsa onları senden bir bir geri alır... Şakası yoktur Toprak Ana'nın... O halde bastığımız yeri toprak diye geçmeyeceğiz, düşüneceğiz altında yatanları... Ve en başta o insanların anısını yaşatacağız. Sonra savaştığımız şeyin sadece düşman olmadığını; asıl savaşın hayatın ta kendisiyle olduğunu bilip koşullar ne olursa olsun sahip çıkacağız toprağımıza ve bize hediye edilen o güzel hayata.
Cengiz Aytmatov
Cengiz Aytmatov
Toprak Ana
Toprak AnaCengiz Aytmatov · Ötüken Neşriyat · 202261,9bin okunma
·
46 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.