Gönderi

Atatürk'ün dine bakış açısı
BÜYÜK DEVRİM - HİLAFETİN KALDIRILMASI VE LAİKLEŞME Bu beyanında Mustafa Kemal, sekülarizmin zorunluluğunu şu kanıtlarla açıklamaya çalışmaktadır. 1. Müslümanız. Müslümanlığı reddetmiyoruz. 2. Fakat tarih gösteriyor ki, din siyaset vasıtası yapılarak menfaat ve ihtiraslara alet edilmiştir. 3. İnanç ve vicdanımıza ait kutsal duygularımız, bu gibi ihtiraslara alet yapılmamalıdır. Onu bu durumdan kurtarmak vazifemizdir. 4. (Dünya ve din işlerini ayırmak) Müslümanların bu dünyada ve öbür dünyada mutluluğu için zorunludur. İslam dininin gerçek büyüklüğü bununla meydana çıkacaktır. Mustafa Kemal'in bu din görüşü kuşkusuz bir köy hocasının din görüşünden farklıdır. Mustafa Kemal bu din görüşünde, 1890-1914 arasında Türk eğitiminde lâikleşme ve aydınlanma çağının İslamiyet görüşünü benimsemiş ve uygulamaya koymuştur.19 yüzyılda İslam dünyasında İslamiyet'in nass denilen temel kaynaklarına inerek hurafelerden arınmış saf bir İslamiyet anlayışı, özellikle Salafiyye (Selefiyye) ve Islah hareketleriyle ortaya çıkmış, II. Abdülhamid devrinde bu akımlar etkili olmuştur. 1908 İttihat ve Terakki döneminde din ve devlet işlerinin ayrımı fikrî güç kazanmış, Ziya Gökalp'in etkisiyle Türk milli kimliği İslam kimliği karşısında öncelik kazanmıştır. Atatürk'ün din fikirleri kuşkusuz bu fikrî gelişimin etkisi altındadır. Mustafa Kemal'e göre İslam dinî her şeyden önce akla, mantığa dayanan tabi bir dindir. Onun içindir ki, insanlık için son din olmuştur (1922 ve 1923'teki beyanları). Ona göre, gerçek İslamiyet, dine sonradan bulaşmış batıl inançlardan, hurafelerden arınmalıdır (1923 Martındaki beyanı). İslamiyet'te mümin ile Tanrı arasında aracı bir ruhban sınıfı yoktur. Din ve ibadet, kişinin bir vicdan işidir. Hilafetin kaldırılmasından kısa bir süre sonra Doğu'da Şeyh Said İsyanı patlak verdi. Bunun üzerine TBMM dinin siyasete alet edilmemesi hakkında bir kanun çıkardı (25 Şubat 1925). Bunu tekkeler, türbeler ve kılık kıyafet hakkındaki kanun ve kararnameler izledi. Bu tarihte Mustafa Kemal, Kastamonu'da bir konuşmasında, “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar (meczuplar) memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, tarikat-i medeniyyedir” dedi. Özetle, Atatürk devlet işlerinde dinin kontrol ve etkisini kaldırırken şu hususları amaçlıyordu: 1.Türk toplumunu evrensel saydığı Batı toplumları düzeyine çıkarmak, doğulu kültürün simgeleri saydığı kıyafet, günlük yaşam, sanat vb. alanlarda Türk-İslam kültürüne özgü simgeler yerine, batı kültür ve yaşam simgelerini getirmek. 2.Öbür yandan Türk milletini batı ile barış durumuna, eşitlik haline getirmek. Batı milletleriyle eşit bir duruma gelmek, onun inancına göre, ancak seküler bir devlet sistemi sayesinde mümkündür. Mecellenin yerini almak üzere İsviçre Medeni Kanunu'nu Meclis'e sunan gerekçede “Dinlerin sâdece bir vicdan işi olarak kalması, çağdaş medeniyetin esaslarındandır” deniyordu. Medeni kanun TBMM tarafından onaylanarak 4 Ekim 1926'da yürürlüğe girdi. Medeni Kanun, o zamana kadar İslam hukuk esaslarına tabi olan aile, miras, ayni (mallar) haklar alanlarında tamamıyla seküler kurallara yerini bırakmakta idi. Özetle, 1926 medeni kanunu, Türk toplumunda kişilerin sosyal ilişkilerini kökünden yeni kurallara bağlıyor, onu yaşam tarzında batılı bir toplum hayatına tabi kılıyordu. Lâikleşme yolunda atılan bu adımlar, nihayet 5 Şubat 1937 tarihli anayasanın birinci maddesinde mantıki ifâdesini buldu. “Türk devletinin dinî İslam'dır” maddesi yerine “Türk devletinin lâik olduğu” cümlesi yer aldı. Klâsik İslam ulemasına göre hilafet, yalnız siyasî nitelikte bir kurum değil, aynı zamanda İslam toplumunda Şeri'atın uygulanmasını üzerine alan en yüksek bir kurum olarak algılanmaktadır. Keza Şeri'at, yalnız inanç ve ibadet kurallarını düzenlemez, aynı zamanda Müslümanın toplum içinde sosyal ilişkileri, yaşam tarzını düzenleyen kuralları içerir. İslam dinî, öteki bütün dinlerden farklı olarak, Müslümanın doğumundan ölümüne kadar bu dünyada tüm fiil ve davranışlarını kesin dinî kurallara bağlamıştır. Onun bu özelliği, şu olgudan ileri gelmektedir: Hz. Peygamber'in sünneti, yâni kendi hayatındaki söz ve hareketleri, siyer ve hâdis ilimleri sayesinde kesin biçimde tespit olunmuş ve bu örneklerin incelenmesi kesin bir dinî ödev, nass olarak Şeri'atı oluşturmuştur. Özetle, İslamiyet, bütün ayrıntılarıyla tespit edilmiş bir yaşam tarzıdır. Bu yaşam tarzı, Tanrı'nın emrettiği bir yaşamdır. Şayet bir Müslüman herhangi bir durumda nasıl hareket edeceği konusunda tereddüde düşerse, o durumda dinin hükmünü öğrenmek için Şeri'at bilgisine sâhip bir otoriteye, müftüye danışmak zorundadır. Mezheplerde az çok serbest uygulama biçimleri kabul edilmiş olmakla beraber, nass'a yâni Kur'an ve hadise aykırı hiç bir davranış kabul edilemez; dinin özüne aykırıdır. Dinî kurallarda reform, içtihât ve ıslâh, İslam'ın öz kaynaklarına dönerek, İslam cemaatinin hayrı için yeni kurallar koyma faaliyeti, özellikle 19. yüzyılda gündeme gelmiştir. Bugün küreselleşen bir dünyada, Müslüman devletler arasında seküler devlete uygun gelişmeler karşısında bulunuyoruz. Endonezya'dan Tunus'a kadar birçok İslam devleti bu doğrultuda adımlar atmışlardır. Bugün İslamiyet, Atatürk'le Humeyni arasında bir çözüm bulma çabasındadır. Kayda değer ki, Humeyni'nin İran'ı dahi, Mustafa Kemal'in Türkiye Cumhuriyeti gibi bir cumhuriyet olarak kurulmuştur. Devlet hayatını ve kurumlarını, kanunlarla yeniden düzenlemek o kadar güç değildir. Fakat bir halkın inanç, gelenek ve yaşam tarzını kanunlarla bir anda değiştirmek nasıl mümkündür? Bu uzun bir kültürleşme süreci isteyen, belli sosyal koşullara bağlı ve belli bir eğitim sistemini gerektiren bir değişimdir. Bugün Atatürkçülerin ve gelenekçilerin en sert biçimde, bu alanda karşı karşıya gelmeleri sebepsiz değildir. Millî egemenliğe dayanan demokratik cumhuriyet anlayışıyla din kurallarının egemen olduğu Şeri'at devleti anlayışını bağdaştırmaya imkân olmadığını yukarıda açıklamaya çalıştık. Bu imkânsızlık, hilafetin kaldırılması sorunu ile yakından ilgilidir. Atatürkçülük terimi ile özetlenen inkılaplar yumağı, aslında hilafetin kaldırılması gibi bir temel inkılaptan kaynaklanmakta, onun kaçınılmaz mantıki sonuçları olarak görünmektedir.
·
70 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.