Gönderi

Musa, 13. belki de 14. yüzyılda yaşamıştır ve olasılıkla soylu bir Mısır ailesinden gelme, bir Aton Tapınağı rahibi­dir. Adı bile İbranice değildir, eski Mısır dili olan Koptice'de "çocuk" anlamına gelir. Tevrat'ın, Grekçe çevirisin­de sonradan eklenen "s" ile Moses'e dönüşmüştür. Musa, çok öncelerden, Mısır'da yerleşmiş Yahudilere, salt siyasal önderlik yapmakla kalmamış, aynı zamanda, onlar için bir yasa koyucusu, bir eğitici olmuş; onlara bugün bile kendi adıyla, Musevilik diye anılan yeni bir dini benimsetmeye çalışmıştır. Mısır'ın Yeni İmparatorluk (MÖ 1580-1085), 18. Sülale döneminde, büyük bir emperyalist imparatorluk olması, yeni devletin, tüm bölgeleri kapsayacak evrensel bir (yeni) Tanrı arayışını gündeme getirmiştir. Tek imparatorluk (tek yönetici /tek despot/firavun) ve tektanrı gereksinimine uygun olarak, çoktanrıcılıktan, tektanrıcılığa doğru yeni bir kültürel gelişme başlamıştır. Bu arada, Mısır'ı ilk kez dünya çapında bir ülke durumuna getiren, 18. Sülale za­manında, genç bir firavun (MÖ 1375 yılında) tahta çıkmış ve yeni bir dini Mısır halkına benimsetmeye kalkmıştır. Gene bu ara, Heliopolis Tapınağı'nda, evrensel bir Tan­rı tasarımı gelişmiş ve böyle bir Tanrısal varlığın, ahlak­sal yönünün ön plana alınması ve bu bağlamda, hakikat, düzen ve adalet Tanrısı Maat ile Güneş Tanrısının tek bir Tanrı paydası altında toplanmaya çalışılması, gündeme gelmiştir. Bu tasarım, eski Güneş Tanrısı Aton yönünde gelişmiş. Aton dininde, Tanrı'nın tekliği ve biricikliği üzerinden, evrensel Tanrı öğretisine ve gerçek tektanrıcılık anlayışına ulaşılmıştır. Musa'nın, Yahudilere öğrettiği din, bu Aton dinidir. Ancak Musa, Mısır'dan salt din değil, sünnet âdetini de getirmiştir. Freud'un kanısına göre, Tevrat, sünnet geleneğini ilk Yahudi atalarına kadar götürmüş ve Tanrı ile İbraniler ara­sındaki antlaşmanın bir simgesi olarak kabul edilmişse de, Herodot, sünnetin Mısırlılar arasında uzun sürelerden be­ri var olduğunu yazmıştır. Ayrıca, eski Ortadoğu, Sümer, Akad ve başkaları gibi, Mezopotamya toplumlarında, sün­net geleneğinin pek bulunmadığı bilinmektedir. Freud, yapıtını şöyle toparlar: Mısır'da ortaya çıkan tektanncılığı içeren Aton dini, firavunun ölümünden sonra, 1330 yıllarında büyük bir muhalefetle karşılaşır, yadsınır. Ayaklanmalar olur. Harembad adlı bir ordu komutanı tara­fından -eski- düzen yeniden sağlanır. Bu arada, Aton dinine inananlar kovuşturulmaya başlanır. Karmaşa ortamında; istenmeyen, sevilmeyen azınlıklardan Yahudiler, Musa'nın yönetiminde Mısır'dan göç olayını gerçekleştirirler. Musa, sürekli aşağılanan Yahudilere, Aton tektanrıcıliğını ve eski bir Mısır geleneği olan sünneti öğretir ve onları -bu yönden de birinci sınıf insan olarak- Mısırlılar düzeyine getirmeyi vaat eder ve bundan böyle Yahudileri aşağılanan değil, Tanrı'nın sevdiği "mübarek", "seçilmiş" kavim yapmaya çalışır. Ancak, Yahudiler, Tur-u Sina yöresinde, Musa'nın dini­nden dönerler ve bu dağlık bölgenin eski Volkan Tanrı­sı Yehova'ya inanmaya başlarlar. Bu davranışları kutsal kitaplarda, "altın buzağı" söylenceleriyle anlatılmıştır... Tarihçi Sellin'in bulgularına göre de, gene bu ara yaşanan karışıklıklar sırasında (bizzat) Yahudiler Musa'yı öldürmüşlerdir. Ancak, bir süre sonra, bu "baba katli" ola­yından büyük pişmanlık duymuşlar, olasılıkla, zamandan önce 1350-1215 tarihleri arasında, yeniden Musa dinine dönmeye başlamışlar...
Sayfa 299 - Okuyan Us Yayın.
·
66 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.