Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

CEMAATLERİN ‘SOSYETELEŞME’ TEMAYÜLLERİ
Dünyevileşmenin getirdiği bir hastalık olarak Son zamanlarda, kitapçıların vitrinlerinde, cemaatler hakkında yazılmış birçok kitap görüyoruz. Farklı görüşlerden birçok yazar, cemaatlerin siyasete ve sosyal hayata tesirlerini inceliyor. Hepsi meseleye farklı bir nokta ı nazardan bakıyor. Birçoğu, cemaatlerden son derece kötü bir dille bahsediyor. Bunların ortak noktası, dine, özellikle de İslam’a karşı düşmanca hisler taşıyan kesimlerden geliyor olmaları. Cemaatlere karşı düşmanlıklarının temelinde de cemaatlerin İslam’a hizmetlerinin farkında olmaları yatıyor. Yok etmeyi hedefledikleri dini ilimlerin ve İslami hayat tarzının, cemaatler tarafından ihya edildiğini gayet iyi biliyorlar. Cemaatleşmenin kazandırdıkları Gerçekten, alfabe ve dil devrimlerinden sonra, yeni neslin okuyup anlayabileceği İslami eserlerin yayınlanması, dini eğitim veren müesseselerin açılması ve yaşatılması, kendi kültürümüzü esas alan bir basın yayın hayatının teşekkül etmesi, hep cemaatleşme sayesinde mümkün oldu. Cemaatler, büyük kentlere göç eden Anadolu halkının özünden uzaklaşıp gitmesine mani oldu. Mensuplarını çağın ifsat edici tesirlerinden, adeta cam bir fanus gibi görünmeyen bir himaye ile korudu. Hatta mensuplarının meydana getirdiği kültür atmosferi, cemaat mensubu olmayanlara da İslami bir hayat tarzını teneffüs etme imkânı sağladı. Böylece, ‘Türklere İslamlığını unutturma gayesi’ne yönelik bunca çabaya rağmen, bu toprakların kendi öz kültürüne dönmesini sağladı. Hem cemaatleşme, Müslümanların bir araya gelerek dünyevî meselelerini çözmelerini de sağladı. Müslümanların kendi eğitim müesseselerini kurmalarını, siyasi kurumlarını oluşturmalarını, ekonomik olarak birbirlerini desteklemelerini mümkün hale getirdi. Öyle ki yüzyıllardır bu ülkede edilgen bir sürü halinde olan Müslümanlar, ilk kez memleketin idaresinde aktif hale gelmeye başladılar. Bu durum, cemaatlerin çekim merkezi haline gelmesini de artırdı. İşte bu durum, Müslümanların her zaman içine kapanık ve pasif durumda olmasını isteyen kesimleri, fazlasıyla rahatsız eder hale geldi. Medya, artık eskisi kadar hor göremediği Müslümanların eksiğini kusurunu aramaya başladı. Ne yazık ki bir kısım ilim irfan fakiri kardeşimiz de onlara ihtiyaç duydukları malzemeyi verince medyada “İslami sosyete”, “Müslüman burjuva,” gibi başlıklarla verilen haberler yayınlanmaya başladı. Müslümanların sosyeteleşme temayülleri Biz de bu yazımızda, içerden bir gözle bir özeleştiri yapmak istiyoruz. Gerçekten bize ne oldu? Şimdiye kadar Müslümanların dini ve dünyevi birçok meselesini çözmesine büyük katkılar yapan cemaatler, yoksa artık ‘sosyete klupleri’ne mi dönüşmeye başladı? Ramazan ayını ve tatil dönemini geride bıraktığımız şu günlerde, bir muhasebe yapacak olursak; Müslümanların ileri gelenlerini, gösterişli ve lüks iftarlarda, şatafatlı düğün merasimlerinde, marka kıyafetler, lüks arabalar içinde ve israfın her türlüsünün kol gezdiği “alternatif tatil merkezlerinde” görüntülendiğini okuduk, duyduk ve hatta bir kısmını da gördük… Bu ve buna benzer haberler, çoğunlukla görmek istemediğimiz, “keşke görmeseydik” diye yüzümüzü öte yana çevirdiğimiz haberlerdi. Din kardeşlerimizin hatalarını bahane edenlerin asıl maksadının, genel olarak hepimizi lekelemek olduğunu bildiğimizden sustuk, bilmezden geldik. Zenginin malıyla fuzûlî yere çenesini yoran züğürtler durumuna düşmek de istemedik belki. Belki de nefsimizin haset duygusunu kışkırtmaktan kaçındık. Hem kendi nefsimizden de emin olamadık. Kim bilir belki onların imkânlarına sahip olsak biz daha beterini yapabilirdik! Öyleyse dilimizi gıybet kirine bulaştırmayalım, dedik. Kardeşinin etini çekiştirenlerden olmaktan çekindik. Yine öyle yapmakta fayda var hiç kuşkusuz. Ama bu, bizi kendi nefsimizi muhasebe etmekten de geri koymamalı. Çünkü eleştirilmediği zaman, bu hayat tarzı gençlere cazip geliyor ve örnek teşkil ediyor. Üzülerek dile getiriyorum, son zamanlarda genç kızlarımız arasında, mütevazı hoca hanımları örnek alanlar gittikçe azalırken, cemaatin sosyetesi sayılabilecek kesimi örnek alanlar ise gittikçe artıyor. Bu da bize bazı konuları açıkça konuşmak zorunda olduğumuzu düşündürüyor. Ne oluyoruz? Yoksa cemaat olmaktan çıkıp sosyeteleşiyor muyuz? Cemaat, ‘sociyety’ ve sosyete kavramları İngilizce’de belli bir maksatla bir araya gelen gruplara “society” deniyor. Osmanlı Türkçesinde “cemiyet” kelimesiyle karşılanmış olan bu kavram, özünde müspet manalar taşıyor. Mesela, belli bir görüşü savunan veya belli bir alanda araştırma yaparak, bilgisini görgüsünü artırmak isteyenlerin kurduğu fikir klüpleri de bir çeşit ‘society’dir. Yine belli bir hassasiyeti dillendiren, o mevzu hakkında toplumun bilgilenmesi için çalışmalar yapan gruplara da “society” denilebilir. Bir takım değerleri, mesela tarihi eserleri, kültür mirasını, toplumda popüler olmayan ama önemli bir insanlık mirası olan şeyleri sahiplenip korumaya çalışan gönüllülere de “society” denilir. Genellikle bu cemiyetler, hali vakti yerinde olan kişilerce kurulur. Çünkü geçim derdi içinde olanlar, bu hizmetlere öncülük edecek imkâna sahip değildir. Belki orta halli kimselerin de böyle bir klübe, derneğe, cemiyete vs. üye olup güçleri yettiğince destek vermeleri mümkündür. Ama çoğu zaman, o kişiler göze görünmez, o cemiyetin ihtiyaç duyduğu kaynağı sağlamak için büyük bağışlar yapan veya bağış toplamak için faaliyetler düzenleyenler göz önünde olurlar. İşte bu “kalburüstü” tabir edilen grup, cemiyete daha fazla bağış toplayabilmek için zenginlerin hoşuna gidecek tantanalı, gösterişli, bol reklamlı, medyanın ilgisini çeken faaliyetler düzenlerler. Böylece lüks tüketimin ve gösterişin körüklendiği bir cemiyet hayatı meydana çıkar. Hatta öyle olur ki, cemiyetin asıl maksadı unutulur, daha çok gösteriş öne çıkar. İşte o zaman, “society” denilen cemiyet, yavaş yavaş sosyeteleşir. Sosyetenin bizim dilimizdeki karşılığı malumdur. Genellikle lüks tüketim, gösteriş için aşırı harcama ile dikkat çeken gruplara “sosyete” denir. Çoğunlukla kadınların pahalı kıyafetleri, markalı aksesuarları gündeme geldiği için “sosyete” denince akla zengin ve gösteriş meraklısı kadınlar gelir. Aslında kadın olsun erkek olsun, kendileri dışındaki insanların halinden habersiz, yapmacık bir hayat tarzı içinde yaşayan gruplara “sosyete” denilmesi mümkündür. Zaten sosyeteyi sosyete yapan da budur, “kendi küçük grubu içinde dikkat çekmek adına ,yapmacık tavırlar içine girmek, bu sırada dışarıdan birilerinin onları nasıl gördüğünün şuurunda olmamak veya önemsememek…” İşte, son zamanlarda bir kısım Müslümanların, bahsettiğim o bizi son derece üzen ve mahcup eden hallerinin sebebi de budur. Kendileri dışındakilerden habersizlik hali… Bu hal, çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. En yaygını lüks tüketim olsa da bunun dışında takıntılarda da kendini gösterebilir. Mesela, bir takım hal ve tavırlardaki farklılaşma. Bir takım dikkat çekici, garip, aşırı hallere bürünme. Sözlü ve beden dilinde ortaya çıkan yapmacık ifade tarzları… Elbette bizim tasavvuf cemaatlerimizde, böyle aşırılık içinde olanların oranı, cemaatlerin geneline oranla oldukça düşüktür. Diğer taraftan, cemaatlerin çoğu, “cemiyet” oluşturmanın müspet yanlarını daha fazla taşımaktadır. Yani, cemaatler çoğunlukla belli bir amaçla bir araya gelen, mesela dini bilgi ve tecrübemizi artırıp, kendimizi yetiştirmek, bu arada da korunması ve yaşatılması gereken değerlerimizi yaşatmak gibi gayeleri gerçekleştiren kişilerden oluşmaktadır. Büyük çoğunluk, asıl amacının farkındadır ve bu maksada uygun davranmaktadır. Ancak maddi imkânlarının elverişli olmasının da etkisiyle, maksattan uzaklaşıp sosyeteleşen küçük azınlık, daha çok göze çarpmaktadır. Bu kesim, halen azınlık da olsa topluma örnek oluşturmaya başladıkları için ikaza muhtaçtır. En azından, onları örnek alma durumunda olanların, neyin doğru neyin yanlış olduğunu hatırlamasında fayda vardır. Sosyeteleşmenin belirtileri Bu yazımda, hali vakti yerinde olan veya giyimine kuşamına özen gösteren herkesi hedef aldığım zannedilmesin. Aksinde, Müslümanların dünyevi bakımdan güçlü olmaları ve artık hayat tarzı, giyim kuşamda zevkini belirleyecek duruma gelmiş olmaları, zaten halkın büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede normal bir durumdur. Sosyeteleşmenin ölçüsü, genellikle dış görünüşten örneklerle verilir ama aslında bu tek ölçüt değildir. Sosyeteleşmenin ölçüsü, asıl kibir duygusunu besleyen “seçkinlik” iddiasıdır. Bir kısım insanlar, toplumun küçük bir kısmını seçkin, üstün sayarlar ve onlarla bir arada olmanın kendilerini de seçkin kılacağını kabul ederler. Psikolojide “narsizm” denilen bu nefsanî hastalık, kişinin kendisini seçkin saydığı o gruba kabul ettirmek için çabalaması, bu arada da sıradan insan olarak gördüğü diğer kişilerle ilişkilerini azaltması yahut yüzeyselleştirmesi ile kendini gösterir. Mesela, son zamanlarda, maddi durumu yükselince yıllardır oturmakta olduğu semti terk edip daha “seçkin” sayılan bir muhite taşınır. Orada yeni bir çevre edinir. Bu çevre, bazen iş çevresi, bazen çocuklarının gittiği özel okulda edindiği yeni arkadaşları olabilir. Artık eski mahallesinin komşularını arayıp sormaz. Kendisini arayanları da savuşturur. Oğlunun sünnet düğünü, kızının nişanı vs. zamanlarda daha çok yeni çevresinden simalarla samimi olur. Yakın akrabaları ise “ayıp olmasın” diye çağrılmıştır ama düğün sahibinin ilgisinden mahrum bir şekilde, utana sıkıla lüks ikramların tadına bakarlar. Artık eski dostlarının davranışlarında samimiyet kalmamıştır. Bir araya gelinen nadir zamanlarda bile konuşup dertleşmek mümkün olmamaktadır. Çünkü artık, yeni bir dünyaya adım atan dostları, dertlilerin derdiyle ilgilenmez olmuştur. Kendisinden bir hususta yardım istense canı sıkılır. Yardım için verdiği para, kolundaki çantaya verdiğinden daha azdır. İşte, bu sosyeteleşmenin en çirkin yüzü de budur. Aslında, dikkat edilirse bu tip kişilerin genellikle cemaatleriyle ilişkisi de bozulmuş veya yüzeyselleşmiştir. Artık çok meşguldür, sohbetlere gelecek zamanı kalmamıştır. Bazen sohbet sırasında yapılan bir ikaza bozulur, bozulduğunu da çekinmeden belli eder. Kendine yöneltmediği eleştiriyi başkalarına kolayca yöneltir. Hele hele bir hayır işine veya hizmete çağrıldığında, hemen kusur arayıcılığa başlar. Güya o kusurlar sebebiyle hayır yapmıyormuş gibi kendi nefsini avutur. Zaten çok geçmeden, kardeşlerinden de kopar. Çünkü nefsi onu başıboşluğun rahatlığına çekmek ister. Bir tasavvufi cemaatin içinde kalarak terbiye olmaya niyeti de kalmamıştır. Cemaatle bağını devam ettirse de mesele çıkarmaya devam eder. Ne zaman öğüt verilse veya hayır çağrısı yapılsa bozgunculuk çıkarır. Dikkat çekici ve kibirli halleriyle, gençlerin dikkatini çeker. Onlardan, bilhassa nefsine uygun bir örnek arayanların rol modeli olur. Son zamanlarda çoğalmaya başlayan bu tipler, cemaatlerin adeta yeni imtihanıdır. İkaz edilmekten hoşlanmadıkları için kimse onlara bir şey diyememektedir. Onların şahsında, cemaate haksız yere leke gelmektedir. Ama sonuçta, cemaat mensubiyeti sadece gönüllülük esaslı bir bağ olduğu için kimsenin kimseyi azletmeye, yani cemaatten dışlamaya yetkisi de yoktur. Ne yapmalı? Cemaat rehberleri ve hocaları, belki zaman içinde ders alır, düzelirler umuduyla bu tip kişilere müsamaha göstermeye mecbur kalmaktadır. Bu sebeple, bu tip kişiler sebebiyle cemaatlere kızgınlık göstermemek gerekir. Ayrıca, bu kişilerin maruz kaldığı imtihanı da dikkate almak gerekir. Belki onların haliyle hâllensek biz de benzer bir duruma düşebilirdik. Onları kınayıp dışlamak da örnek alıp taklit etmek de yanlıştır. En doğrusu, güzel ve doğru davranışlar göstererek, güzel bir örnek ortaya koymaya azimli olmaktır. Eğer bizler, cemaatin meşhurlarının değil, takva sahibi olanlarının etrafında halkalaşarak bir çekim merkezi oluşturursak, bu kardeşlerimiz de nefislerinin eğilimleriyle mücadele ederek, aramıza karışmak isteyebilirler. Hem bu hareket tarzımız gençlere “kimleri örnek alacakları” noktasında rehberlik edecektir. Unutulmamalıdır ki, bu kardeşlerimizi hatalı tavırlara sürükleyen, dışarıdaki, maddiyata değer veren bozuk cemiyettir. Bu kardeşlerimizi aramıza alırsak zamanla düzelebilirler. Eğer hallerini kınar ve dışlarsak arada bir nasihat dinlemelerine mani olmuş oluruz. Hâlbuki sohbetlerden büsbütün koparlarsa çok daha beter bir duruma düşmelerinden korkulur. Hepimiz kendi nefsimizin kusurlarıyla meşgul olur, mümin kardeşlerimize de hayır dua ve nasihat edersek inşaallah, toplum halinde düzelmemiz müyesser olur. Rabbim hepimizi nefsimizin şerrinden korusun. (Âmin) HATİCE KÜBRA ERGİN
··
223 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.