Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

112 syf.
·
Puan vermedi
Kırmızı Pazartesi… Elime ulaştığı anda kapak tasarımı, kitap dokusu olarak beğendiğim eser bir günde rahatça bitirilebilecek uzunlukta ve bitirdiğinizde ben ne okudum dedirtecek seviyede olağan dışı bir kurguya sahip bir Gabriel Garcia Marquez kitabı ve aynı zamanda yazardan okuduğum ilk kitap. Eser; Angela Vicario isminde bir kızın Bayardo San Roman’la evlenmesi ve evlendiği gece bakire olmayışının eşi tarafından anlaşılması üzerine baba evine gönderilmesi ve Angela’nın sorumlunun Santiago Nasar isimli Arap asıllı olan 21 yaşında ve döneme göre zengin bir genci-iftira olup olmadığı tam da bilinmeyen-suçlaması ve Angele Vicario’nun ikiz olan abilerinin Santiago Nasar’ı öldürmesini konu alıyor. Yazar ise bir halkın, bir cinayete nasıl tepki verdiğini hatta o cinayet işlensin diye nasıl ortam hazırladığını, bazı kavramların bir hiç uğruna kaç hayatı değiştirdiğini ve insanlığın “namus” adı altında bir suça nasıl ortak olduğunu gözler önüne seriyor. Yazar enteresan bir şekilde ilk sayfadan sonu söyleyerek roman başlıyor. Kitapta bekareti bozulmuş Angela babasının evine götürülüyor aynı olayların bizim toplumumuzda da namus cinayetiyle sonuçlanması ne yazık ki sıklıkla gördüğümüz bir durum ama çok büyük bir fark olduğu, cinayetin bizim topraklarımızda bekareti bozulmuş kadını öldürerek geçekleştiğini görüyoruz. Şaşılacak şekilde romanda kızın bekaretini bozmuş erkeğin cinayete kurban gitmesi işleniyor. Burada önce aklıma bir tecavüz olayı mı acaba? sorusu gelse de kitap boyu böyle bir kurguya yahut değindirmeye bile rastlamadım. Buradan çıkaracağım sonuç “namus” kavramının her yerde kullanıldığını hatta kitapta bir kısımda “Namus, aşktır.” şeklinde cümlenin de geçtiğini görerek namusun aslında her yerde ciddiye alındığını gördüm. Namus her yerdeydi. Ama fark “Kimin namusuydu?” erkeğin mi kadının mı ailenin mi yoksa toplumun mu? Alışkın olduğumuz şekilde bizim coğrafyamızda namus kadınındı ve aile namus problemini çözerdi. Bunda tabii toplumun payı unutulamazdı. Ama farklı coğrafyalarda namus farklı şahıslara yüklenebiliyordu. Bizim toplumumuzda olmasa da onların toplumunda namus cinayetini erkeği öldürerek sonuçlandırıyorlardı. Yine bize göre şaşılacak bir durum olarak “dul adam” kavramı geçiyordu. Açıkçası Türkiye’de neredeyse kimse bu kullanımı beğenmeyecek ve hakaret olarak algılayacaktı. Acaba anaerkil bir toplum mu diye bakacak olursak da kadına şiddetinde yer yer geçtiği kitaptan böyle bir toplum olmadığı sonucunu çıkarttım. Esasına bakınca yine bu cinayetlerin temel çıkışının toplum olduğunu düşünmekteyim. Sonuç olarak “Ben insanların yüzüne nasıl bakarım, boynumuz büküldü” gibi kavramlar orada da kullanılıyordu ve hatta avukatlar namus cinayetlerinin bir meşru müdafaa hareketi olarak yorumluyorlardı. Kitapta ısrarla Santiago Nasar’ı öldüren Vicario kardeşlerinde lafta bu cinayeti işleyecek naralar attığını ama gerçekte bu cinayeti birilerinin durdurması için her yola başvurduklarını anlatıyor. Bu da cinayeti kendileri için değil toplum için işledikleri sonucunu daha da doğrusu toplumda yaşamaya devam edebilmek için işledikleri sonucunu ortaya koyuyor. Yine kitapta kasap olarak geçen Pedro ve Pablo Vicario kardeşlerin değil insan kesmek hayvanları bile gözlerine bakıp kesemeyeceği alt metni veriliyor. Başka bir noktada da “O ikisi kimseyi öldüremez, hele zengin birini hiç.” İfadesi yer alıyor genel kurguda da bazı insanlar zaten öldüremeyeceklerini düşünerek işi ciddiye almıyorlar. Bu alt metinlerden aslında kendilerinin değil de toplumun onlara bu cinayetleri işlettikleri açıkça ortaya çıkıyor. Gerçekten şu an düşünüyorum da bu namus konusu üzerinde epey durulması ve sorgulanması gereken bir konu… Esas dikkat çektiği noktalardan biri de sonrasında neler olduğuydu. Santiago Nasar ölmüştü. Onun nişanlısı bu namusa inat başka biriyle evlendi sonra evlendiği kişi onu fuhuşa sürükledi. Angela yıllarca ölü gibi yaşadı aynı şekilde San Roman da. Bu ikisinin yıllar sonra tekrar beraber olması da işin trajikomik yanıydı. İkizler senelerce hapis hayatından sonra birisi askere gidip öldü diğeri ise farklı şehre taşındı. Bu arada taşınırlarken geceleyin sinsice suç işlemiş gibi değil bilakis gündüz gözünde ve gururla ayrıldılar. Sonuç olarak ailelerin arkadaşların hayatı belki 30 40 kişinin yaşamı değişmek zorunda kaldı, bir insan öldü ve elimize ne geçti? Yine kitabın üzerinde durduğu bir konuda bu namussuzluğun gerçekten sebebinin Santiago Nasar olup olmamasıydı. Çeşitli yerlerde kimsenin ondan bunu beklemediği ve onun da gururundan Angela’ya bakmayacağı açıkça belirtiliyordu. Namus suçları kapsamındaki suçlar inanca, millete ve yaşama göre değişen yapıdadır. Kimin nasıl baktığı hele ki şu dönemde çok değişiklik gösterse de bu konu yanlış anlaşılmalara ve iftiralara çok müsait bir konumda. Bu sebeple “hayat karartma” gücüne sahip olan insanların neler yapabileceği açıkça ortada olmasına rağmen bizim topraklarımızda hala sorgusuz sualsiz suçlamalar yapılmakta. Buna kitabın bir bölümünde önyargı denilmekte, doğru bir kullanım olmayabilir ama “Bana önyargıyı verin, dünyaları yerinde oynatayım” şeklinde bahsediliyor. Son olarak bir kahramanca ölüm anlatılıyor ve kahramanımız Wene halasına; Beni öldürdüler Wene hala. Diyerek hayatını kaybediyor. Kitabı okuduktan sonra anlatımı, kurguyu ve özellikle son cümleyi adeta şok geçirmişçesine düşündüm. Gerçekten bu kitap okunulması gereken bir yapıt. Hatta bir de değil birkaç kez okunulması gereken bir yapıt. Gabriel Garcia Marquez’i bize uzak bir anlatıma sahip olmasına rağmen başka bir kitapta okumak isterim.
Gabriel Garcia Marquez
Gabriel Garcia Marquez
Kırmızı Pazartesi
Kırmızı PazartesiGabriel Garcia Marquez · Can Yayınları · 202177,9bin okunma
·
23 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.