Gönderi

Tüm hiyerarşilerden bağımsız bir biçimde algılanabilecek, kapsamlı bir aşk kavramı yaklaşımı, Kanadalı sosyal psikolog John Alan Lee'nin 1976 tarihli Aşkın Renkleri kitabında gelişti- rilmiştir. Lee, Antik Yunan'da farklı aşk hallerine karşılık gelen on kavramsallaştırmayı, altı "sevme biçimine" indirgemiştir. Eros [tutkulu/yoğun] : İdeal güzelliklerden büyülenen, An- tik Yunan'a ait bir aşk kavramıdır. Bu sevme biçimi, kusursuz bir sevgili arayışındadır. Ludus [oyunbaz]: Bu kelime, Latince "piyes" veya "oyun" anlamına gelir; Brutus ile kafiyelidir. İlk olarak, MÖ 1 yılında Romalı şair Ovid tarafından, ciddi değil de oyunbaz olan bir aşkı betimlemek için kullanılmıştı. Rastgele sayıda [oyuncu ta- rafından] oynanabilir. Storge [kardeşçe/anaç] : Antik Yunan'da yaşayanlar bu keli- meyi, erkek ve kız kardeşler veya arkadaşlar gibi yakın ilişki- lerde çocukluktan bu yana gelişen doğal sevgi ilişkisini betimlemek için kullanmışlardır. Şefkate dayalı, müşterek bir sevme biçimidir. Storge, İngilizce'de daha neşeli, daha gey anla- mına gelen "more gay"3 ifadesine karşılık gelir. Manie [iptila]: Yunan filozofları, bazı aşıkların tanrıların deliliğine yakalandıklarına ve bu yüzden de saçma sapan dav- randıklarına inanıyorlardı. Manie, benim takıntılı, kıskanç, aşikar bir biçimde irrasyonel aşk için kullandığım bir kavram. Agape [koşulsuzca] : Havari Paul, Korintlilere yumuşak baş- lı, özverili, sorumluk sahibi sevgiyi açıklamak istediğinde, yu- nanca "agape" sözcüğünü kullanmıştı. "What a day" (Ne gün ama!) ifadesine karşılık gelir. (Agape, arkasında bir düşünce olmadan ve bir koşul konmadan verilen sevgidir.) Pragma [sağduyulu]: Pragma, "pragmatik" kelimesinin Yu- nanca kökenidir. Bu sözcüğü, fikir birliğini ve sağduyuyu vur- gulayan sevme biçimini anlatmak için kullanıyorum. Önceleri bu sevme biçimi, çoğunlukla "anlaşmalı evlilik" olarak adlan- dırılıyordu. Bugünse internet tabanlı evlenme hizmetleri saye- sinde gerçekleştiriliyor. (Lee 1976, s. 9'dan itibaren). Bu tür bir sınıflandırmanın, diğer yöntemlerin aksine, aş- kın nesnesini ortaya koymaksızın, sevme biçimini seven özne- nin bakış açısından görmemizi sağlaması gibi bir avantajı vardır. 4 Diğer tanımlamalar doğrudan aşkın nesnesi ve/veya iletişim ile ilişkilidir. Bu tür yaklaşımlar kavramı daraltır ve gözlemlerimizi yargılayan fikirlere dönüştürmüş olan değer- lendirmeler, hiyerarşiler veya hatta normlar oluşturur. Oysa bizim istediğimiz, değerlendirmelerin sadece bu şekilde eti- ketlendiğini ortaya koymak ve onların tesadüfi kısıtlamalar olmadığını belirtmektir. Bu gibi kısıtlamalara örnek vermek istersek, Ulrich Beck ve Elisabeth Beck-Gernsheim yazdıkları Das ganz normale Chaos der Liebe [Aşkın Normal Kaosu] isimli kitapta şöyle bir eleştiri yapmaktadır: "insan pek çok şeyi sevebilir: Endülüs'ü, büyükannesini, Goethe'yi, beyaz ten- de siyah file çorabı, ekmek üzerinde erimiş kaşarı, büyük me- meli bir kadının gözlerindeki davetkar bakışları, fırından yeni çıkmış keki, bulutların hareketini ve bacakları, Erna'yı, Eva'yı, Paul'ü, Heinz Dietrich'i, aynı anda, arka arkaya, ölçüsüzce, ses- sizce, elleriyle, dişleriyle, sözcükleriyle, bakışlarıyla, özenle se- vebilir. Öte yandan, (hangi biçimde olursa olsun) cinsel aşk da benzer bir şiddet ve kıyamla sınırlanmıştır; öyle ki çoğunlukla bu sözlerden, ellerden, öpücüklerden menkul göz kamaştırıcı, aldatıcı arzu biriminde bütün sevme ihtimallerimize son veri- riz" (Beck/Beck-Gernsheim 1990, s. 20). Lee'ye göre, bu altı sevme biçimini kullanmak, bitimsiz bir belirsizliğin içine düş- meksizin, bu kısıtlanmayı ortadan kaldırmamızı sağlar. Bu sevme biçimlerinden yola çıkarak, kime ve nasıl aşık olduğu- muzu sosyal ve tarihsel bir bağlamla daha iyi ilişkilendirebili- riz ve böylece, belirli sevme biçimlerini norm olarak tanımlamayı, tamamen doğalmış gibi görmeyi veya kendimizi sonsuzluğun içinde kaybetmeyi bir tarafa bırakabiliriz. Bu yol- la, sözgelimi, baz� kimseler için herhangi bir tendeki "file ço- rap" şüphesiz ki "bütün sevme ihtimallerinin" yerini tamamen dolduracaktır; tıpkı Lee'nin tanımlamalarının, örneğin, Hristi- yan hayırseverlikleri arasındaki farklılaşmayı mümkün kılma- sı gibi. İletişime dayalı bir başka bakış açısından Francesco Albe- roni, "Historisierung und Punkte ohne Wiederkehr" [Tarih- selleştirme ve Dönüşü Olmayan Noktalar] isimli makalesinde şöyle belirtir: Dünya "yine, bize evet dediğinde diğer her şeyin anlamını ve değerini yitirdiği, çok mühim bir şey vermiş olan, tek kelimeyle arzulanabilir bir kimsenin etrafında döner. Tara- fımızdan sevilen kimse sevgimize cevap verirse, o zaman tüm evren bize olağanüstü görünür; gülümsemeyle ve şefkatle cö- mertliğini gösterir. Sevilenle hemhal oluşumuzla, kainatın özüne yaklaştığımız, onun tanrısal harmonisine dahil olduğu- muz izlenimine kapılırız. Bir anda yapayalnız hissetmemeye başlarız; hatta, bir anlamda, herkesle hemhal ve müşterek bir özün parçası haline gelmiş gibiyizdir" (Alberoni 2000, s. 12). Burada aşk, tamamıyla romantik bir aşık olma durumuna in- dirgenmiştir. Örneğin Minne [Saray aşkı] gibi sadece adanmış bir aşk veya mantığa dayalı aşk bu betimlemenin büsbütün dışında kalır.
·
98 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.