Gönderi

Daha zengin anne babalar ağırlıklı olarak çocuklarının boş zamanlarıyla, onları bir etkinlikten alıp diğerine götürmekle, onlara öğretmenleri, antrenörleri ve takım arkadaşları hakkında sorular sormakla ilgileniyordu. Lareau’nun izlediği hali vakti yerinde çocuklardan biri yazları bir beyzbol, iki futbol, bir yüzme ve bir basketbol takımına katılıyor, ayrıca bir orkestrada performans sergiliyor ve piyano dersleri alıyordu. Bu tür yoğun programlar yoksul çocukların yaşamında neredeyse hiç yoktu. Onlar için oyun haftada iki kez futbol antrenmanı değildi. Akranlarıyla ve komşu çocuklarla dışarıda oyunlar oynamaktı. Onların anne babalarına göre, çocukların yaptığı şeyler yetişkinler dünyasından bütünüyle ayrıydı ve özel bir önem taşımıyordu. Emekçi bir aileden bir kız –Katie Brindle– okuldan sonra bir koroda şarkı söylüyordu. Ancak koroya kendi başına yazılmıştı ve provalara da yürüyerek kendi başına gidiyordu. Lareau şöyle yazmış: Orta sınıf anneler için rutin olup da Bayan Brindle’ın yapmadığı şey, kızının şarkı söylemeye duyduğu ilgiyi, bu ilgiyi formal bir yeteneğe dönüştürmeye yardımcı olmanın başka yollarını aramak için bir işaret olarak görmemesiydi. Aynı şekilde, Bayan Brindle, Katie’nin tiyatroya olan ilgisini irdelemiyor ya da kızının yeteneğini geliştirmeye yardımcı olacak parasal güce sahip olmamakla ilgili bir pişmanlık dile getirmiyor. Bunun yerine Katie’nin ilgi ve yeteneklerini karakter özellikleri olarak kabul ediyor; ona göre, şarkı söylemek ve rol yapmak Katie’yi “Katie” yapan şeylerin bir parçası. Kızının gösterilerini “hoş” buluyor ve Katie için “dikkat çekme”nin bir yolu olarak görüyor. Orta sınıf anne babalar çocuklarıyla konuşuyor ve onlarla birlikte mantık yürütüyordu. Sadece komut vermiyorlardı. Çocuklarından konuşmalarını, yanıt vermelerini, müzakerede bulunmalarını, yetişkinlerin otorite konumunu sorgulamalarını bekliyorlardı. Daha zengin aileler, çocukları okulda başarılı değilse, öğretmenlere meydan okuyordu. Çocukları yararına müdahalede bulunuyordu. Lareau’nun izlediği bir çocuk, üstün zekalılara yönelik bir programı kıl payı kaçırır. Annesi onun yeniden sınava girebilmesi için uğraşır, okula dilekçe verir ve kızının kaydolmasını sağlar. Yoksul anne babalar ise, tam tersi, otoriteden yılıyor. Pasif biçimde tepki veriyor ve geri planda kalıyorlar. Lareau düşük gelirli bir anne baba hakkında şunları yazıyor: Örneğin, anne babalarla öğretmenlerin katıldığı bir konferansta, (lise mezunu) Bayan McAllister sakin görünüyor. Evde sergilediği dost canlısı ve insanlarla kaynaşmış tavır bu ortamda gizli kalıyor. Sandalyeye sırtını kamburlaştırarak oturmuş ve ceketinin fermuarı tamamen kapalı. Çok sessiz. Öğretmen Harold’ın ödevini getirmediğini söyleyince Bayan McAllister açıkça afallıyor, ancak bütün söylediği “Evde yapmıştı” oluyor. Öğretmenle konuşmaya devam etmiyor ya da konuya Harold’ın yararına müdahale etmeye kalkışmıyor. Onun görüşüne göre, oğlunun eğitimini yönetmek öğretmenlere kalmış. Bu onların görevi, kendisinin değil. Lareau orta sınıfa özgü çocuk yetiştirme tarzını “işbirliği odaklı eğitim” olarak adlandırıyor. “Çocuğun yeteneklerini, görüşlerini ve becerilerini” etkin biçimde “destekleme ve değerlendirme” çabası. Yoksul anne babalar ise, tam tersi, “doğal gelişimin başarısına” yönelik bir strateji izlemek eğiliminde. Sorumluluklarını çocuklarına bakmak, ancak onların kendi kendilerine büyüyüp gelişmelerine izin vermek olarak görüyorlar. Lareau ahlaki açıdan bir tarzın diğerinden daha iyi olmadığını vurguluyor. Ona göre, yoksul çocuklar çoğunlukla daha iyi davranıyordu, daha az yakınıyordu, zamanını değerlendirmekte daha yaratıcıydı ve iyi gelişmiş bir bağımsızlık duygusuna sahipti. Ancak işbirliği odaklı eğitim, pratik açıdan, çok büyük avantajlara sahip. Yüklü bir programı olan orta sınıf çocuğu sürekli deneyimden deneyime geçiş yapmakla karşı karşıya. Takım çalışmasını ve iyice yapılandırılmış ortamlarla nasıl başa çıkacağını öğreniyor. Yetişkinlerle rahat etkileşime girmeyi ve gerektiğinde fikrini çekinmeden, cesurca söylemeyi öğreniyor. Lareau’nun ifadesiyle, orta sınıf çocuklar “hak sahibi olma” duygusunu öğreniyor. Hiç kuşkusuz bugünlerde bu tanım olumsuz çağrışımlara da sahip. Ancak Lareau en doğru anlamını kastediyor: “Kendi bireysel tercihlerinin peşinden gitme ve kurumsal ortamlarda etkileşimleri etkin biçimde yönetme hakkına sahipmiş gibi davranıyorlardı. Bu ortamlarda rahat görünüyorlardı; bilgi paylaşımına ve dikkatleri üzerlerine çekmeye açıktılar… Etkileşimleri kendi tercihlerine göre yönlendirmek, orta sınıf çocuklar arasında yaygın bir davranıştı.” Kuralları biliyorlardı. “Orta sınıf çocuklar, dördüncü sınıfta bile, avantaj sağlamak için kendi yararları doğrultusunda davranır görünüyordu. Prosedürleri kendi isteklerine uygun hale getirmek için öğretmenlerden ve doktorlardan özel ricada bulunuyorlardı.” Emekçi sınıftan ve yoksul çocuklar ise tam tersi “mesafe, güvensizlik ve baskı duygusuyla” karakterizeydi. Kendi tarzlarını nasıl ortaya koyacaklarını ya da kendi amaçları doğrultusunda bulundukları ortama –Lareau’nun harika tanımıyla– nasıl “uyum sağlayacaklarını” bilmiyorlardı. Lareau anlattığı sahnelerden birinde, dokuz yaşındaki Alex Williams’la annesi Christina’nın bir doktor ziyaretini betimliyor. Williams’lar zengin profesyonellerdi. Christina arabada, doktorun muayenehanesine giderken, “Alex, doktora sormak isteyebileceğin soruları düşünmelisin” diyor. “Ona istediğin her şeyi sorabilirsin. Utanma. Her şeyi sorabilirsin.” Alex bir an düşünüyor ve “Deodorantımdan koltukaltımda bazı kabarcıklar oluştu” diyor. Christina: “Gerçekten mi? Yeni deodorantından mı demek istiyorsun?” Alex: “Evet.” Christina: “O zaman doktora sormalısın.” Alex’in annesi “çekinmeden, cesurca konuşmaya hakkı olduğunu –bir odada kendisinden daha büyük ve otorite konumundaki bir kişiyle bir araya gelse bile kendini göstermesinin kesinlikle doğru olduğunu– öğretiyor” diye yazıyor. 40’lı yaşlarının başlarında güleryüzlü bir adam olan doktorla bir araya gelirler. Doktor Alex’e boyunun 95 persantil değer içinde olduğunu söyler. Alex araya girer: ALEX: Neyin içindeyim? DOKTOR: Bu senin 10 yaşındaki 100 genç adamdan 95’inden daha uzun olduğun anlamına geliyor. ALEX: Ben 10 yaşında değilim. DOKTOR: Evet, seni grafiğe 10 yaş olarak aldılar. Dokuz yaşından 10 ay almışsın. Hangi yaş daha yakınsa genellikle grafiğe o yaş alınır. Alex’in ne kadar kolay araya girdiğine bakın; “Ben 10 yaşında değilim.” Bu hak sahibi olmaktır: Annesi bu sıradan nezaketsizliğe izin veriyor, çünkü onun otorite konumundaki insanlar karşısında kendini göstermeyi öğrenmesini istiyor. DOKTOR ALEX’E DÖNER: Evet, şimdi en önemli soru. Seni muayene etmeden önce bana sormak istediğin bir şey var mı? ALEX: Şey… sadece bir tane. Kollarımda bazı kabarcıklar oluşuyor, tam buralarda (koltukaltını işaret eder). DOKTOR: Altında mı? ALEX: Evet. DOKTOR: Pekâlâ. Sağlık kontrolü sırasında onları görmem gerekecek. Ne olduklarına ve onlar için ne yapabileceğime bakacağım. Ağrı ya da kaşıntı yapıyorlar mı? ALEX: Hayır, sadece böyle bir şey var. DOKTOR: Pekâlâ, senin için bu kabarcıklara bakacağım. Bu tür bir etkileşim daha alt sınıftan çocuklarla yaşanmıyor, diyor Lareau. Onlar sessiz, itaatkâr ve gözlerini kaçırıyorlar. Alex kontrolü ele alıyor. “Önceden sormaya hazırlıklı olduğu soruyu anımsarken doktorun tüm dikkatini çekerek kendi seçtiği bir konuya odaklanmasını sağlıyor” diye yazıyor Lareau. Bunu yaparken güç dengesini yetişkinlerden uzaklaştırıp kendine kaydırıyor. Yumuşak bir geçiş yaşanıyor. Alex kendisine saygılı davranılmasına alışık. Onu özel biri ve yetişkinlerin dikkat ve ilgisini hak eden bir kişi olarak görüyorlar. Bunlar işbirliği odaklı eğitim stratejisinin temel özellikleri. Alex sağlık kontrolü sırasında gösteriş yapmıyor. Anne babasıyla olan ilişkisindekine çok benzer biçimde davranıyor; aynı kolaylıkla mantık yürütüyor, müzakerede bulunuyor ve şaka yapıyor. İçinde bulunulan ana hakim olmakla ilgili bu özel ustalığın nereden geldiğini anlamak önemli. Genetik değil. Alex Williams otorite konumundaki kişilerle etkileşime girme becerilerini, gözlerinin rengi gibi, anne babasından ya da büyük anne ve büyük babasından kalıtımsal olarak almadı. Irksal da değil; ne siyahlara ne de beyazlara özel bir davranış. Öğrendik ki Alex Williams siyah, Katie Brindle ise beyaz. Bu kültürel bir avantaj. Alex bu becerilere sahip, çünkü annesiyle babası –eğitimli ailelerde olduğu gibi– küçüklüğünde onu özenle eğittiler; doktorun muayenesine giderken arabada gerçekleşen o küçük provaya varana dek, onu dürttüler, harekete geçirdiler, yüreklendirdiler, ona oyunun kurallarını gösterdiler. Sınıf avantajlarından söz ederken, büyük oranda bunu kastediyoruz, diyor Lareau. Alex Williams, Katie Brindle’dan daha iyi, çünkü daha zengin, çünkü daha iyi bir okula gidiyor ve çünkü –bu belki daha da kritik– ona öğretilmiş olan hak sahibi olma duygusu modern dünyada başarılı olmaya mükemmel biçimde uygun düşen bir tavır.
·
70 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.