"Gücenmiş kardeş surlu kentten daha zor elde edilir.
Çekişme sürgülü kale kapısı gibidir."
(Süleyman'ın Özdeyişleri 18:19)
Gücenmiş bir kardeş veya kız kardeşi kazanmak, surlarla çevrili
bir kenti kazanmaktan daha zordur. Güçlü kentleri çevreleyen surlar
vardı. Bu surlar kentin korunmasını güvence altına alır ve kent halkı
tarafından hoş karşılanmayan kişileri ve işgalcileri dışarıda tutardı.
Tüm girişler gözetlenirdi. Vergi borcu olanlar, borçlarını ödeyinceye
dek kente girişlerine izin verilmezdi. Kentin sağlığı ve güvenliği için
potansiyel tehdit oluşturanlar içeriye sokulmazdı.
İncindiğimiz zamanlarda yüreklerimizi korumak ve gelecekte
herhangi bir yaranın açılmasını engellemek amacıyla duvarlar inşa
ederiz. Seçici davranır ve bizi incitmelerinden korktuğumuz herkesin
giriş taleplerini geri çeviririz. Bize bir şey borçlu olduklarını
düşündüğümüz kişileri süzgeçten geçirip dışarıda bırakırız. Bu
insanlar bize olan borçlarını tümüyle ödeyinceye dek, girişlerine izin
vermeyiz. Yaşamlarımızı yalnızca bizden yana olduklarına
inandığımız kişilere açarız. Buna karşın, çoğunlukla “bizden yana olan” bu insanlar da gücenmiş kişilerdir. Bu yüzden, yardım etmek yerine, var olan duvarlarımızın üzerine ek taşlar yığarız. Bunlar olurken biz farkında olmadan bu korunma duvarları bizim için bir hapishane oluverir. Bu noktada, yalnız kimlerin içeri girdiği konusunda dikkatli olmakla kalmaz, aynı zamanda dehşet içinde surlarla çevrili kentimizin dışına çıkmayı bile göze alamayız.
Gücenmiş Hıristiyanlar, içe ve iç gözlem yapmaya odaklıdır.
Haklarımızı ve kişisel ilişkilerimizi özenle koruruz. Gelecekte
herhangi bir yaralanmanın yaşanmamasını güvence altına almak
amacıyla ortaya koyduğumuz enerjimiz tükenir. incinme riskini göze
almazsak, koşulsuz sevgi veremeyiz. Koşulsuz sevgi başkalarına bizi
incitme hakkı verir.
Sevgi kendi çıkarını aramaz, ama incinmiş insanlar her geçen
gün daha ve daha fazla kendi çıkarını arayıp başkalarına gereksinim
duymaz bir kimliğe bürünürler. Tanrı’nın sevgisi böylesi bir ortamda
soğumaya yüz tutar. Buna doğadan örnek vermek gerekirse, Kutsal
Topraklar’daki iki denizle ilgili örnek verilebilir. Celile Denizi
bağımsız olarak içine başka kaynaklardan su alır ve dışarıya su verir.
içinde farklı türden balık ve bitkileri besleyen bereketli bir yaşam
barındırır. Celile Denizi’nin suları Ürdün Nehri aracılığıyla Ölü
Deniz’e taşınır. Ama Ölü Deniz yalnızca dış kaynaklardan içine su
alır ve dışarıya su akıtmaz. İçinde ne balıklar ne de bitkiler yaşar.
Celile Denizi’nden gelen yaşam dolu sular Ölü Deniz’in birikmiş
sularına karıştığında canlılığını yitirir. Yaşamımızı kendimize
saklarsak, onu sürdüremeyiz: karşılıksız bir biçimde veririz.
Öyleyse gücenmiş bir Hıristiyan, içine yaşamın girmesine izin
veren, ama korkudan ötürü o aynı yaşamı dışarıya veremeyen kişidir.
Bunun sonucu olarak, içeriye giren yaşam bile gücenme duvarları ve
hapishanesi içinde sıkışıp kalır. Yeni Antlaşma, bu duvarları ruhsal
kaleler olarak tanımlamaktadır.
"Çünkü savaşımızın silahları insansal silahlar değil, kaleleri yıkan tanrısal güce sahip silahlardır. Safsataları, Tanrı bilgisine karşı diklenen her engeli yıkıyor, her düşünceyi tutsak edip Mesih'e bağımlı kılıyoruz."
(2. Korintliler 10:4-5)
Bu ruhsal kaleler, aracılıklarıyla içeriye giren tüm bilgilerin
işlendiği akıl yürütme modelleri yaratırlar. Bu ruhsal kaleler ilk başta
korunma amaçlı inşa edilmelerine karşın, bilmeye veya Tanrı
bilgisine karşı savaşmaları nedeniyle işkence ve çarpıtmanın bir
kaynağı olurlar.
Her şeyi geçmişte yaşadığımız incinmelerin, reddedilmelerin ve
deneyimlerin süzgecinden geçirdiğimizde, Tanrı’ya inanmak bize
imkânsız gibi gelir. Sözlerinde ifade etmek istediği şeylere
inanamayız. İnsanlar tarafından yaşamlarımızda kurulan standartlarla O’nu yargıladığımız için O’nun iyiliği ve güvenilirliği konusunda kuşkuya kapılırız. Ama Tanrı insan değil ki! Yalan söyleyemez.
"Tanrı insan değil ki, yalan söylesin;
İnsan soyundan değil ki, düşüncesini değiştirsin.
O söyler de yapmaz mı? Söz verir de yerine getirmez mi?"
(Çölde Sayım 23:19)
O’nun yolları bizim yollarımız değil ve O’nun düşünceleri bizim düşüncelerimiz değil.
“Çünkü benim düşüncelerim sizin düşünceleriniz değil,
Sizin yollarınız benim yollarım değil” diyor RAB.
“Çünkü gökler nasıl yeryüzünden yüksekse,
Yollarım da sizin yollarınızdan,
Düşüncelerim düşüncelerinizden yüksektir."
(Yeşaya 55:8-9)
Gücenmiş insanlar konumlarını savunmak amacıyla Kutsal
Yazılardan metinler bulabileceklerdir, ama bu, Tanrı’nın Sözü’nü
doğru inceleme biçimi değildir. Bizi gurur ve yasacılıkla
pohpohlamasından dolayı içinde sevginin olmadığı bir Tanrı Sözü
bilgisi yıkıcı bir güçtür.
"Şimdi putlara sunulan kurbanların etine gelelim. “Hepimizin bilgisi var” diyorsunuz, bunu biliyoruz. Bilgi insanı böbürlendirir, sevgiyse geliştirir. Bir şey bildiğini sanan, henüz bilmesi gerektiği gibi bilmiyordur. Ama Tanrı'yı seveni Tanrı bilir."
(1. Korintliler 8:1-3)
Bu da başkalarını bağışlamama tutumundan vazgeçip tövbe etmek yerine kendimizi haklı göstermemize yol açar. Bu durum, içinde aldanabileceğimiz bir atmosfer yaratır, çünkü Tanrı sevgisinin olmadığı bilgi bizi aldanmaya yöneltir.
İsa, birçok kişinin gücendiğiyle ilgili dile getirdiği yargı
cümlesinden hemen sonra sahte peygamberlere ilişkin uyarıda
bulunur:
“Birçok sahte peygamber türeyecek ve bunlar birçok
kişiyi saptıracak.”
(Matta 24:11)
Sahte peygamberlerin saptıracağı kişiler kimlerdir? Cevap: sevgileri soğumaya yüz tutan gücenmiş insanlar.
"Kötülüklerin çoğalmasından ötürü birçoklarının sevgisi soğuyacak."
(Matta 24:12)
İsa, sahte peygamberleri “kuzu postuna bürünen kurtlar” olarak
adlandırmakta.
“Sahte peygamberlerden sakının! Onlar size kuzu postuna bürünerek yaklaşırlar, ama özde yırtıcı kurtlardır."
(Matta 7:15)
Bunlar Hristiyan dış görünüşü altında (kuzu postu giymiş) kendi çıkarlarını arayan insanlardır, ama özlerinde kurt doğasına sahipler. Kurtlar koyunların etrafında dolanmaktan hoşlanırlar. Bunlar hem topluluk içinde hem de kürsüde görülebilirler. Düşman tarafından içeriye sızıp aldatmak amacıyla gönderilirler. Öğrettikleri veya peygamberlikte bulundukları şeylerle değil, ortaya çıkardıkları meyvelerle ayırt edilmeliler. Çoğunlukla öğretişleri kulağa hoş ve sağlam gelebilir, ancak yaşamları ve hizmetlerindeki meyveler öyle olmayabilir. Ruhsal hizmette bulunan bir kişi veya bir Hristiyan’ın kimliğini vaaz ettiği şeyler değil, yaşadığı şeyler oraya çıkarır.
Kurtlar, daima sağlıklı ve güçlü olan değil, tersine yaralı ve
henüz yavru kuzuların ardına düşer. Bu kurtlar insanların duymaya
ihtiyacı olan şeyleri değil, duymak istedikleri şeyleri anlatacaklardır.
Bu insanlar sağlam öğretişi duymak istemezler; kulaklarına hoş gelen sözler söyleyecek birilerini isterler. Bakın Pavlus son günlerle ilgili neler söylemekte:
"Şunu bil ki, son günlerde çetin anlar olacaktır. İnsanlar kendilerini seven, para düşkünü, övüngen, kibirli, küfürbaz, anne baba sözü dinlemez, nankör, kutsallıktan ve sevgiden yoksun, uzlaşmaz, iftiracı, özünü denetleyemeyen, azgın, iyilik düşmanı olacaklar. Hain, aceleci, kendini beğenmiş, Tanrı'dan çok eğlenceyi seven, Tanrı yolundaymış gibi görünüp bu yolun gücünü inkâr edenler olacaklar. Böylelerinden uzak dur. Bunların arasında evlerin içine sokulup günahla yüklü, çeşitli arzularla sürüklenen, her zaman öğrenen, ama gerçeğin bilgisine bir türlü erişemeyen zayıf iradeli kadınları adeta tutsak eden adamlar var."
(2.Timoteos 3:1-7)
"Çünkü öyle bir zaman gelecek ki, sağlam öğretiye katlanamayacaklar. Kulaklarını okşayan sözler duymak için çevrelerine kendi arzularına uygun öğretmenler toplayacaklar. Kulaklarını gerçeğe tıkayıp masallara sapacaklar."
(2. Timoteos 4:3-4)
Tanrı yolunda veya “Hıristiyan” gibi görüneceklerini söylediğine
dikkat edin, ama onun gücünü inkâr edecekler. Onun gücünü nasıl
inkâr edecekler? Hıristiyanlığın onları bağışlamayan insanlar
olmaktan bağışlayan insanlar olmaya doğru değiştireceğini inkâr
ederler. İsa’nın izleyicisi olmaktan övünç duyacak ve “yeniden
doğuş” deneyimlerini herkese duyuracaklar, ama övünç duydukları
şeyin, yüreklerine bir hançer saplanır gibi girip Mesih’in karakterini
ortaya çıkartmasına izin vermezler.
Pavlus, peygamberliğe dayanan bir bakış açısıyla bu aldanmış erkek
ve kadınların bilgiye yönelik bir hevesleri olacağını, ama bu bilgiyi
hiçbir zaman uygulamaya koymadıkları için değişmeden
kalacaklarını görebildi. Onları “her zaman öğrenen, ama gerçeğin
bilgisine bir türlü erişemeyen zayıf iradeli” insanlar olarak tanımladı.
"Bunların arasında evlerin içine sokulup günahla yüklü, çeşitli arzularla sürüklenen, her zaman öğrenen, ama gerçeğin bilgisine bir türlü erişemeyen zayıf iradeli kadınları adeta tutsak eden adamlar var."
(2. Timoteos 3:7)
Pavlus bugün yaşıyor olsaydı, önceden bildirdiği şeylerin
gerçekleşmekte olduğunu görmekten büyük bir üzüntü duyacaktı.
Erkek ve kadınların büyük kalabalıklar halinde kiliselerinin kamp
toplantılarına, seminerlere ve kilise toplantılarına katılarak Kutsal
Yazılara dayalı bilgiyi biriktirdiklerini görecekti. Daha bencil ve
başarılı yaşamlar sürdürmek amacıyla “yeni tanrısal esinler”
araştırdıklarını izleyecekti. Ruhsal hizmette bulunan kişilerin
birbirlerini “erdemli nedenler” yüzünden dava ettiklerini görecekti.
Hristiyan yayın evlerinin ve radyo kuruluşlarının ad vererek
Tanrı’nın adamlarına ve kadınlarına saldırdıklarını görecekti.
Karizmatiklerin gücenmelerden uzak durmak amacıyla kiliseden
kiliseye kaçtıklarını görecekti. Üstelik bu kişilerin hepsi başkalarını
bağışlayamazken, İsa’nın yaşamlarının efendisi olduklarını açıkça
dile getiren insanlar. Pavlus bugün yaşasaydı, yüksek sesle
“Tövbe edin ve kendi kendinizi aldatmaktan özgür olun, ey siz kendi çıkarını arayan ikiyüzlü kuşak!” diyecekti.
Katıldığınız birçok Hristiyan ilahiyat veya Kutsal Kitap okulundan, okuduğunuz birçok kitaptan veya dua edip Kutsal Kitap çalıştığınız birçok saatten aldığınız yeni tanrısal esinlerinizin ne kadar güncel olduğu önemli değildir. Eğer gücenmiş, bağışlamıyor ve bu günahınızdan tövbe etmeye karşı çıkıyorsanız, bu, gerçeğin
bilgisine henüz ulaşmadığınız anlamına gelir. Aldanma içindesiniz
ve ikiyüzlü yaşamlarınızla başka insanların da kafalarını karıştırmaktasınız. Tanrıdan aldığınız esin ne olursa olsun, meyveniz
başka bir öykü anlatıyor. Gerçeği ortaya çıkarmak yerine, aldanmaya
yol açacak acı sular fışkırtan bir pınar olacaksınız.
"O zaman birçok kişi imandan sapacak (gücenecek), birbirlerini ele verecek ve birbirlerinden nefret edecekler."
(Matta 24:10)
Gelin bu ifadeyi inceleyelim. Yakından baktığımızda bir gelişme
veya ilerleme süreci görebiliriz. Gücenme bir kişiyi ele vermeye
sürükler ve ele verme de nefrete götürür. Daha önce dile getirdiğimiz gibi, gücenmiş insanlar koruma amaçlı duvarlar inşa ederler. Kendimizi korumaya odaklanırız. Her ne pahasına olursa olsun, korunmalı ve güvenlik içinde olmalıyız. Bu durum, başkasını ele verme olasılığımızı artırır. Bir kişiyi ele verdiğimizde ki, o kişi çoğunlukla ilişkide olduğumuz bir kişidir, onun masrafıyla kendi güvenliğimizi ve yararımızı aramış oluruz. Bu nedenle, Tanrı’nın Egemenliği’nde bir ele verme, bir imanlının başka bir imanlının masraflarıyla kendi çıkarını ve güvenliğini aradığında meydana gelir. İlişki ne kadar yakınsa, ele verme o derece ağır olur. Bir kişiyi ele vermek, antlaşmayı tümüyle bozmak demektir. Ele verme olayı gerçekleştikten sonra, onu içten ve gerçek bir tövbe izlemediği sürece ilişkiler bir daha asla eski haline dönemez.
Ardından ele verme çok ciddi sonuçlara yol açacak olan nefrete
yönlendirecektir. Kutsal Kitap çok açık ve net bir biçimde
kardeşinden nefret eden kişinin bir katil olduğunu ve hiçbir katilin
sonsuz yaşama sahip olmadığını açıklar.
"Kardeşinden nefret eden katildir. Hiçbir katilin sonsuz yaşama sahip olmadığını bilirsiniz."
(1.Yuhanna 3:15)
Günümüzde imanlılar arasında ardı ardına gücenme, ele verme
ve nefret etme örnekleriyle karşı karşıya gelmemiz ne kadar
üzücüdür. Bu, evlerimizde ve kiliselerimizde öylesine yaygın bir hale
geldi ki, normal bir davranış olarak değerlendirilir oldu. Ruhsal
hizmette bulunan kişilerin başka hizmetlileri dava etmesini
gördüğümüzde büyük üzüntü duyma noktasında aşırı duygusuzlaştık. Hristiyan çiftlerin boşanmak için birbirlerini mahkemeye verdikleri zaman artık şaşırmıyoruz. Kilise bölünmeleri yaygın ve tahmin edilebilir hale geldi. Ruhsal hizmete ilişkin politik oyunlar hiç olmadığı kadar yüksek boyutlara ulaştı. Bu oyunlar, egemenliğin veya kilisenin yararına olduğu düşüncesiyle maskelenmişlerdir. “Hristiyanlar” haklarını koruyor ve başka Hristiyanlar tarafından kötü davranılmadıklarından veya istismar
edilmediklerinden emin olmak için her şeyi yapıyorlar. Yeni
anlaşmadaki teşvik sözlerini unuttuk mu?
"Aslında birbirinizden davacı olmanız bile sizin için düpedüz yenilgidir. Haksızlığa uğrasanız daha iyi olmaz mı? Dolandırılsanız daha iyi olmaz mı?"
(1. Korintliler 6:7)
İsa’nın şu sözlerini unuttuk mu?
"Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin."
(Matta 5:44)
"Hiçbir şeyi bencil tutkularla ya da boş övünmeyle yapmayın. Her biriniz alçakgönüllülükle öbürünü kendinden üstün saysın."
(Filipililer 2:3)
Neden bu sevgi yasalarıyla yaşamıyoruz? Dolandırılma riski
olsa bile bir başkası için yaşamlarımızı sunmaktan çok, neden ele
vermekte o kadar çabuk davranıyoruz? Nedeni: Sevgimiz soğudu ve
bu da hala kendi çıkarımızı ve güvenliğimizi aramamıza yol açıyor.
Kendimizle bu kadar ilgilenmeye çalışırken artık Tanrı’yla ilgilenmeye kendimizi güvenle adayamıyoruz.
İsa, kendisine kötü davranıldığında, kötülükle karşılık vermedi,
fakat herkesi adil bir biçimde yargılayacak olan Tanrı’ya canını
teslim etti. Bize O’nun ayak izlerinden yürümemiz gerektiği öğüdü
verildi.
"Nitekim bunun için çağrıldınız. Mesih, izinden gidesiniz diye uğrunuza acı çekerek size örnek oldu. “O günah işlemedi, ağzından hileli söz çıkmadı.” Kendisine sövüldüğünde sövgüyle karşılık vermedi, acı çektiğinde kimseyi tehdit etmedi; davasını, adaletle yargılayan Tanrı'ya bıraktı."
(1. Petrus 2:21-23)
Benliğimize değil, Tanrı’ya güvendiğimiz bir aşamaya gelmeliyiz. Dudaklarıyla Tanrı’nın yaşamlarının kaynağı olduklarını söyler, ama öksüz gibi yaşarlar. Ağızlarıyla, “O benim Rab’bim ve Tanrımdır” diye açıkça söylemelerine karşın, yaşamlarının denetimini kendi ellerine alırlar. Şimdiye kadar, gücenme günahının ne kadar ciddi olduğunu
görmektesiniz. Eğer gücenme sorunuyla uğraşılmazsa, en sonunda
insanı ölüme kadar götürebilir. Ama gücenme ayartılmasına karşı
direndiğiniz zaman, Tanrı büyük bir zafer sağlayacaktır.