Gönderi

Umut Sarıkaya
Umut Sarıkaya
geçen hafta reddedemeyeceğim bir teklif aldım. tüsiad'tan aradılar. bir iki hafta önce yazdığım ve rahmi koç'tan bahsettiğim bir yazıdan dolayı aradığını, yazıyı rahmi bey'e de gösterdiğini söyledi karşıdaki ses. tam özür dileyecekken, böyle bir densizliği bir daha yapmayacağımı söyleyip "yaparsam na şu ekmek gözümü kör etsin" diye ekleyecekken, rahmi bey'in yazıyı büyük bir keyifle okuduğunu, şen kahkahalar atıp, keyifli dakikalar geçirdiğini söyleyince nasıl rahatladım bilemezsiniz. ve karşıdaki ses rahmi bey'in benimle muhakkak tanışmak istediğini, önümüzdeki salı ikamet ettiği kanlıca'daki yalısında akşam yemeğine beni davet ettiğini söyleyince dünyalar benim oldu. sevinçli bir telaşla eve doğru gittim. aileme olan biteni anlatınca sevincim her sevinç gibi paylaştıkça çoğaldı. evde bir bayram havası esti. sevinç eve sığmadı, mahalleye taştı, hemen duyuldu rahmi'yle çok iyi arkadaş olduğum. komşular eve oluk oluk doluşmaya başladı. herkes bir derdini anlatmaya başladı. işsiz çocuğunu, kocasını getirip el öptürmeyen mi dersiniz, hasta bebeğini sallayarak "ilaç lazım" demeyen mi dersiniz... açık açık olmasa da alttan alta rahmi abimle henüz temelleri atılan dostluğumu çıkar ilişkisine çevirmeye çalışıyordu şerefsiz, kaypak güruh. allahtan kadim komşumuz menderes abi geldi de kovdu mahalleliyi evin içinden. ardından alnımdan öpüp kutladı beni. davette ne giyeceğimi söyledi, "yeni bi tişört almıştım onu kotun üstüne giyerim" dedim. "saçmalama. ne o öyle zibidi gibi" dedi. ani bir hareketle üzerindeki kumaş pantolonu salonun ortasında çıkarıp üzerime attı. ceket, gömlek ve kravatın altında donla öylece kalakalmıştı koskoca menderes abim. "al şunu bi dene, bedenlerimiz aynı zannımca" dedi. denedim, jilet gibi oldum. altına da yeni kundura ayakkabılarını vereceğini söylemeyi ihmal etmedi. çok teşekkür ettik, yemeğe de çaya da kaldı menderes abi, evden gitmek bilmedi. bütün gece ezelden beri hep iki hayalinin olduğundan birincisinin çocuklarının mürüvvetini görmek olduğunu ikincisinin de bir gün vehbi, hiç olmadı rahmi koç'la tanışmak olduğundan bahsetti durdu. yatma vakti geldiğinde artık gitsin diye bütün aile esnedik karşısında ama hiç oralı olmadı. "siz rahatınıza bakın" diyerek üçlü koltuğa kıvrılıp yattı. o günden sonra menderes abi, o evli barklı adam salıya kadar, "bir umuttur işte" diye düşünerek bizim evden çıkmadı. ailenin bir ferdi, bir canı oldu adeta. o büyük gün gelince akşamki yemeğe hazırlık olsun diye bütün aile çok erken kalktık. ben ayakkabılarım başucumda yatmıştım. gece menderes abi ise "içerde uyku tutmadı beraber yatabilir miyiz" diye teklifte bulnumuştu. tabii ki reddedince, ben uyurken gelip gizlice yatağa girmeye çalışmış, geri püskürtülünce tam uykumun en güzel yerinde gelerek beni alnımdan öpüp "renkli rüyalar" demekle yetinmişti. o salı akşamı zor ettik. kokmiyim diye dört defa banyoya girip, yüzümü lifle ova ova kızarttım. kıyafetlerimi giyip giyip çıkarıp evin içinde voltalar attım. akşam yemeğini yemek için bizimkiler oturduğunda kenarda oturdum. çağırdılar, "ekmekle karnımı doyurmayayım şimdi orda yiycem nasıl olsa" dedim. "ulan ne o öyle ajlık gibi dalma oralarda yemeklere. fakir gösterirsin kendini" dedi menderes abi. oturdum masaya, yerken kravata yağ damladı, sinirlendim, tuz döktük hemen lekenin üstüne. zaman geldi, menderes abiyle üç vesait yaparak sarıyer'den kanlıca'ya gittik. beşiktaş'ta "abi sen dön istersen" dedim, dönmedi. üsküdar'da dedim, dönmedi. en son yalının kapısında güç bela kovdum. "tamam oğlum içeri girmiycem herhalde. sen git yemeğini ye. ben şurda bir biraneye oturur seni beklerim. size karşı da arada bir kadeh kaldırırım, bedenim orda değil ama sizinleyim hesabı. hem gece dönemezsin, çok köpek olur bu yollarda. korkarsın tek başına" diyerek ısrar etti. "iyi sen bilirsin" diyerek girdim yalıya. yalı da yalıymış hani. şöyle tarif edeyim; bizim mahalleyi düşünün, ondan biraz küçük. uşak beni bi odaya aldı ve beklememi, rahmi bey'in çalışma odasında olduğunu geldiğimi haber vereceğini söyledi. ben rahmi bey'in yerinde olsam bi sürü ev alır, kiralarıyla gül gibi geçinir giderdim. "keriz mi bu herif hâlâ çalışıyor..." diye içimden belli belirsiz geçirdim. beklerken kravattaki tuzu silktim ama leke baki kaldı, içim sıkıldı. sonra başka bir uşak gelip beni yemek odasına götürdü, rahmi bey'in çalışması bittikten sonra bana katılacağını söyledi. gittik. giderken gelmesi, beni ekmemesi garanti olsun diye "fazla çalışıp yormasın beynini canım. beyin yorgunluğu hiçbir şeye benzemez valla" dedim uşağa, bişey demedi. masaya oturdum servis başladı. vampir sofrası gibiydi. mumlar şamdanlar, çok uzun, yaldızlı kadehler, duvarlardaki masklar, heykeller, bordo perdeler... günün çorbasıyla yemeğe başladım, somon fümenin dibini ekmekle sıyırdım, kuzu kapamayı löp et olduğu için çerez gibi yedim, bir türlü rahmi gelmedi. sessiz sessiz tek başına insanın canı sıkılıyor haliyle. uşağa “abi televizyon yok mu, şovu açın dizim başlayacak birazdan. darlandım sessizlikten” dedim, ilgilenmedi. kimsenin konuştuğu, geldiği gittiği yoktu. “ulan bunlar harbiden vampir olmasın sakın. beni ‘rahmi koç’um ben’ ayağına getirip, yedirip içirdikten sonra semirtip, emmeye çalışmasınlar.” diye düşünerek, masadaki bi bıçağı cebime koydum, “öyle bi şey yapmaya çalışırlarsa var ya; tam emmedikleri halde ‘abi tamam ben de vampir oldum’ der aralarında bir müddet yaşarım, sonra bi telefonla bütün sarıyer’i gültepe’yi getirtir ebelerini s.ktiririm valla. bi telefonuma bakar iş” diye içimden geçirdim. neyse ki rahmi geldi de bu yersiz düşüncelerimden vazgeçtim. beklettiği için çok özür diledi. elimi cebime koyup bıçağı tuttum. mizah üzerine konuştu rahmi, “ersin karabulut aynı ben lan” dedi. “he abi” dedim. “fırat gibi çocuğum olsun yaa bıcır bıcır” dedi “oha abi” dedim “mustafa koç var, dalyan gibi adam. 140 kilo. bıcırlığı mı kalmış” dedim. derken de cebimdeki bıçağı çaktırmadan eski yerine, masaya koydum. annem “ne yap et, kendini sevdir adama” demişti. espri üstüne espri yapıyorum, bakıyorum rahmi siyasi taşlamalı mizah seviyor, tak veriyorum hicivli, mesajlı espriyi… bakıyorum sosyal tespit seviyor, şak yapıyorum tespiti, gözlemi… o gece inanmazsınız zaman nasıl geçti anlamadık. içilen tropik içkinin, bakkaldan aldırılan cipsin çerezin haddi hesabı yok. iki kişi bir büyük burbonu boğmuşuz, tereyağı gibi gitti şerefsizim. arada da sabancı’yı, eczacıbaşı’nı filan kötülüyorum. “onlar şahsa siz şahbazsınız abi”, “aslan marka, on numara holdingsiniz. alayı tranga onların” diyorum. “yapma etme onlar da iyi firmalar” filan diyor ama hoşuna da gidiyor rahmi’nin. burbon sıcakta iyice yakıyor bünyemi. çorabı sıyırıp atıyorum. “ yandım rahmi abi. hep böyle oluyor içince ayağıma ateş basıyor. bak buyur” diyip ayağımı şap diye rahmi’nin buz gibi göğsüne bastırıyorum. “aaa napıyorsun, allah allah” diyip ayağımı itiyor, biraz bozuluyor tabi bu lakayt hareketime… “abi yandım pantul içinde. bi şort felan yok mu” diyorum. sağ olsun gidiyor mustafa koç’un şortunu getiriyor içerden. şort geniş biraz ama sadece yürürken sıyrılıyor, oturunca gayet rahat püfür püfür… makara kukara gırla devam ediyor. arada keyfinin zirvede olduğu durumlarda bi punduna getirip “abi bi daireni yap benim üzerime” diyorum “ahahaha ilahi umutçuğum ömürsün” diyip geçiştiriyor. ben de gülüyorum o gülünce. şakayla başlayan daireyi üzerime yaptırma fikri yavaş yavaş aklıma yatıyor. ama rahmi kıvrak hareketlerle geçiştiriyor isteklerimi. “abi yarın bir gün öleceksin o kadar dairen var ne olur birini üstüme yapsan. sevaba girersin. öbür dünyayı da düşün. ‘he’ de yemin ediyorum ben bütün işlemleri yaptırıcam, noterde filan yormıycam seni. ben koşuşturucam” diyorum. sinirleniyor, “ne olacaksa olsun” diyip alttan almıyorum. “solcuyum lan ben” diyorum. gözlerini kaçırarak “ben de solcuyum umut” diyor. “abi biliyorum şu güzel ortam bozulmasın diye diyorsun böyle” diyorum, başını bana çevirip gözlerime bakmasını sağlayarak. “ben de o kadar insana ekmek veriyorum be umut” diyor yaşlı gözlerle. sanırım karl marx, sosyalizmin böyle bir tezle çürütülebileceğini görseydi sakallarını yolardı. ama çürüyor be sosyalizm zihnimde, çürüyor işte! bir anda solcularda da bir kıskançlık varmış gibi geliyor, “sen de çalış senin de olsun kardeşim ne kıskanıyorsun” diye düşünüyorum. tam benim daire işini tekrar gündeme getirecekken rahmi beraber eve çıkmayı teklif ediyor. “olur” diyorum. “yarın hemen döşeği, yorganı alıp yerleşeyim” diyorum. “yok buraya değil, beşiktaş’ta öğrenci evi gibi bi eve taşınalım” diyor. “abi ne gereği var hazır ev var burada sığışırız” diyorum. bu konuda kararlı çıkıyor. “öğrenci evi gibi lan, az parayla kıt kanaat geçinerek ama mutlu olarak yaşayalım. makara kukara yapar, yaşar gideriz” diyor. “ben bi şekilde ikna eder çıkarırım evden” diye düşünerek şimdilik kabul ediyorum bu teklifi. “olur lan” diyerek sarılıyorum. o anda mustafa koç giriyor içeri. işten gelmiş belli.. babasıyla, şortunu giymiş beni halıda yaşlı gözlerle, sarılmış bir şekilde görünce “noluyo lan burada?” diyor. koşup ona da sarılıyorum. “rahmi baba, senin küçük mü bu?” diyorum. ardı sıra “gel lan yenişebilecek miyiz” diyerek el ense çekiyorum mustafa’ya. sehpayı çekip halıda güleş yapmayı teklif ediyorum. fakat mustafa çok sinirli bir yapıya sahip… seri şekilde itiyor beni. g.tümü toplaya toplaya “biz eve çıkıyoruz babanla” diyorum. rahmi de arkadan onaylıyor beni “ayrı eve çıkıcam ben mustafa” diyor. mustafa beni başka bir odaya alıyor. “bana bak, babam bu günlerde zor günler geçiriyor. duygu dünyası bu günlerde çok çalkantılı. kimsenin bundan yararlanmasına izin vermem tepelerim seni… şimdi çabuk defol bu yalıdan” diyor. “şort kalabilir mi mustafa abi bende. babandan bir hatıradır sonuçta” diyip çıkıyorum yalıdan. menderes abi kapıda karşılıyor beni. “nooldu umut’um kahkahalarınız buralara kadar geliyodu. aldın mı aklını rahmi bey’in” diyor. “almam mı abi, oğlu gibi seviyor beni” diyorum. “benden bahsettin mi lan, hiç geçti mi benim bahsim” diye soruyor. götümden düşen şortu toplaya toplaya “bahsetmem mi abi. hepimizden bahsettim” diyorum.
·
390 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.