Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bir Yudum Kitap
Hani sıradan zannettiğimiz hadiseler büyük kıyametler koparır içimizde, bilirsiniz. Fakat anlatmak pek zordur, anlaşılmaz. İyi ki kitaplar var. Papini bir başka eserinde, "Bir akşam alaca karanlığındaki uzun bekleyişte ilk yıldızın ortaya çıkması gibiydi onun hayatıma girişi." diyor ve o anda, bir hayata girmek koskoca bir devrime dönüşüyor. İşte şimdi, yaşadıklarımız bir anlam kazanıyor. Giovanni Papini - Gog 1-2 Toplumsal Dönüşüm Yayınları, s.132-134 WELLS’I ZİYARET Londra, 17 Mayıs H. G. Wells beni bir gazeteci zannetti. Bana bir koltuk göstererek hemen başladı: - Ben, 1866’da, Kent’te, Bromley’de doğdum. Bir moda mağazasında çıraktım, sonra biyoloji tahsilimi yaptım. 1866’da “Science Schools Journal” isimli gazeteyi kurdum, orada Sokrates hakkında, ilk makalelerimi yayınladım. Kendisine kim olduğumu ve “Who’s Who”da esasen okumuş olduğum hayatını bir de kendi ağzından dinlemek istemediğimi söylemeye mecbur kaldım: - O halde, dedi, sizin için ne yapabilirim? H. G. Wells, bir yazardan ziyade bir çiftlik kâhyasına benzer, kendinden emin, şişman bir adam. İyi besili, parlak renkli yuvarlak ve okkalı yüzü ile size âdeta: - Açık konuşalım; diyen bir hali var. Ne bir şair, ne hayalperest, ne de metafizikle meşgul bir kimseye benziyor. Ebedî bir “moda tezgâhtarı” kalmış, fakat şal veya şapka yerine, otuz yıldan beri bilimsel ütopyalar, romanlaştırılmış “son havadis”ler, pazar günlerine özgü hikâyeler, hikâye haline getirilmiş paradokslar satıyor. Onu konuşturmak için, kendisine, Avrupa’da, insanlığın gelecekteki kaderi hakkında bir anket yaptığımı söylemek zorunda kaldım. “Gelecek” kelimesini duyar duymaz, Wells dirildi: - Biliyorsunuz ki, dedi, geleceğin araştırılması ve tahmini benim alanımdır ve kimse, bu memlekette, bu tekeli elimden alamadı. İngiltere’nin “edebiyat” şubesinde üç yüksek memur vardır, bir milli destancı - Kipling; bir millî soytarı - Shaw; ve bir millî peygamber - Ben. 1901 yılı Aralık ayından, yani "Anticipations” isimli eserimi yayınladığım tarihten beri devamlı işim kehanet oldu. Fen, makine, astronomi, biyoloji, politika, askerlik ve sosyal alanlarda kehanet. Elimden bir şey kurtulmadı. İnsan zekâsının bundan daha yüksek bir şeyle uğraşmayacağını kabul ediniz. Din, ister keramet sahipleriyle Pagan dini olsun, isterse peygamberleriyle Yahudi dini, hep kehanet üzerine kurulmuştur. Bilimin tek gayesi de, Ostwald ile Poincare’nin ispat ettikleri gibi, kehanette bulunmaktır. Ben de edebiyat piyasasına, büyük bir başarıyla, kehanet tarzını kabul ettirmek şerefini kazandım. Wells’in parlak sözleri telefonun zili ile kesildi. Kâhin, uzaktaki muhatabına aykırıyordu: - Kaç kelime? Ne gün için? Well, 25 Mayıs için altı bin kelime!! Well, good bye!.. Bana dönerek, izah etti: - Mesele, dedi, “Westminster Gazette” için yeni bir kehanet. Okuyunuz isterseniz. Size ait bir iş. Fakat size şimdiden ana fikrin ne olduğunu söyleyebilirim. Asrımız yarısına gelmeden kıtalar arası bir korkunç harb olacak ve insan soyunun dörtte üçünü mahvedecek. Hava ve kimya savaşı taktiği, ki yeniden korkunç ilerlemeler kaydedecek, askerlerle sivil halk arasındaki farkı ortadan tamamıyla kaldıracaktır. En büyük şehirler imha edilecek, küçükleri ortadan kaldırılıp ahalisi dağıtılacak, yüksek kültür merkezleri kül haline getirilecek, endüstri bölgeleri yok edilecek. Savaş, daha doğrusu milletlerin bu müşterek intiharı gaz ve bomba yokluğundan dolayı sona gelince, yeryüzünde ancak, en fakir ve en az medenî bölgelerde beş on milyon ürkek, aç insandan başka bir şey kalmayacaktır. Aydınlar, şefler, mühendisler hep ölmüş olacaklar, yarı barbar vaziyette sağ kalmış olanlar da, ancak dış tarafını bildikleri bir medeniyeti, yeni baştan yaratamayacaklardır. Kumanda kolları yok edilmiş, iktidar ve bilim sırları bilinmez veya unutulmuş olacak. Geriye kalanlar, kilisenin ve fabrikaların harabeleri arasına çömelerek, ısınmak için, yangınlardan arta kalmış kütüphaneleri yakacaklardır, yavaş yavaş, son âletler de harap olacak Ve insanlar yenilerini yapacak yetenekte olamayacaklardır. Parçalanmış makinelerin paslanmış enkazı yeni çöllerde sürünüp duracak ama kimse onları eski hallerine getirebilecek bilgiye sahip olamayacaktır. Ne de onlar gibilerini yapmaya! Ve bu asır, sonuna gelmeden, ölenlerin eserlerini diriltmeyi başaramayacak, sağ kalanlar kafile halinde vahşete döneceklerdir. Artık sürülmeyen tarlaların yerlerinde üreyecek ormanlar arasında, birbirlerine düşman kabileler, bir parça yiyecek peşinde dolaşıp duracaklardır. Elli yıla kalmaz, kültürü ile o kadar övünen Avrupa ile serveti ile mağrur Amerika’da, medeniyetin on yedinci asırla yirminci asır arasındaki geçici gelişimini unutmuş “neoprimitif” kabileler bulunacaktır. O zaman, uzun ve zahmetli bir yeni dünya tarihi devresi başlayacaktır. Bunun ayrıntılarını ve sebeplerini “Westminster Gazette”in gelecek mayıs sayısında okursunuz. Bu, beni kalkıp gitmeye davet etti. Odadan henüz çıkmıştım ki, yazı makinesinin tıkırtısını duydum. Wells, yetmiş yedinci kehanetini makineye geçirmeye başlamıştı.
·
22 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.