Gönderi

Sabahattin Ali ile tanışma kısmı...
Bir ara bir polis, bekçi devriyesi gelip sıraların üzerinde birkaç saat şekerleme kestirmek isteyen birkaç berduşu uyandırıp dışarı kovaladı. Sandalyesinde oturup denizi seyreden genç adamla beni de gördüler. Genç adama burada ne beklediği- ni sordular. — Ben, öğretmenim, dedi. Bu yaz İstanbul öğretmen okulundan mezun oldum. Bir yandan da şiir yazarım. Dergilerde şiirlerim çıkar. Çok merak ettim. Köprüde bir gece nasıl geçer. Salt bunun için bugün bütün gün burada yöremi seyrettiğim gi bi şimdi de sabaha dek burada oturup seyredeceğim. Birkaç gün sonra da "Köprüde Sabah" adlı şiirimi, bir dergide görebilirsiniz. Genç adam, bunları gülerek söylerken polis, adının ne olduğunu sordu. Genç adam, ona cebindeki bir kimlik kartını çıkarıp göstererek: — İşte, Sabahattin Ali, dedi. Ben de bu sırada Sabahattin Ali'nin yanına sokulmuştum. Polis, bu kez dönüp bana bakıp ona beni gösterdi: — Peki, bu delikanlı kim, o da tanıdığın mı? Genç şair, gözlerimin içinde kendisine yalvarışımı hemen çaktı: — Evet, dedi, tanışımdır. Bende onu güçlendirdim: — Ben de öğretmen okulu öğrencisiyim, efendim. Benim böyle terbiyelice, güzel bir Türkçeyle konuşmam, devriyeyi doyurmuştu. Onlar çekilip gittikten sonra, Sabahattin Ali'ye benim için şefaatte bulunduğundan dolayı teşekkür ederek şunları söyledim: — Gözlerimdeki yalvarışı okuyarak beni tanıdığınızı söylemeniz, beni bu gecelik birçok tedirginliklerden kurtarmış oldu. Ben, gerçekten öğretmen okulu öğrencisiyim. İstanbul'da izinli olarak bulunuyorum. Yalnız okula dönecek param kalmadığı gibi yiyip içecek, yatıp kalkacak yerim de yok. Bir buçuk aydır, yatıp kalktığım yerleri size söylemeye utanırım. Ben sizin şiirlerinizi okumuştum. Sizi, şairliğinizi bilirim. Ben de çocukluğumdan beri şiir karalarım. Şu çantanın içinde belki bin şiir var. Bu şairlik, bir yandan beni okulumdan uzaklaştırıyor, sizi de gece yarıları köprüde berduşlar arasında şiir yazma hevesine kaptırıyor. Beni bugünkü şiir doyurmuyor. Gerek Faruk Nafiz'in gerekse Yedi Meşalecilerin şiirleri benim istediğim şiir değil. Şiir dediğin oturulup masa başında yazılmaz. Yaşayışın içinden gelmeyen şiir, kansız cansız oluyor. Ben de şimdiye dek Yusuf Ziya'yı, Orhan Seyfi'yi, Faruk Nafiz'i, öykülenerek birçok şiir yazdım. Ancak, bunlar beni doyurmadı. Çoktan beri usuma koymuştum. Gündüzleyin Türkiye'nin en kalabalık, en gürültülü bir yeri olan köprüde acaba gece ya da sabah nasıl oluyor? Bunu deneyerek yazmak hevesine kapıldım. Evet, yaşayarak yazmalı, gerisi boş. Yüzünde dirimin terleri parlamayan şiirin şiirliğinden kuşkum vardır. Sabahattin Ali ile böyle bir süre daha konuştuk. Onun sayesinde karakola gidip berduşlar arasında gecelemekten kurtulmuştum. Şiirini yazması için onu kendi başına bırakıp dipteki sıraya çekildim. Sırtımda ince bir fanila, ince bir frenk gömleği, bir de ceket vardı. Denizin ıslak, serin havası yüzümü yalıyor, içime işliyor, beni bayağı üşütüyordu. Demek ki Karadeniz'in serin rüzgârı buralara da sokuluyordu. Sabahattin Ali, hem defterine bir şeyler not ediyor hem de ara sıra başını çevirip bana bakıyordu. Benim üşüyerek büzülmeye başladığımı görmüştü: — Denizin ıslattığı hava geceleri bayağı tehlikelidir alışmayanlar için, dedi. — Herhalde sabah da yaklaşıyor. Serinlik daha çok arttı. — Adın Musa'ydı değil mi? Demin söyledin, unuttum sandım. Başını salladığına göre unutmamışım demek. Kardeşim, bak, şimdiden korkunç bir deney fırtınasının içine düşmüşsün. Ben, bu gece berduşluğumu isteyerek şiir yazmak için yapıyorum. Sense, katıksız şiir konusunun içindesin. İstediğin gibi yaz, söv, say seni bu durumdan kurtarmayanlara, istersen adına felek diyelim. — "Acı" ya da "Elem Sarmaşıkları" adı altında bir yığın şiir yazdım. — Okumak isterdim. Ancak, bu alaca karanlıkta okunmaz. Doğru yoldasın. Aşk şiirleri dönemi artık, Faruk Nafiz'le ya da Yedi Meşalecilerle kapanmalıdır. Biz, esinimizi artık yaşayışı. mızın bizi götürdüğü çetin koşulların fırtınalarından almalıyız. Türkiye'nin şu acıklı durumu bize daha çok şiirler, romanlar yazdıracaktır. Roman denemesi yaptın mı hiç? — Birkaç tane. — Yaz, yaz doğru yoldasın. Büyük konular seç. Kırıntılarla uğraşma. İki saat sonra, bir devriye daha geldi, daha öncekilerden bizim üstümüze bir şeyler öğrenmiş olacaklardı ki, şöyle bir bakıp gittiler. Giderek, yazardır diye polis, Sabahattin Ali'ye sessiz bir selam dahi çaktı. Ben, arkadaki sırada başımı duvara yaslayarak ara sıra şekerleme kestiriyor, sonra, yine şairle bir iki laf ediyordum. Sabah olmak üzereydi ki, artık daha çok dayanamadım, bütün berduşların yaptığı gibi pantolonumun ütüsünü hiç düşünmeden kıvrılıp yattım. Uyandığımda çevrem insanla kaynaşıyordu. Özellikle işçi takımı çok erkenciydi. Hemen hepsinin koltuğunun altında birer küçük çıkın vardı. Uyandığımda gözlerim hemen Sabahattin Ali'yi aradı. Demek ki, benimle vedaşlamak olanağı bulamayınca geçip gitmişti. Sabahattin Ali ile bir de 1933 yılında afla Sinop Mahpusanesi'nden kurtulduktan sonra Ankara'da görüşecek, vaktiyle hiç görüşmemiş gibi dost olacaktık.
Sayfa 122 - Tekin YayıneviKitabı okudu
·
56 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.