...
Bu tarz rivayetlerde sıkça gördüğümüz gibi, sizler haberler ve bilgiler hatalı çıksa nasıl problem yaşayacaksanız sahabe de öyleydi.
Onlar da sizin gibi sorguluyor, fedakarlıklar yapıyor ve tüm yaptıklarının doğru bir şey için olmasını bekliyorlardı. O hâlde, “Kuranda herkesin bilebileceği açık bir yanlış ya da hata olsaydı bu, problem oluştururdu. O hâlde açıkça gerçeğe muhalif bilgiler, Kur’anda verilemez ve o günkü ortama dair o toplumca anlaşılabilecek tarihî bilgi yanlışları olamaz.” yargısına varabiliriz.
Örneğin:
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ اَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ هٰذَا الْقُرْاٰنَۗ وَاِنْ كُنْتَ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الْغَافِل۪ينَ
“Biz bu Kur’an ı sana vahyetmekle, en güzel kıssaları gerçek bir haber (kıssa) olarak sana aktarıyoruz. Oysa sen, daha önce bundan haberi olmayanlardandın.”¹
Şimdi biz bu ayette bir tarihî bilgi ile karşılaşıyoruz. Bu bilgi yanlış olabilir mi? Biz, Kur’an’ın nazil olduğu ortam düşünüldüğün de, bunun mümkün olamayacağını söyleriz. Eğer Hz. Muhammed (s.a.v.) 40 yaşından önce bu kıssaları biliyor ve Mekke ortamında anlatıyor olsaydı sahabeler bundan haber-dar olurlardı. İlk Müslüman olanlar, en yakın arkadaşlarıydı. Onlar pek çok fedakârlıkta bulunuyor ve samimiyetle inanıyorlardı. Ayrıca, zahiren hatalı gibi görünen konularda dinden çıkmalar oluyordu. O hâlde bu bilgi hatalı olsaydı Kur’an’da açıkça bir hata ve yalanın olduğunu anlayan sahabeden, dinden çıkma tepkileri olmasını beklemeliydik. Hatta böyle açık bir hatanın dinin sonunu getirmesini beklerdik. Oysa Kur’an’da defalarca tekrarlanan bu bilgi, böyle bir şeye sebebiyet vermemiştir.