Gönderi

-Felsefe ha!.. Göğü zıpkınlamak işi… Keşke işiniz toprağı bellemek olsaydı! s.14 -Ne münasebet, diye geçirdi içinden; onlar ölü doğanlar, yaşamadan ölenler. Akıl, kendi kendisini patlatmaktan başka hangi güce sahiptir ki? s.18 Sana göre bir cevap vereyim: Her işde ölümü unutmaktan başka bir şey değil… Evet, size göre yaşamak bu!.. Naci, her defasında aklı tükeniş noktasına sıçratan bu fikirlere “akrebin kıskacı” ismini vermiştir. Akrebin kıskacı bu fikirleri kovayım derken, gözünün önüne öbürünün hayali çöktü. s.19 -Yazık, size evimde rahat bir gece geçirtemedim. -Ziyanı yok… En büyük rahat, rahatsızlığa alışmaktır. s.20 -Konuşmuyorsunuz? -Arada bir tutulurum; kelimelere güvenim kalmaz. s.23 O, Naci’yi kendi kendisiyle ihtilafa sokmayı ve ikiye bölmeyi ve bir parçasını öbürüne yedirmeyi başaran kadın… s.25 Ve bu arada, hiçbir kadının affetmeyeceği şekilde Mine’yi görmeyişi, ona şeffaf bir cisim gibi bakışı… Mine onun nazarında yalnız arkasındaki manzarayı gösteren bir cam… s.31 Ah çorak kafa ve yağmurlu gönül… s.35 Uyku!.. Neredesin? Bayılmaya, içinde “yok”un bile yok olduğu bir yokluğa muhtaç… Bakalım sabrı ne kadar sürecek?.. s.39 “Belmâ!” diye başladı yazmaya… Eyvah; derdini mektuplara anlatacak hale mi düştü?.. s.44 -Allah’a bağlan, yalancı dünyadan geç ve korkma!.. s.46 -“Allah hiçbir nefse gücünden fazlasını yüklemez.” Derin bir nefes aldı. Kurtulmuş muydu yoksa?.. Madem yükü bu kadar ağırdı, demek onu çekecek güce de sahipti. Müthiş bir iftihar duygusu içinde devleşmişti sanki… s.48-49 Doğrudur; biz hepimiz, kendimizden başkasını sevemiyoruz! Başkasında sevdiğimiz yine kendimiz… s.65 Bu sırrı da bir kadın velî çözüyor: Kapısını çalıp dünyada hiç gözü kalmadığını söyleyen müctehid çapında bir din âlimine: -Senin, diyor; dünyadan bu şikayetin de dünyaya bağlı kalmaktır. -Allah’a mâlik olan neden mahrumdur; Allah’tan mahrum olan neye mâliktir?.. s.69 -“Tasavvuf, Allah’ın seni sende öldürmesi ve kendisiyle diriltmesidir.” -“Bu iş ne akılla olur, ne akılsız…” s.70 -Gördüm ki, akılla hiçbir yere varılmaz ve her şey aklın ötesindeki peygamberlik tavrına teslim olmaktan ibaret; böyle yaptım, Resûlün ruh feyzine büründüm ve kurtuldum. İmam Gazali’nin zahir ilimlerden en yüksek dereceye erdikten sonra tasavvufa geçişi böyle… s.73 Zaten Naci basitlerden çok korkar. Uydurma ve yakıştırma giriftlerin mahrum olduğu sırrı çok defa basitlerde görür. Çok defa sırt çevirdiğimiz basitlerin, dilsiz tarafından ne karmaşık mahiyetler taşıdığını sonradan farkederiz. Hatçe bir hayranlık tebessümüdür. Mine bir diş gıcırtısı… Bekmâ ise beyin uru… s.77 Şimdiye kadar uzaktan seyrettiği denizin artık içinde… s.93 İnsan… Yüzünü bile tam görebilmekten âciz mahluk… Bir eksiğin daha büyük eksiği de aynada tecelli ediyor. Aynada, yahut bütün mücella satıhlarda… Demek kendimizden bile gizlenmişiz… s.95 Bütün incelik aynadaki hayal ile zatın aynı olmadığını kavrayabilmekte ve muntazam bir fikir inzibatı içinde aklın payını koruyabilmekte… s.98 Batı, maddeyi fethetmekle kendi keşiflerinin makinesine kolunu kaptırmıştır. s.101 -Allah’a karşı iyi zannını bozmamanın ve ihlas ile ümid etmenin mükafaatı… s.105 Asıl bir müslümanın hususi hayatı yoktur. O, akşamın belirli bir saatinde kepenklerini indiren bir dükkancı gibi muayyen bir zaman çerçevesi içinde değil, her an ve her mekanda müslüman ve mesuldür. Kenefte ve uykuda bile… s.110 Kilitleyen Skolastik ve apıştıran mistik; (Zorlama akıl ve uydurma sırrîlik)… 3-Rönesans, aklın, çürütülmüş ruhtan intikam almasıdır! Maddeci estetik; (Tabiat meftunluğu, plastik idrak, dış süs zevki)… Akıl çıkmazı; Makine ve alet; (Açlıktan ağlayan ruh ve çocuğunu doyuramaz oyuncak)… Felsefe ve metafizik; (Din ve ahlak getiremez ve ancak birbirinin yanlışını çıkarmaya yarar fasit daire)… 19.Asırdan bu yana; (Makina putu önünde kendi öz eserine mahkum insanlık)… Ruhi müeyyide humması; (Akılcılar müflis, ruhcular aciz, bazı ırkcı otorite tecrübeleri neticesiz; muallakta istinat arama gayreti)… s.114-115 Doğu ve Batı dünyaları arasında mahsub sırrı; (Birinde ruhla dizginlenmesi gereken akıl, öbüründe akılla payandalanması lazım gelen ruh)… s.116 Şeriaf, ferdi sımsıkı kuşatarak onun cemiyetini mimarileştirir. Tasavvuf ise cemiyete kapısını açık tutarak ferd olgunluğunun nakışlarını getirir. Şeriatte, ferdden çıkarak cemiyeti, tasavvufta da bir cemiyetten gelerek ferdi bulursunuz. s.122 Başımıza ne gelmişse yobazın nefsinde kalıplaşan çürük (tez)e karşı ondan daha çürük (anti tez)le davranıldığı için gelmiştir. s.124 Estetik, güzellik ölçüsü… s.127 O da biliyor ki, kadın, bir yaniyle batırıcı ve kaybettirici olduğu kadar öbür yaniyle yükseltirici ve erdiricidir. s.129 Aldırmıyor ve sabırla bekliyor. s.130 Menkıbedeki kadın ermiş, muhakkak ki, nefsinin ve kadının ne olduğunu bilen ve ona göre kendisini yenmeyi ve erkeğe yol açmayı anlayan biri… s.140 Kadın ve dua (not) s.141 Oldurmaya çalışmanın bizzat olmaktan alıkoyan nefs hilesi… Evvela halktan uzaklaşmak, Hakta erimek, peşinden bu hal ile halka dönmek, olduktan sonra oldurmaya çalışmak vardır. Bunlardan birincisi “terk”, ikincisi de “terk-üt-terk”, terketmeyi terketmektir. s.142 -Gözlerini yum ve hiçbir şey düşünme!.. -Nerede o saadet benim gibilere, anne? s.155 Keşke ben “Allah” kelimesinden başka, ağzından tek söz çıkmayan bir dilsiz olsaydım. Mesela şu ağaç… s.159 Dilsizlikte bir bedahet ifadesi vardır. Her şeyi bedahetle bilir, akılla ararız. Bedahet duygumuz olmasaydı, akıl tek şeyi anlayamazdı. Bedahet öyle bir his ki, akıl ona köle diye verilmiştir. s.160 “Her şey anlamakta, yani anlaşılamayanı anlaşılmaz olarak anlamakta… Allahı anlamak işte bu…” Ve kalemi masaya fırlattı: -Olmaz, olmaz! Kelimelerle olmuyor! Ve ağladı, ağladı. s.167 Mutlaka kelimelerin üstüne çıkması, davasını yaşamasını lazımdı. -Arama hırsını, telaşını da yenecek, boynunu bükecek ve tevekkülle bekleyeceksin! -Burada da mı hırs çıkıyor karşıma? -Her yerde o çıkar. Zamanını bekleyeceksin! s.168 Mürşid elindeki müridi şöyle tarif eder: “Ölü yıkayıcısı elinde mevta gibi ne tarafa döndürülse dönen ve gık demeyen…” Naci haykırdı: -Göster bana ölü yıkayıcısı o elleri de hemen teslim olayım!.. s.169 -“Ayağımı yere basacağım” de ve bas! s.172 Olanca soğukkanlılığını takındı. Kendisini hiçbir tesire kaptırmadığını, iç telkinlerden boşalttığı ve gayet yavan bir madde gözüyle baktığını kabul etti. Ama o, hayalinin duman iplikleriyle kurulu asma köprüsü üstünde yol almaya kalkmayacak kadar gerçeklik duygusuna sahipti. s.173 “O günah ki, insanı küçültür ve sığınmaya zorlar, kibir ve azamet taslayan ibadetten daha hayırlıdır.” Şeyh-i Ekber: “-Zıtlar birbirine o kadar yakınlardır ki, bir kere buluşabilseler bir daha ayrılmazlar…” s.182 Kendinde olmak günah… Ötesi var mı?.. s.184 -Her şeyden evvel bize dua nasib et, bizi duadan kesme Allah’ım!.. Duadan ve gözyaşından… s.186 -Allah’ım, vücudumuza ve nefsimize güvenmek, kendimizi vücut sahibi bilmek suçundan bizi affet!.. s.187 -Batı budur, diye düşündü Naci; gaflet ve gururun ışıklı ve sırmalı mantosunda teselli arayan muhteşem bedbahtlık panayırı… s.191 Avrupalı madde hesaplarını gayet iyi bilir ve tesirlerinin manivela dehasını daima yerinde kullanır. s.193 Batı münevverlerinin tipini, huzurunuzda manasına asla ortak çıkmaksızın, sadece beyin sancısı çekmenin haysiyetiyle selamlarım. s.196 Hakçı olarak halkçı ve halkçı olarak hakçı… İşte gerçek demokrasi… s.199 Siz benim bir devremde erişilemez, elle tutulamaz bir tasvirdiniz; şimdi buruşuk bir kağıtsınız! Okunacak tek harfiniz kalmamış lekeli bir kağıt… s.203 -Anadolu çocuğu, hakikatten ve öz vatanından tam birbuçuk asırdan beri gurbette… s.206 -Affedersiniz, sizi rahatsız ettim! Demekten başka bir veda sözü bulamadı. s.207 -“Işık Şehri”nde kaldın, değil mi? Hiç ayrılma o pırıltılı karanlık deposundan… s.208 Keşke bu kadarını da anlamasaydı. Ümmî kahvecibaşı gibi, anladığını sanmadan anlamanın sırrına ererdi o vakit… Dua dilemektir. Dilemek verebilenden olur. Verebilen Allah… Şartsız ve kayıtsız veren… Öyleyse dua Allahın, onu her kayıttan münezzeh bilerek ulûhiyetine el açmak… s.209 -Allah’ım, ben aramakla bulamam; sen gösterirsen buldurursun! s.211 -Gayet sakin, sevimli, telâşsız, güler yüzlü… -Ama bana nakiller değil, kaskatı vâkıalar lazım… Elimde tutmalı, gözümle görmeliyim. Yaşamalıyım… s.212 Her defa görmemek için başını ters çevirdiği yalıya, şimdi dikkatle ve boş gözlerle bakabildi. s.213 Lâf değil, nazar istiyor; akıl değil, iş istiyor; davet değil, zor istiyor. s.214 -Siz kimsiniz? -Bir müslüman… s.217 -Hafız, sen Hızır mısın yoksa?.. -Her gördüğünü Hızır bil!.. s.218 Kendisini bir endam aynasında görüyor ve o aynada birini kovalamak istiyor. Fakat mümkün mü?.. Aynanın içinde yol almak, mesafeler güya aynıyken, kabil mi?.. Konuşan yok, bir musiki şelalesi halinde çağlayan manalar var: -Yalan, bu dünya, yalan… Aynadaki yalan… … s.219
Sayfa 46 - büyük doğu yayınKitabı okudu
·
166 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.