Gönderi

140 syf.
8/10 puan verdi
·
Read in 1 hours
Değirmen öykümüz bir soru ile başlıyor. Soruyla öyküye başlayan yazarımız bizi meraklandırarak öykünün içerisine çekiyor. Yaklaşık yarım sayfa kadar bir değirmenin tasvirini yapan yazarımız belli ki olay örgüsünü bir değirmen etrafında şekillendirecek. İnce bir şekilde tasvir yapılarak çok güzel bir şekilde somutlaşan değirmeni okurken gözümüzde çok rahat canlandırabiliyoruz. Belli kısımlarda üç nokta koyarak bizim hayal etmemiz içinde kısımlar oluşturuyor. Beni ilk kısımda şaşırtan kısım ise ‘ben bir daha böyle bir değirmen görmek istemem’ demiş olmasıydı. Bu cümle bana iki şeyi anımsatıyor. Birincisi ya değirmende kötü bir anısı olduğu, hatırlamak istemediği bir olay yaşadığı ya da ikinci seçenek kafasında değirmeni bir simge olarak kullandığı ve yaşadığı olayları değirmene benzetip, bağdaştırması üzerine. Öykümüzün ilerleyen kısımlarında aşkın ne olduğu üzerine bir soru bizi karşılıyor. Bu soru karşısında aklımda ilk canlanan durum yazarımızın aşkı değirmenle bağdaştırdığı oluyor. Düşündüğümüz zaman aşk insanı şekillendirir, yeni bir insan çıkartır ortaya özellikle biz kadınlar hayatımıza aldığımız erkekleri davranışsal açıdan değiştirmeyi, şekillendirmeyi, inceltmeyi severiz. Değirmende aynı işlemi buğday için yapar ve ezip şeklini değiştirdiği buğday un haline gelir. Buradaki soruda aklıma gelen ilk şey değirmenin ve aşkın nesneyi değiştirme yeniden biçimlendirme özelliği oldu. Bakalım yazarımız ilerleyen kısımlarda bize daha neleri gösterecek. İlk paragrafta dikkatimi çeken ‘ben çok eskiden böyle bir değirmen görmüştüm adaşım, ama bir daha görmek istemem’ sözü ile ‘sen aşkın ne olduğunu bilir misin adaşım, sen hiç sevdin mi’ sorusu bende şu izlenime yol açtı. Yazarımız çok önceden âşık olmuş ve aşkını bir değirmene benzetmiş burada değirmen aşkı için bir sembol niteliğinde. Bir daha değirmen görmek istemeyişi de aşka olan bir kaçış gibi. Değirmen görürse hisleri yeniden açığa çıkacak gibi. Değirmen acaba burada bir mekân mı yoksa aşkla olan bir benzerlik üzerine kurulan bir motif mi? ilerleyen cümleler bize bunları açıklayacak. Somut kavramlarla, fiziki ve cinsel durumlarla aşkın ilk tarifi yapılıyor ve aşk burada metalaşıyor. Hemen ardındaki paragrafta ise aşk kavramı daha ince, ruhsal ve şairane bir şekilde ele alınıyor. aynı yazar aynı kavramı iki farklı şekilde bize sunuyor ve ikisi de aslında bizim yaşadığımız, algıladığımız aşk kavramları. Yazarımız ilk aşkı zor, cesaret isteyen şekilde yorumlamış olacak ki ikinci bir aşka yelken açmayı daha kolay olarak nitelendiriyor. Aştan çıkmayı bir seri katile benzetiyor çünkü bir aşk bitince ortada kırılan kalplerin, parçalanan ruhların varlığını biliyor. Bundan dolayı biten bir aşktan sonra insanların kendilerini avutma şeklini bir seri katilin avutmasıyla gösteriyor. Düşününce ne kadar mantıklı bir benzetme çünkü aşk iki kişi için aynı anda başlamadığı gibi aynı anda bitmiyor. Aşkı erken biten katil, bitmeyen ya da bitiremeyen ise ölü oluyor. Daha sonra ise üçüncü, dördüncü sevmeyi sorguluyor yazarımız. Bu kadar sevebilir mi insan, bu kadar sevmeli mi? sevmek birini öpmek ona dokunmak mı? Bence insan yine yeni yeniden defalarca bıkmadan usanmadan sevebilir. Yara alır aldığı yara geçince veya biri tarafından geçirtilince yeniden sever ama sevmek kesinlikle öpmek, dokunmak değildir. Sevmek bu olsaydı Leyla ile Mecnun bu kadar meşhur olur muydu? Ve bence yazarımız için ikinci, üçüncü aşk diye bir şey yok. Olsaydı değirmene gitmek isterdi. Değirmeni görmek isterdi. Burada dokunmaktan, öpmekten kastı birazda gümümüz ilişkilerine dem vurmak olabilir. ‘Bir bıçak alarak…’ diyerek başladığı kısımda ise aşkın deli, tutarsız, mantık dışı olduğu kısmı ele alıyor. Bunları yapabiliyorsan aşıksın diyor çünkü aşkta mantık olmayacağının farkında. Aşk delilik ister ,cesaret ister herkes fısıldaşırken bağırmak ister içinde tutamazsın ve tutmak istemezsin. Bu yüzden yazarımız böyle hissetmiyorsan aşık değilsin ve bana seviyorum deme der. Düşününce insan sormadan edemiyor acaba yazarımızın dediği gibi sevdim mi veya sevildim mi? Şu ana kadar okuduğumuz kısımdan şunu anlıyoruz ki yazarımız değirmen başlığı adı altında bizimle aşkın doğasını anlatmaya yönelmiş ve burada kendine göre olan aşkın olayını anlatacak. Yazarımız bizi gerçek aşk anlayışını söylemeden önce bize örnekler vererek düşünmemizi ve gerçek aşkın aslında ne olmadığını göstererek bizi gerçek aşkın anlamına hazırlıyor. Aşkın çılgın bir yanı olduğunu gösteriyor. Yazarımızın gördüğü derin, anlamlı, çılgın, şairane aşkın günümüzde bizim gördüğümüz fiziksel odaklı aşkın bir olmadığını göstermek istiyor. ‘Sen sevgiline ne verebilirsin sanki?’ diye başlayan kısımda ise günümüz aşklarına çok güzel bir gönderme yapılıyor. Burada bir kalbin birden fazla kişiye verilemeyeceğini, kalp vermenin de aslında olamayacağını anlatmaya çalışır. Aşk bir özgürlük, bir çılgınlıktır. ‘Siz sevemezsiniz, siz birisine itaat eden, birisinden korkan, birisini tehdit eden…’ diyerek ifade ettiği kısımda bence şunu söylemek istiyor; siz itaat eden derken burada sanki zorla bir itaatten bahsediliyor gibi oysa gerçek aşkta zorla bir itaat yoktur, aşık kişi hayatındaki kişiye gönülden bağlıdır, ona âşık olduğu için gözü ondan başkasını görmez ve itaat etmesi gerekmez çünkü ne kadar özgür olursa olsun kalbinde biri varken başkasına yer olmayacağını bilir. Birisinden korkan siz sevemezsiniz diyor çünkü aşkta korkaklığa yer yoktur. Aşık insan cesur olur kimseden korkmaz zaten aşk korkakların işi değildir. Birisini tehdit eden siz sevemezsiniz diyor çünkü kalbinde aşk olan kimseyi tehdit edecek kadar kötüleşemez. Bu şekilde âşık olan kişide olması gereken özellikler yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyor. Yazarımıza göre âşık olan kişi; birine boyun eğmeyecek, birine emretmeyecek, birinden korkmayacak, birini tehdit etmeyecek, cesur olacak, kimsenin yapamadığını yapacak. Mevlana’nın da dediği gibi ‘aşk bir çılgınlıktır’ buraya kadar bizi aşka hazırlayan yazarımız bize aşkın tarifini verdi. neler olmalı neler olmamalı ince ince gösterdi şimdi ise bize asıl hikâyeyi anlatmaya başlıyor. Çingene denildiği zaman olumsuz bir sürü durum aklımıza gelir. Toplum içerisinde azınlıkta kaldığı için ötekileştirilmiş bir toplum bakalım yazarımızın ele alış şekli fikirlerimizi nasıl değiştirecek veya destekleyecek. ‘karların erimeye başladığı mevsimdeydi’ diye başlayan paragrafımız bize bahar mevsiminin yeni geldiğini, doğanın uyanmaya başlayacağı, havaların yeni yeni ısındığı bir dönem olduğunu anlıyoruz. Geçmişten bahsetmiş burada zaman kırılması oluyor. Göçtüğünü ifade eden yazarımız bize çingene yaşantısına dair ilk bilgiyi vermiş oluyor. Havanın güzelleşmesinin insanlar üzerindeki olumlu etkisinden bahsediyor. Göç eden kişiler arasında cinsiyetlerine göre düşen görevleri gösteriyordu. Çingenelerde erkekler enstrüman çalarken kızlar ise şarkı söylüyordu. Dinlenmek için durdukları yerde hikayemizin başkahramanı Atmaca’nın ilk kez lafı geçiyor ve biz Atmaca’nın klarnet çaldığını burada öğrendik. Dinlendikleri yerdeki yerel halk hem çingeneleri seviyor hem de onları hırsızlıkla suçluyorlardı. Bunu çingenelerde bildikleri halde bir şey demeyişleri dikkatimi çekiyor. Çingeneler dinlenmek için çıktıkları bu değirmen kenarına hemen yerleşmiyorlar toplumdan onay alma durumları var. bunu şurada fark ettim; Atmaca klarnet çalıp, köylüden buğday ve yoğurt hediyesi alana kadar diğer çingeneler bölgeye yerleşmemişti. Çevre köyün halkından onay gördükten sonra çadırlarını kurmaya başladılar. Hikayemizin başkahramanı Atmaca özel olarak ele alınmış ve özellikleri ince ince anlatılmaya başlanmış. Demek ki yazarımız başkahramanımızı yakından tanımamızı ve ilerleyen bölümlerde yaşanacak olaylara karşı neler olabileceğine dair ön izlenimlerimizi arttırmaya çalışmıştır. İsminin nereden geldiğini de bu tasvirler sayesinde öğrenmiş oluyoruz. Dış görünüşüne ithafen verilen bir ismi var. Diğer çingenelerden farklı olarak eğitim almış olması, nota bilmesi, çalgıyı içten ve hissederek üflemesi Atmaca’yı diğerlerinden farklı ve özel kılıyordu. Metni okumaya devam ettiğimizde Atmaca’nın âşık olmadığını, daha önce kimseye gönlünü kaptırmadığını öğreniyoruz. Ama çalgı çalarken hüzünlendiğini, gözlerinin dolduğunu, bir derdinin olduğunu görüyorduk demek ki Atmaca’nın kimseye anlatamadığı bir aşkı var. Uzun bir aşk ve Atmaca tasvirinden sonra anlatılacak olan hikâyenin geri kalanında Atmaca’ya dair bir aşk hikayesi olduğu şüphesiz. Atmaca’nın gizemli bir tavrı var. okurken hayal ettiğim adam karşısında ben bile bir meraka kapıldım. Çok konuşmayan, konuştuğu zaman ise gönlünden geçenleri tam söylemeyen, hislerini sezdirmeyen biri. açık konuşmak gerekirse her kızın âşık olacağı bir yapısı var, yazarımız başkahramanımızı baya kusursuz gösteriyor. Umarım ilerleyen kısımlarda Atmaca’nın biraz da olsa kötü yanını görürüz çünkü bu kadar kusursuz bir insan hele ki bir erkek olamaz. İlerleyen kısımlarda değirmencinin bir kızı olduğunu ve çingenelerle beraber akşamları oturup onları dinlediğini görüyoruz. Değirmencinin kızı içinde güzel tasvirler yapan yazarımız demek ki bize Atmaca ve değirmencinin kızı arasında olacak bir aşkı anlatacak. Kızın yüzünde yarım bir gülümseme olduğunu anlatan yazarımız bunun sebebinin de bedenindeki uzuv eksikliği olduğunu anlıyorduk. Değirmene kaptırmıştı kolunu ve kolu eksikti. Şu an anlıyoruz ki değirmenin o kadar detaylı anlatılmasının sebebi bu kızın kolunu nasıl kaybettiğini daha iyi anlayabilmemiz ve değirmenin bu hikayedeki yerini bize veriyor. Bir insana baktığımız zaman eksikliğini( özellikle böyle hızlı görülecek bir uzuv eksikliğini) hemen görür ve ilk önce bunu söyleriz ama yazarımız kızın detaylı tasvirini yapıp ne kadar güzel olduğunu belirttikten sonra yüzündeki solgun ifadeden bahsedip sebebini söylüyor. En başta çok detaylı anlatılan değirmenin önemini şu an daha iyi anlıyoruz. Atmaca’nın çalgı çalıp yerleşmek için izin aldığı yer değirmen kenarıydı ve büyük ihtimalle âşık olacağı kızla burada tanışıyor ve bu değirmen o kızdan kolunu almış. Minik minik halkalar halinde kaderleri bu değirmen etrafında şekillenmiş. Bir genç kızın çocukluğundan itibaren çektiği bir eksikliği bize en ince ayrıntısına kadar anlatan yazarımız hem bakışlarındaki mahcubiyeti hem de çocukluğundan gelen ve peşini bırakmayan bu mahcubiyetini psikolojik olarak bize anlatmıştır. Çocukluğundan gelen bu eksiklik kızın hayatında inanılmaz bir yer kapladığı için kızın gelecekteki hayatını da ister istemez etkilemektedir. ‘Bizim Atmaca değirmencinin kızına vuruldu…’ buradan itibaren hikayemizin yeni halkası işin içine giriyor. Burada Atmaca’yı üstün bir şekilde anlatıp, değirmencinin kızının isminin dahi verilmeyip hala sakat kız veya değirmencinin kızı olarak anılması benim çok hoşuma gitmedi. Kızcağızı yazarımız çok acındırıyor ve kurgu dahi olsa kadınların bu şekilde anılması çok hoşuma gitmiyor çünkü derin bir gerçeklik barındırıyor. Atmaca’nın kimseyle konuşmayışı, düğünlere gitmeyişi mütemadiyen yalnız başına hareket etmesi bu aşkın onda uyandırdığı ilk hareketler oluyor. Hikayemize biraz daha bakınca Atmaca gibi değirmencinin kızı da âşık olmuş, ikisi de birbirlerini seviyor ama kızın çocukluğundan gelen mahcubiyeti ve dışlanmış olması artık kendisine acıma raddesine gelmiş ve Atmaca’ya kendisini layık görmediği için kaçmaya da evlenmeye de razı gelmiyor. Biliyor ki kolunun olmayışı Atmaca’yı her gördüğünde kendine verilen bir ceza gibi içini parçalayacak. Hikâyenin başında ‘sevdiğine kalbini vermek’ sözünü açıklayıp bunun olmayacağından söz etmiştik burada şimdi yeniden Atmaca’nın değirmencinin kızına ‘bana kolunun yerine kalbini veriyorsun’ demesine bir atıf olduğunu daha doğrusu bu sözden dolayı ‘kalbimi verdim’ deyiminin açıklandığını görüyor bir kez daha hikâye bütünlüğünü fark ediyoruz. Bir kolun olmayışı aşk işin içine girince daha da bir acı oluyormuş. Belki o kız Atmaca’yı görene ona âşık olana kadar hiç bu denli hissetmemişti kolunun olmayışının ağırlığını ama sevdiğin insana sarılırken boş kalacak olan kısım, o seni sevdiğinde içinde oluşacak olan bana acıyor mu duygusu bu iş olsa bile büyük acılar ve keder getirecek bir durumu yazarımız en ince ayrıntısına kadar hissederek aktarmış bize. Atmaca gibi güçlü, kuvvetli yağız bir delikanlının aşk söz konusu olunca elinin kolunun nasıl bağlandığını en gerçekçi haliyle anlatmış yazarımız. İstese değirmencinin kızından çok daha güzel kızlarla birlikte olabilir onlara gönül verebilir zaten peşinde bir sürü genç, güzel ve sakatlığı olmayan kız var. ama aşk işte o kadar diyar gezdi, o kadar insan gördü, o kadar ortam tattı bir kolu olmayan kıza gönül kaptırdı. Aşk işte böyle bir şey diyor insan âşık olurken içinde mantık yok, kalbine aklının lafı geçmiyor yazar bunu Atmaca ile dertleştiği kısımda gösteriyor. Atmaca’da her şeyin farkındaydı kızın çekindiği konuları anlıyor ve onu haklı buluyordu. Düşünüyorum da Atmaca kendini çekmeyip umut verebilirdi her şeye rağmen zaten birkaç ay sonra toplayıp çadırları göçeceklerdi ama aşk bu işte kendine hiç acımıyor, acını çekiyorsun da sevdiğine kıyamıyorsun. Güçlü, yağız Atmaca’nın kanadını yine bir kanadı kırık olan kuşun aşkı kırmıştı. Atmaca aşkından dolayı çaresizliğe düşmüş ve yazarımız bu çaresizliği kırık kanatlı bir kuşa benzetmişti kalsa yem olacak gitse dermanı yok uçmaya hareket edemeyecek. Öykümüzün devamında tüm çingenelerin ruh halinin değiştiğini, o eğlenceli, güler yüzlü tavırlarının kalmadığını görüyoruz. Gruptan bir kişinin mutsuzluğu tüm ekibi etkilemişti. Belki de bu yüzden çingeneler hala topluluk halinde yaşamayı sürdürüyorlardır. Birinin acısı, kederi, durgunluğu hepsine yansıyor, hepsini huzursuz ediyordu. Toplumdan dışlanmış olan bu insanların görünmeyen bir bağ ile birbirine bağlı oldukları çok belli. Atmaca’nın günler sonra ilk kez klarnet çalmak için değirmeni seçmesi bana biraz tuhaf geldi. Hem değirmende oluşacak olan sesten dolayı müziği çok güç işitilecek hem de genellikle dışarıda açık alanda güle oynaya yapılan bu işi neden bir anda kapalı bir mekânda yapmayı istedi ki? Bence hikayemizin asıl can alıcı ve önemli kısmı burası. Değirmenle ilgili başka bağdaşmalarda yaşanacak. ‘ben o gece dinlediğim şeyleri öldükten sonra bile unutamam.’ Burada müzik demiyor. Demek ki o gece değirmende dinlenilen tek şey Atmaca’nın klarneti değildi. Doğanın oluşturduğu ses ve Atmaca’nın yüreğinden üflediği klarnetin sesi okurken bile tüylerimizi ürpertiyor. Seçtiği gecenin yaşattığı ortam hem Atmaca’nın derdinin büyüklüğünü hem de gücünü simgeler nitelikteydi. Atmaca’nın müziği dinleyenlerde birden fazla duyguya hitap ettiği gibi hislerin tarifini de zorlaştırmış. Yazarın anlatırken bulamadığı duygu ifadesini Atmaca içinde yaşayıp klarnetine üflemiş. Bunları yaparken gözlerini bir an olsun sevdiğinden ayırmamış. Anlatıcının zavallı olarak nitelendirdiği kıza büyük bir aşkla bakmış. Mecnun diyor ya ‘sende gördüğümü görecekler diye ödüm kopuyor.’ İşte Atmaca’nın da içinde bulunduğu durum tam olarak bu. Herkesin bakarken acıdığı, zavallı bulduğu kıza o bakarken gözlerini alamayıp, aşkla bakıyor. Yazarımızın başlangıçta yaptığı aşk tarifi ilerleyen kısımlarda daha da netleşirken bizde anlatılmak istenen aşkı daha iyi anlıyoruz. Müziği bittikten sonra ayağa kalkan Atmaca o kadar ince ve detaylı işlenmiş ki kendi içindeki çaresizliğini, yorgunluğunu görüyoruz. Aşkından dolayı yemeden, içmeden, bakımdan, uykudan olduğu çok belli. Okurken adamın solgun benzi ve o ayağa kalkışıyla, değirmen içinde yürümeye başlayışıyla aklıma ilk gelen kendine zarar vereceği oldu. Belki de yaptığı bu müzik gösterisinin amacı herkese veda etmek ve aşkının ağıtını yaptıktan sonra kendine zarar vermekti. Ben okurken bir şeylere veda ettiğini hissettim. Atmaca aşkı için yapabileceği en büyük fedakarlığı sağ kolunu çarklara kaptırıp feda ederek yapmıştı. Sevdiği, âşık olduğu kızla arasında bir engel bırakmamıştı. Zamanında onun yaşadığı acıyı kendisi de değirmencinin kızına âşık olduktan sonra yaşamıştı. Hikâyenin başında denilen aşka geri döndüğümüzde anlıyoruz ki aşk, gerçek aşk dokunarak, öperek, bir hafta sonra unutarak ya da acısını hafifleterek değil sevdiğin kendini eksik hissetmesin diye kendini eksilterek oluyormuş. Atmaca gerçekten aşıktı. Değirmencinin kızını kendi canının yanmasını düşünmeden, hesaplamadan sırf o kendini yanında mahcup hissetmesin, üzülmesin, yıllardır hissettiği eksikliği Atmaca’nın yanında hissetmesin diye Atmaca sevdiği kız için herkesin gözünün önünde koluna veda etti. Bunu belki kırk yıllık evli çiftler birbiri için yapmaz ama Atmaca aşkından geçemedi, herkesin eksik diye nitelendirdiği kendisinin bile çocukluğundan itibaren yokluğunu ve mahcubiyetini taşıdığı kolunun yokluğunu ilk kez biri onun mutluluğu için görmezden gelip kimsenin yapmadığını sırf o mahcubiyetini devam ettirmesin diye kendini eksiltti. Aslında bence bu bir eksiltme değil diğer yarısıyla bir bütünleşmeydi. Aşkının karşısında en büyük engel olarak duran kolunu hiç acımadan bir ayinle veda ederek herkesin gözünün önünde aşkını haykırırcasına değirmene kaptırdı. Aynı bir zamanlar kızın kaptırdığı gibi. Keşke ölmeseydi. Aşkı için ölmüş olması onu unutulmaz kılıyor belki ama bu aşkın kavuşulmuş bir yaşanmışlığı olmalıydı. Bir ömür kolunun yokluğunu çeken değirmencinin kızı şimdi onu çıkarsız, olduğu gibi seven, canı uğruna seven aşkından da olmuştu. Hikâyenin kahramanı her ne kadar Atmaca olsa da adı dahi anılmayan değirmencinin kızı da bu hikâyenin gerçek acı çekeni oldu. Sevdiği ve ilk kez olduğu gibi sevildiği, onu her şeyiyle seven tek adamı gözlerinin önünde aşkı uğruna öldüğünü gördü. Öykünün hazırlık kısmında bize anlatılan aşka ne kadar güzel bir örnek oldu oysa. Hiç sarılmadan, öpmeden, dokunmadan, başkasına bakmadan kendi içinde savaşarak verilen bir aşk. Atmaca, değirmencinin kızından önce hiç kimseyi sevmemişti ilk aşkı da son aşkı da aynı kişi oldu. Atmaca düzenlediği gecede bir çingeneye yakışır şekilde veda etti aslında aşkına ve hayatına. Çingeneler mutlu insanlardır. Gülmeyi, güldürmeyi, şarkı söylemeyi, dans etmeyi severler. Tüm sevdiklerinin yanında âşık olduğu kadının gözlerine bakarak üfledi klarnetine son kez. En iyi yaptığı işi en sevdiği kadının gözlerinde son kez yaptı. Ruhunu bedenini aşkını o değirmende ebediyete uğurladı. Burada değirmen sadece bir aşkın başlamasına değil o aşkın ebedi bir şekilde devam etmesine sebep oldu. Birbirinden haberi dahi olmayan iki gencin ilk kez birbirlerine baktıkları, kalplerinin ilk kez farklı ama birlikte attığı yerdi. Birbirleri önünde tek engel olan eksikliğin sebebi olan yerdi. Atmaca’nın ruhunu ve değirmencinin kızının aşkını elinde tutan ikisini unutulmaz yapan yerdi. Yazarımız öykünün başında ‘ben bir daha bir değirmen görmek istemem’ demişti. Şimdi anlıyoruz ki kendi aşk acısı olduğu için değil, imkânsız gibi görünen bir aşkın son saniyelerine şahitlik ettiği içinmiş, çok sevdiği arkadaşının öldüğü yer olduğu içinmiş bir daha değirmen görmek istemeyişi. Yazarımız öykünün sonunda bazı hoş davranışlardan bahsederken ‘ sevdiğinin vücudunda bulunmayan bir şeyi, kendi vücudunda taşımaya tahammül etmeyip onu koparıp atabilmek sevgiymiş. ‘diyor. gerçekten gerçek sevgi buymuş diyesi geliyor insanın. Günümüz ilişkilerinde insanlar sevdiğini iddia ettiği kişiye zarar vermekten çekinmezken, o kendini eksik hissetmesin diye kendini eksiltebilmekmiş sevmek. Okumaya başlarken çingene diye bende çok üzerinde durmamıştım. Sanırım herkeste olan o azınlık grubu dışlama potansiyeli bende de vardı ama eleştirel düşünceyle yaklaşıp, olayları detaylı bir şekilde ele aldığımda anlıyorum ki; kim olursa olsun, nerede olursa olsun, durum ve zaman ne olursa olsun seven insan eğer gerçekten seviyorsa her şey mümkün oluyormuş. Hikâyenin başında detaylıca anlatılan değirmen bu aşkın simgesi haline gelmiş. Değirmenin yanına gittiğinde yazarımızın aklına gelen bu acı hikâye yazarımızı bir daha değirmen görmemeye itmiş. Ve aşk öyle güçlü öyle büyük bir şeymiş ki herkesin gıptayla baktığı Atmaca’yı canından etmiş. Hikayemiz başından sonuna birbiriyle bağlantılıydı. En başta derin tasvirlerle verilen değirmen ve sonrasında ince ince işlenen gerçek aşk ve günümüz aşkları arasındaki fark hikâyeyi okurken hem zihnimizin gerisinde dönüp durdu hem bize denilmek isteneni en hoş şekilde yaşattı. Kaç kişiye böyle sevmek veya sevilmek nasip olur bilmem ama umarım herkesin hayatına bir Atmaca dahil olur.
Değirmen
DeğirmenSabahattin Ali · Yapı Kredi Yayınları · 202144.8k okunma
·
426 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.