Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Abartısız ve görünene işaret eden tanımlar sade olmakla birlikte, en güçlü ve en etkileyici tanımlardır. Çünkü onlar satır aralarını değil satırlara yazılanı okurlar. Anlaşılmazlığ zemin arkasına saklanmak yerine anlaşılırlığın sadeliği ile yetinirler. Sadelik zordur çünkü ancak farkındalıkla sağlanır. Sade bir tanımla evlilik, birlikteliğin tek başınalığa zaferidir. Dikkat edersen, birlikteliğin "tek başınalığa" zaferidir dedim, birlikteliğin "yalnızlığa" zaferi değil! Yalnızlık terimi, birilerini aradığının ifadesidir. Tek başınalık ise bir arayış içinde olduğunun değil, özgür olduğunun ifadesidir ve ancak özgür olduğunda olgunlaşırsın. Çünkü ancak zihnin başkaları tarafindan meşgul edilmediğinde kendinle ilgi farkındalığın artar. Özgürleşmek ve farkındalık artışı ise insan yaşamındaki en önemli keşiflerdir. Birinin karısı veya kocası olmadan önce kendin olmayı öğrenmelisin. Bir düşün. Sen çoğu kez kendinle yaşamıyorsun. Belki kendi düşüncelerine bile katlanamıyorsun. Ansızın gllen, istemsiz düşüncelerine bile tepki veriyorsun. Onların yalnızca bir düşünce olduğunu unutuyor, düşüncelerinden korkuyorsun. Ya düşünmemeye çalışıyorsun ya da düşüncelerinde oluşturduğun hayali tehdit ve tehlikeler için delen alıyorsun. Ne zaman yalnız kalsan huzursuzlaşıyorsun, rahatsızlık ve endişe duyuyorsun. Sevgilin olmadığı zamanlar "Herkesin bir sevgilisi var, ben ise yapayalnızım," diye üzülüyorsun. "Ne yapmalıyım?" diyor ve bazen bir terapist gidiyorsun. Çünkü kimse seni dinlemiyor diye düşün Terapist seni dinlediğinde mutlu oluyorsun çünkü o sana en azından, "Sen dinlenmeye değer birisin," mesajını veriyor. Özetle, önemsenmeye ihtiyaç duyuyorsun ve sevilebilmek için seviyorsun. Temel ihtiyacın sevmek değil sevilmek oluyor. İşte bu nedenle sevgiline, "Beni yeterince sevmiyorsun," diye kızabiliyorsun. Bu kadardan daha fazla sevilmeyi hak ettiğini düşünüyorsun. Kibir ve bencillik... Unutma sevilmeyi bencilce arzuladığında, hiçbir sevgi sana yeterli olmayacaktır. Çünkü ihtiyacı sonsuzdur. İşte bu nedenle sevilmeye tutsak olmak da sonsuzdur. Pek çok âşık, "Ben seviyorum ama o yeterince karşılık vermiyor," diye yakınır. Ama aslında çoğu kez karşısındaki de aynı şeyden yakınmaktadır çünkü her ikisi de henüz sevmiyorlardır. Osho "ancak ihtiyaç duyulma ihtiyacını yok edebilirsen tek başınalığı ve sevmeyi becerebilirsin" der. İşte, yalnızlık ile tek başınalık arasındaki fark budur. Tek başınalık ihtiyaç duyulma ihtiyacından özgürleşebilme halidir. Yalnızlık sonucu yaşadığımız birliktelik ise sevgiden çok, benliğimizin bir gereksinmesi sonucu yaşanır. Her gün biri tarafından istenmek, ihtiyaç duyulmak değil midir bir Kazanova'yı bir dizi partnerle birlikte olmaya iten? Bu fethetme arzusunun yalnızca seks ile ilgili olduğunu mu düşündün yoksa sen? Seks yalnızca bir kadın ya da bir erkekle de derin ve anlamlı yaşanabilir. Tabii ki aşk da değildir Kazanovalık; çünkü aşk, ilgi alanının en azından belirli bir süre için belirli bir kişiye odaklanmasıdır. Bu, ne aşktır ne de seks, bu yalnızca bencilce bir ihtiyaçtır. Yalnız olmadığını, önemsendiğini, fethetme ve fethedilme gücünün varlığını görme ihtiyacı... Oysa tek başınalıkla özgürleşmiş bir insan, bu ihtiyaçlarını geride bırakmış olandır. İhtiyaç duyulma ihtiyacını hissetse bile bunu sevgiden ayırır. Sevgi ihtiyaç duyduğun dış dünyada değil senin içindedir. Bunu fark edebilmek ise yalnızlıktan tek başınalığa geçerek olur. Peki, tek başınalığı öğrenmek için kimlere bakmalı, kimi örnek almalısın? Belki tek başınayken bile her şey yolundaymış gibi rahat davranan bebekleri. Bebekler kendilerini oyalama, eğlendirme ve mutlu etmenin yollarımı en iyi bilenlerdir. Kendi bedenleriyle oynar, parmaklarını emerler. Kendilerine güvenleri olağanüstüdür. Bir bebeğin emeklemekten yürümeye geçişi sırasında kaç kez düştüğünü bilir misin? Çalışmalar bu rakamın 200'ler civarında olduğunu göstermiş. Bu ne demek anlıyor musun? Çocuk defalarca düşüyor ve tekrar ayağa kalkıp, yürü meye çalışıyor. Düşmek tekrar ayağa kalkmak için bir engel değil, bir neden oluşturuyor. Peki ya erişkinler? Iki, üç kez yabancı dil kursuna katılıp, bu işi yapamayacağım diyerek dil kursundan vazgeçenler? İki kez istediği karşılığı bulamayın hayal kırıklığına uğradığı için sevmekten vazgeçenler? Çocuklar kendilerine yetişkinlerden daha çok güveniyorlar çünkü onlardan daha çok özgürler. İşte bu yüzden bütün çocuklar güzel... Peki, çocuklar düştüğü zaman sen ve ben ne diyoruz. "Görmüyor musun? Yürümeyi beceremiyorsun işte. Bu aptalca denemelerden vazgeç" mi diyoruz? Hayır, bravo diyor ve ama aldığı sonuçlar için değil, gösterdiği çaba için alkışlıyoruz. Çocuğun kendisine güvenini sarsmıyoruz. Sarsmaya çalışsak bile o yılmıyor. Tekrar deniyor çünkü kendi tek başınalığı içinde yalnızca sürece odaklanıyor. Senin ne söylediğinden çok onun ne yapmak istediği önem kazanıyor tek başınalıkta. Peki, bu kendine güvenli çocuklara daha sonra neler oluyor? Biraz büyüdüklerinde anneleri bir bardak su istiyor. Çocuk su getirirken halıya döküyor ve annesi, "Bir bardak suyu bile getirmeyi beceremiyorsun," diyor. Arkadaşlarıyla yaptığı bir sporda onlar kadar başarılı olmadığında kendisine, beceriksiz biraz kiloluysa şişko, boyu kısa ise cüce, gözlüklü ise dört göz gibi adlar takılıyor. Başkaları tarafından aşağılanma, kendine olan güvenini yok etmeye başlıyor. Çünkü büyüdükçe başkalarının söylemlerinden daha çok etkilenmeye başlıyor. Tek başınalığın özgürlüğü gidiyor, yalnızlığın çaresizliği geliyor. Değerli ve sevilen olabilmek için başkalarından takdir alma gereği sürekli karşılaştığı bir durum haline geliyor. Bir başka deyişle bir zamanlar kendilerine güvenleri olan bu çocuklar ihtiyaçları giderek artan ve ihtiyaçlarını karşılayamadığında yalnızlaşan- küsen bireylere dönüşüyorlar. İşte başka insanlar tarafından beğenildiğini görme, yani kendisine ihtiyaç duyulduğunu görmeye duyulan ihtiyaç böyle gelişiyor. Yani bebeklik çağımızın o güzel, güvenli, içten, masum yaşantıları, eleştiren, acımasız ve aldırış etmeyen bir dış dünyada yerlerini kaygılı, güvensiz, küskün, yalnız kimliklere bırakıyor. Çocukların on yaşındaki kendilik imajlarının, gelecekteki yaşamlarında elde edecekleri başarıyı, aynı yaşlardaki zekâ düzeyinden daha iyi belirlediğine ilişkin araştırmalar var. Örneğin okula yeni başlayan çocuklar kendilerine aktarılanı anlamadıklarında, hepsinde benzer düzeyde soru sorma isteği saptanıyor. Ancak yaş ilerledikçe kendilik imajı olumsuzlaşan çocuklar anlamadıkları da bilmedikleri fark edilmesin diye soru sormaktan vazgeçiyorlar ya da vazgeçiriliyorlar. İşte olgunlaşmak, kaybettiğimiz o çocuksu masumiyet ve özgüveni yeniden kazanabilmek belki de. Kirlendiğimiz ve kirletildiğimiz bir dünyada, pek çok kötülüğün, haksızlığın varolduğunu bilmeye rağmen yeniden masumlaşabilmek olgunluk. Tek başınalıktan ve yargılanmaktan korkmadan ayakta durabilmek. Kim olduğumuzu belirlemek, elimizde olmasa da ne olduğumuzu belirlemenin elimizde olduğunu fark etmek, büyümek ve olgunlaşmak. Yaşantılara kendimizi bırakabilmek belki de. Sonuçlarıdan korkmadan. Farkında olmak ama yargılamamaktır olgunlaşmak. Kendini o an'a bırakabilme yeteneğidir yeniden masumlaşabilmek. lyi ya da kötü, çirkin ya da güzel şeklinde yargılarda bulunup, oynayabileceğimiz tek oyundan vazgeçmek yerine, gelen ve giden yaşantılara farkındalık bilinci içinde izin verebilmektir güzel olan. Çünkü kendini yaşantıya bırakmak yerine sürekli kontrol etme çabasındaysan oyundan vazgeçersin. Belki de çocuklar bunun farkında. O yüzden de oyunu bırakanlara, "Oyunda ağlayanın, (oyunu bırakanın) başı kel olur" diyorlar. Çoğu kez masumiyetin getirdiği güvenle başlayan yaşam acımasızca üstüne gelen hayat olayları sonucu yerini kurnazlıkla giden bir güvensizliğe bırakır. Bu, insanı korkutur ve bencilleştirir. Bencilleşen insanın ihtiyaçları artar ve ihtiyaçlarının tut sağı olur. Oysa tek başınalığın özgürlüğünü ve seçkinliğini anlayabilirsen ihtiyaç duymadan sevmeye başlayabilirsin yeniden "Beni istediğim gibi sevecek mi? Beni seviyor mu?" sorulan yerini, "Ben istediğim gibi seviyor muyum? Ben sevebilecek miyim?" sorularına bırakır. Olgunlaştıkça içinde kalan kullanılmamış duygularından dolayı üzülmeye ve hep elinde tutmaya çalıştığın denetleme gücünün aslında güçsüzlük ve korkulara dan kaynaklandığını anlamaya başlarsın. Ancak böylelikle özgürce sevmek gerçekleşebilir. Tabii ki herkes gibi sen de seveceksin. Çünkü sen de, diğer insanlardan biri olarak dünyaya geldin. Yakın bağlar kurma ihtiyacı, senin yalnızca insan olmandan kaynaklanan bir özelliktir. Ancak, bu yakın bağlar içinde bağımlı olmadan sevebilmektir esas olan. "Seni seviyorum çünkü sana ihtiyacım var" ile, "Sana ihtiyacım var çünkü seni seviyorum," arasındaki fark da budur işte. Birlikteliğin tek başınalığa zaferi ile birlikteliğin yalnızlığa zaferi arasındaki fark gibi. Kabul edilebilir hatta övünülebilir bir zaferdir ikinci bir kişi ile birlikteliğin. Çünkü yalnızca egoist bir ihtiyaç için sevmiyorsun. Sevecen olman gerektiği için de sevmiyorsun. başınalığın sağladığı farkındalık sonucunda gelen sev- gi, sevecen olma gereği duymadan sevecenliğin ta kendisi ola- bilmektir zaten. Unutma, tutku bir mutluluk arayışıdır. Seve- cenlik içeren sevgi ise mutluluğun kendisi. İhtiyaç duyulmaya ihtiyaç duymadan verilen sevgi, aşk gibi ateşli değildir ama ye- terince sıcaktır. Bu sıcaklık koşulsuz kucak açmayı, kabulü ve paylaşabilmeyi getirir. Birlikteliğinde öyle sev ki, birliktelik uzun süren bir şölene dönüşsün. Hatta sevilen de senden sevmeyi öğrenebilsin. Tek başınalığın keyfine varabildiysen, birlikteliğin de tadına varırsın. Birlikteliğin tek başınalığa zaferi asla seni üzmesin. Bu, insan olmayı becerebilmenden kaynaklanır. Dağ olabilmen için çevrende vadiler olmalıdır. Çünkü vadiler olmadan da dağ olamazsın. Sıradan, ancak onurlu bir ölümlü olmak, yaşamı tüm boyutlarıyla kabullenmek ve benimsemekle gerçekleşir. Jean-Paul Sartre", "Cehennem başkalarıdır," der. Senden isteneni reddeder. Unutma, yaşam yalnızca sana verilen bir şey değil aynı zamanda senden istenen bir şeydir de. Tek başınalığı öğrenebilirsen, bir başkası cehennemin olamaz. Sevgi sana bir yandan sınırsız bir bireysellik sunarken, diğer yandan gerektiğinde iki bedende tek ruh olabilmeyi de öğretir. İşte bu nedenle evlilik "Ben"i koruyarak "biz" olmayı becerebilmek, diye tanımlamışımdır hep. Halil Cibran şöyle der: Bırakın da bunca beraberliğin arasında biraz boşluklar olsun ve Tannsal âlemin rüzgârlan esip dolanabilsin aranızda. Birbirinizi sevin ama sevginin üzerine bağlayıcı anlaşmalar koymayın. Bırakın yüreklerinizin sahilleri arasında gelgit çalkalanan bir deniz olsun sevgi. Şarkı söyleyin, dans edin, eğlenin birlikte ama ikinizin de tek başına olduğunu unutmayın. Çünkü kulağa gelen müzik aynı da olsa onu oluşturan notalar ayrıdır. Hep yan yana olun ama birbirinize fazla sokulmayın çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır ve bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez.
·
212 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.