Gönderi

Günün Pasajı
İnsan, doğaya pek benziyor. Sürekli sevgisizliğe, gri suratlara maruz kalınca, yazını kışa çeviriyor, öfkeleniyor. Jack London, "Yaşama sevgi beslemeyen varlık, yok olma yoluna girmiş demektir." der. Şu beton aşkını durdurmak gerek. Yaşamı sevmek gerek yeşil şehirler kurarak. Jack London - Martin Eden Çevirmen: Yiğit Yavuz, İletişim Yayınları, s.189-191 Martin'in içinde, yazma arzusu yeniden uyanıyordu. Beyninde kendiliğinden hikâyeler ve şiirler ortaya çıkıyor, sonradan bunları yazıya dökebilmek için notlar tutuyordu. Ama yazmıyordu. Onun kısa tatiliydi bu; vaktini dinlenmeye ve aşka adamış, her ikisinin de hakkını bol bol vermişti. Yine vücudundan sağlık fışkırmaya başlamıştı ve buluştukları günlerde, Ruth yine eskisi gibi, onun kuvvet ve sağlığına çarpılıyordu. Annesi tekrar uyardı onu: - Dikkali ol. Martin Eden’la fazla birlikte olmaya başladın. Ama Ruth güvenle güldü. Kendinden emindi ve zaten Martin birkaç gün içinde denize açılacaktı. Döndüğü zaman ise kendisi uzun süreliğine Doğu’ya gitmiş olacaktı. Bununla birlikte, Martin’in kuvvet ve sağlığında bir büyü vardı. Martin, Ruth'un çıkacağı yolculuktan haberdar olmuştu ve acele etmesi gerektiğini hissediyordu. Ama Ruth gibi bir kıza aşkını nasıl açacağını bilemiyordu. Ruth’dan kesin olarak çok farklı kızlarla ilgili çok fazla tecrübeye sahip olmak, onu engelliyordu. O kızlar aşk, hayat ve aşna fişne konusunda tecrübeliydi; Ruth’un ise bunlardan hiç haberi yoktu. Onun inanılmaz masumiyeti, Martin’i ürkütüyor, ne zaman konuşmak istese kelimelerin dudaklarının ucunda kalmasına ve kendini kıymetsiz hissetmesine yol açıyordu. Onu engelleyen bir şey daha vardı. İlk kez âşık oluyordu. Kirli geçmişinde hoşlandığı kadınlar olmuş, hatta bazıları onu büyülemişti, ama aşkı hiç tanımamıştı. Ona gelmeleri için bir ıslık çalması yetmişti. Farklı şeyler, değişik olaylar yaşadığı, bazen her erkek gibi kimi oyunlar oynadığı olmuştu ama, pek fazla değil. İlk kez talepkâr, hassas, çekingen ve şüpheli konumdaydı. Aşkın usullerini ve nasıl söze döküleceğini bilmiyor, ayrıca sevdiğinin lekesiz masumiyetinden çekiniyordu. Dünyayı tanırken, girip çıktığı farklı ortamlarda öğrendiği önemli bir kural vardı: Bilmediğin bir oyun oynuyorsan bırak önce diğer taraf hamlesini yapsın. Bu kural binlerce kez işine yaramış ve iyi bir gözlemci olmasını da sağlamıştı. Bilmediği şeyi izler, onun kendini ifşa etmesini; bir zayıflık, bir giriş yolu göstermesini beklerdi. Yumruk kavgasında rakibinin açığını kollamak gibi bir şeydi bu. Böyle bir açık yakaladığında, bunu çok sert şekilde değerlendirmeyi iyi bilirdi. Bu yüzden, aşkını dillendirmeyi arzulasa da cesaret edemeyerek, bekledi ve izledi. Onu şaşkına çevirmekten korkuyor ve kendine güvenemiyordu. Farkında olmasa da, aslında doğru yolu izliyordu. Aşk bu dünyaya sözlü konuşmadan önce gelmişti ve en eski zamanlarda geçerli olan yol ve yordamlar, hâlâ hükmünü kaybetmemişti. Martin işte böyle eski, ilkel bir yoldan Ruth’a kur yapıyordu. Başlangıçta bunun farkında olmasa da, sonradan ne yapması gerektiğini anlamaya başladı. Ruth’un elini tutan eli, ağzından çıkabilecek herhangi bir kelimeden çok daha tesirliydi. Kuvveti, Ruth’un hayal gücünü, binlerce kuşak sevdalıların yazdığı şiirler ve seslendirdiği tutkulardan daha fazla etkiliyordu. Ağzından çıkacak sözler Ruth’un muhakemesini etkileyebilirdi, ama elinin temasıyla, doğrudan onun içgüdülerine ulaşıyordu. Ruth’un muhakemesi, tıpkı kendisi gibi gençti; oysa içgüdüleri insan ırkından bile yaşlıydı. Bu içgüdüler aşkla yaşıttı ve teamüllerden, fikirlerden, sonradan ortaya çıkan her şeyden daha akıllıydılar. Bu yüzden Ruth’un muhakemesi çalışmıyordu. Muhakeme etmeye gerek de duymuyordu. Martin'in, an be an, içindeki aşkı nasıl bir kuvvetle uyardığının farkında değildi. Öte yandan, Martin'in ona âşık olduğu gün gibi ortadaydı ve Ruth bu aşkın göstergelerini izlemekten, bilinçli şekilde zevk alıyordu: Şefkat dolu ışıklarla parlayan gözler, titreyen eller ve güneş yanığı yüzünden eksik olmayan kızarıklık. Ruth daha da ileri giderek Martin'i kışkırtmaya başladı; ama bu işi, onu şüphelendirmeyecek bir hassasiyetle ve yarı bilinçli olarak yapıyor, bu yüzden hiç kendinden de şüpheye düşmüyordu. Kadınlık gücünü bu şekilde kanıtlamak onu heyecanlandırıyor, Martin'e eziyet edip onunla oynamaktan, Havva zamanından kalma bir haz duyuyordu.
·
24 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.