Gönderi

* Dört yaşındayken akrabalarıyla yaşamak üzere bu ülkeye gelmiş ve o zamandan beri de kah akrabalarının yanında kah yetimhanede kalmış on dört yaşında Jamaikalı bir çocuk, okul yönetimi tarafından bana yönlendirilmişti. Gerekçe, "şiddet eğilimi, kabadayı­lık ve saldırganlık" idi. İlk buluşmamızda yaklaşık on dakika kalmış, ısrarla okuldan nefret ettiğini söylemiş ve hemen kendisini sevdirmeyi başarmıştı. Kindar olmadığı açıktı, ama insanları bazı şeylere ikna etme ihtiyacı duyuyordu. Söylemeyi becerebildiğim tek şey, öfkelenmekte haklı olduğu şeyler olduğunu tahmin ettiğimdi. Bu onun açısından o kadar barizdi ki pek kaale almış gibi değildi. Fakat sonunda, benden ayrılırken, omzunun üstünden, "Bunun için sağol adamım," dedi ve ben de söylediğim şeyi kastettiğini düşündüm ya da öyle olmasını istedim. Sonra birkaç hafta gelmedi. Mektuplarla da olsa peşini bırakmadım ve en sonunda geri geldi. Gelmeyi unuttuğunu söyledi. Unutulmaktan kaygılanıp kaygılanmadığını sormam üzerine, "Hiç kimse beni unutmaz, bununla bizzat ilgileniyorum," diye cevabı yapıştırdı Bunun için çok çaba harcamak zorunda olup olmadığını sordum, o da ilginç bir şekilde, "Dövüşerek mi demek istiyorsun?" dedi. Evet, dedim. Bunun üzerine, "Adamım, sen sadece benim söylediklerimi çeviriyorsun. Her hafta her hafta buna ihtiyacım yok benim," dedi. Ardından sırıttı ve sonra her hafta geldi. Freudcu tarzda, bir şeyi olumsuzlayarak onaylıyordu. Bunun özü basittir, her ne kadar sonuçlan basit olmasa da. O anda orada tercüme edilecek ve tercüme etmeye değer bir şeyin olduğu fikrinin teyit edildiğini düşündüm. Metnin rahatlatıcılığı, kişinin sadık kalabileceği bir şeyin -ya da bu örnekte birinin- olmasından kaynaklanır. Fakat elbette bu durum iman dilini dünyevileştirmeyi ve dolayısıyla başka bir tercümeyi daha gerektirir.
Sayfa 144
·
20 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.