Kitap hakkındaki görüşlerimi nasıl yapacağım ve nereden başlayacağımı bilmiyorum. Farklı bir pencere açıp oradan bakmak geliyor içimden. Pencerenin tamamı Halide Edip ama pervazı bu kitap olsun diyelim.
Öncelikle ne zaman kaleme almış yazar bu romanı 1938, ne zaman, tefrika halinde olarak yayınlanmış 1939...
Yani, 1926-1939 arası yurttan uzak yaşadığı zaman bitiminin hemenin de. Benim için hep merak konusu edilmiş bir husustur bu... Halide Hanım ile ilgili sırlarla kaplı, hala daha açıklanmayan bu 13-14 yıl da ne oldu. Neden Yurttan ayrıldı ta ki Atatürk ölünceye kadar, Neden yurda tekrar döndüğünde İsmet İnönü onu ve eşi Adnan Adıvar'ı önemli mevkilere getirdi. Neden, niçin, nasıl, ne oldu soruları hala askıda durmakta. bir muamma, bir bilmece olarak hafızaları yormaktadır? NEDEN? Bu konuta yaptığım yüzeysel araştırmada ki içlerinde 1946 yılında İNÖNÜ ANSİKLOPODİSİ adıyla ( daha sonra Türk Ansiklopedisi adını almıştır) -- (Bir parantez daha açayım: Bu 33 ciltlik ans. di 1985 yılında tamamlanmıştır. İsmet İnönü'nün birinci cildin ilk sayfasına, rahmetli kayın pederimin adına kendi el yazısı ile yazıp imzaladığı not da vardır.) Önemli bir bilgi kaynağı olan bu ans. de dahil hiç bir yerde elle tutulur bilgiye ulaşamadım. Her ağızda farklı sesler gelmekte. Bazı kişiler ve şahsiyetler bazı şeyler söylüyor. Ama sadece söylüyor. Ortaya bir belge, doküman koyan yok. Sadece ortalıkta Yazarın Atatürk' yazdığı mektup ve Atatürk'ün cevabı dolaşıyor. Kendisine sonsuz güvendiğim değerli hocam İlber Ortaylı dahi suya sabuna dokunmayan ifadelerde bulunuyor. NEDEN?
Kitapta cümleler çok uzun tutulmuş, benzetmeler çok fazla abartıya kaçmış hatta anlam yitikliğine varacak dereceye gelen yerler mevcut. Detaylar son derece gereksiz ve zaman zaman bıktırıcı bir durum göstermekte.
Halide Edip'i feminist bir kişiliğe sahip yazar olarak elbette biliyoruz. Lakin bu kitabında feminist yaklaşımı; kendinin sık kullandığı bir kelime ile ifade edeyim müstehzi (alaycı) bir dille bilhassa güzel kadınları aptal, erkek avcısı, şaşaa düşkünü gürüzgah'ına sokup, aşağılık çıkmazında döver gibi gibi adeta. Belki bu (yanlış düşünceye sahip olabileceğimin de göz önünde tutulması isteğimle) Cumhuriyetin, devrimlerin kadınlar üzerinde kendince "olmasını istemediği" tarza bürünmelerini eleştirisel bakışından kaynaklanıyor olabilir. (Bazı kesimlerin fantaziye, abartıya kaçarak özümüzden uzaklaşmaya başlaması batıyı şekli taklitçiliğine vardırmalarını bir kenarda tutulmak kaydıyla)
Yazarın Türkiye'de Amerikan Kolleji'ni ilk bitiren öğrenci olduğu da aşikarken, farklı yaklaşımı zihnimde ister istemez garip sorular oluşturuyor.
Kitapta, "Lale" üzerinden kendince doğru olan, bilhassa Zehra üzerinden de yanlış olan yeni nesil kadın tiplemesini simgeleştirmiş.
Kadınları alaycı ve aşağılayıcı en bariz örneklerini, sayfa 228- 229 da ki ifadelerinde okuyarak bulabileceksiniz.
Ayrıca, Kaf Dağında yaşayan dünya güzeli peri olan ve Yahya Kemal Beyatlı'nın dizelerinde can bulan Mehlika Sultana aşık yedi üniversiteli genç var ki, yazar bunlarla genç cumhuriyetin aydın zümresini simgeleştiriyor ve onlar üzerinden farklı düşünceleri, fikirleri, düşünceleri tartıştırıyor. Ama doğru olması gereken noktaya da vardırmıyor maalesef. Çünkü toplumsal değişimleri, gelişimleri, oluşumları, olguları kadın-erkek eksenine, başka bir tanımla "gönül ilişkisine" bağlayıp kapatıyor.
Kısacası ben bu kitapta aradığım şeyi bulamadım. Fazlada beğenmedim. Af oluna....