Gönderi

Deniz kıyısında geçirdiğim bu günlerden yararlanıp emmek için taş topladım. Çakıldı bunlar ama ben taş diyordum. Evet, bu kez bir hayli taş biriktirdim. Dört cebime eşit sayıda dağıtıp sırayla emdim onları. Önce bir sorun yaratıyorlardı ama anlatacağım biçimde çözdüm bu sorunu. Diyelim ki on altı taşım vardı, ikisi paltolonumda, ikisi de paltomda bulunan dört cebimin her birinde dört taş duruyordu. Paltomun sağ cebimden bir taş alarak ağzıma koyuyor, onun yerine pantolonumun sağ cebinden aldığım bir taşı, onun yerine pantolonumun sol cebinden aldığım bir taşı, onun yerine de emme işlemini bitirir bitirmez ağzımdaki taşı koyuyordum. Böykece dört cebimin her birinde hep dört taş bulunuyor ama bunlar aynı taşlar olmuyordu. İçimde emme isteği uyandığı zaman, geçen defa emdiğim taşı almadığımdan emin olarak, yine pantolonumun sağ cebini kullanıyordum. Bu taşı emerken de öteki taşları, biraz önce anlattığım gibi yeniden düzenliyordum. Böyle sürüp gidiyordu. Ama bu çözüm beni bütünüyke tatmin etmiyordu. Çünkü olağan üstü bir raslantıyla, hep aynı dört taşın yer değiştirme olasılığını akıldan çıkarmıyordum. Bu durumda, sırayla on altı taşı emecek yerde, aslında sırayla hep aynı dört taşı emiyordum. Ama emmeye geçmeden önce ceplerimde iyice karıştırıyordum onları, ayrıca bir cepten ötekine aktarmadan eksiksiz bir dolaşım olsun diye bir daha karıştırıyordum. Ama benim gibi biri uzun süre yetinemezdi bu eğreti yöntemle. Böylece başka bir şey aramaya koyuldum. İlk düşündüğüm şey, taşları birer birer aktarmak yerine dörder dörder aktarmakla daha iyi edip etmeyeceğimdi, yani taşlardan birini emdiğim sırada, paltomun sağ cebinde kalan üç taşı alıp onun yerine pantolonumun sağ cebindeki dört taşı, bunların yerine pantolonumun sol cebindeki dört taşı, bunların yerine paltomun sol cebimdeki dört taşı ve bu sonuncuların yerine de paltomun sağ cebindeki üç taşı, artı emme işlemini bitirir bitirmez ağzımdaki taşı koyacaktım. Evet, bana önceleri, bu biçimde hareket ederek daha iyi bir sonuca ulaşacakmışım gibi geliyordu. Ama daha çok düşününce, taşlarım dörderli dolaşımının bir bir dolaşımından hiç de farklı olmadığını kanullenmek ve fikrimi değiştirmek zorunda kaldım. Çünkü paltomun sağ cebinde, her defasında, bir önce emdiklerimden tamamen farklı dört taş bulduğumdan emin olsam da bununla birlikte her dörtlü küme içinde hep aynı taşa rastlama olasılığını göz ardı etmiyordum, dolayısıyla arzuladığım gibi, sırayla on altı taşı emecek yerde, aslında sırayla yalnızca hep aynı dört taşı emme tehlikesine düşüyordum. Demek ki çözümü yer değiştirme işleminden başka bir yerde aramam gerekiyordu. Çünkü taşları ne şekilde aktarırsam aktarayım hep aynı çıkmaza düşüyordum. Ceplerimin sayısını arttırmakla , taşlarımdan tasarladığım gibi, yani sayılar tükenene kadar birbiri ardından yararlanma olasılığını da arttırdığım apaçık bir gerçekti. Örneğin dört yerine sekiz cebim olsa, en kötü rastlantı bile on altı taşımdan sırayla en az sekiz tanesini emmemi engelleyemezdi. Sözün kısası, kafamın iyice rahatlayabilmesi için on altı cebe gereksinmem vardı. Ve uzun süre bundan başka cözüm göremedim, yani her birinde, kendine ait taşla on altı cebim olmadıkça amacıma asla ulaşamayacağımı düşündüm, olağanüstü bir rastlantı dışında tabii. Örneğin birkaç çengelli iğneyle ceplerimi ikiye bölerek sayılarını iki katına çıkarmam olası görünüyorsa da dört katına çıkarmak gücümün sınırlarını fazlasıyla aşıyordu sanırım. Tam bir sonuç almadan da kendimi zahmete sokmak istemiyordum. Çünkü bu öykünün içinde debelenip durduğumdan bu yana ölçü kavramını yitirmeye başlıyor, ya hep ya hiç, diyordum kendime. Taşlarımla ceplerim arasındaki oranı daha dengeli kılmak için ilkinin sayısını azaltarak ikinciyke eşitlemeyi düşünsem de yalnızca bir an sürmüştü bunu düşünmem. Çünkü yenilgiyi kabullenmek olacaktı bu. Sahilde, denize karşı oturmuş, on altı taş gözlerimin önünde sıralı, öfke ve çaresizlik içinde bakıyordum onlara. Çünkü malumunuz bükülmeyen bacağım nedeniyle sandalyeye ya da koltuğa oturmakta nasıl güçlük çekiyorsam, yine bükülmeyen bacağım nedeniyle toprağın üzerine oturmakta hiç güçlük çekmiyordum, çünkü sağlam bacağımı -bükülebilir anlamında kullanıyorum sağlam sözcüğünü- işte bu dönemde bükememeye başlamıştım. Dizimin altında bir desteğe gereksinme duyuyordum, anlıyirsunuz ya, hatta bacağımın uzunluğu boyunca toprağın desteğine gereksinme duyuyordum. Böykece taşlarıma bakıp, hepsi birbirinden kusurlu, sonu gelmez olasılık hesaplarını kafamda yuvarlar durur, avuçlar dolusu kumu ezip parmaklarımın arasından akıtarak yeniden kumsala dökerken, evet, böylece usumun ve bedenimin bir bölümüne soluk aldırmazken, bir gün, aniden, kafamda bir kıvılcım parladı: Amacıma ceplerimin sayısını arttırmadan ya da taşlarımın sayısını azaltmadan ulaşabilirdim belki ama bu durumda dağılım ilkemden bir özveride bulunmam gerekiyordu. Isaiah ga da ajeremiah'ın bir ayeti gibi içimde aniden ezgiler söylemeye başlayan bu önermenin anlamını hemen kavrayamadım, özellikle de o güne kadar hiç duymamış olduğum dağılım sözcüğü uzun süre bulanık kaldı benim için. Sonunda dağılım sözcüğünün, on altı her bir cebe dörderlik kümeler halinde konmasından başka bir anlamda, daha iyi bir anlama gelemeyeceğine karar verdim; o ana kadar hesaplarımı yanlış çıkartan, sorunu içinden çıkılmaz duruma sokan, başka türlü bir bölme işlemi yapmayı yadsıyışımdı. Ama doğri ama yanlış, işte bu yorumdan yola çıkarak bir çözüme ulaştım sonunda, inceliksizdi kuşkusuz ama sağlamdı, sağlam bir çözümdü. Bu soruna en az şimdi anlatmaya çalışacağım çözüm kadar sağlam ama çok daha incelikli çözümler bulunabilirdi, hala da bulunabilir; inanmak istiyorum buna, aslında yürekten inanıyorum da. Biraz daha üstüne düşsem, biraz daha dirensem, kendi başıma bulabilirdim onları, inanıyorum buna. Ama yorgundum, yorgundum ve sorun için bulduğum çözümle, ilk çözümle yetindim ödlekçe. Ama buna ulaşana kadar çektiğim çileleri, zorlu aşamaları size hiç aktarmadan hemen bütün çirkinliğiyle çözüme geçiyorum. Başlamam için yapmam gereken tek şey (tek şey!), örneğin paltomun sağ cebine beş, paltomun sol cebine beş taş koyduğumda hesabı kapatıyordum; iki kere beş on artı altı on altı, hiç taş kalmadığı için paltomun sol cebi şimdilik boş kalıyordu, yani taşsız demek istiyorum, çünkü hep orada duran şeylerle geçici nesneler yerli yerindeydiler. Çünkü sebze bıçağımı, gümüşlerimi, kornamı ve adlarını henüz belirtmediğim, belki de hiçbir zaman belirtmeyeveğim öteki şeyleri neremde gizlediğimi sanıyorsunuz? Peki. Şimdi emmeye başlayabilirim. Beni iyi izleyin. Paltomun sağ cebimden bir taş alıyorum, emiyorum, emmeyi bırakıyor, paltomun sol cebine koyuyorum, boş (taşsız) cebine. Paltomun sağ cebinden ikinci bir taş alıyor, emiyor, paltomun sol cebine koyuyorum. Böylece aynı işlemi paltomun sağ cebi boşalana değin sürdürüyorum ( her zaman orada duran şeyler ve geçici nesneler dışında); biraz önce birbiri ardından emmiş olduğum altı taş şimdi paltomun sol cebinde. O zaman durup, aptalca bir şey yapmamak için iyice yoğunlaşıyor ve içinde artık hiç taş kalmayan paltomun sağ cebine pantolonumun sağ cebindeki beş taşı aktarıyorum, bunların yerine pantolonumun sol cebindeki beş taşı, bunların yerine de paltomun sol cebindeki altı taşı koyuyorum. Bu aşamada paltomun sol cebi yeniden taşsız kalırken, paltomun sağ cebi yeniden kavuşmuştur doğru taşlara, yani biraz önce emdiğim taşlardan farklı taşlara. Sonra bu taşları birbiri ardından emmeye başlıyor ve emdikçe paltomun sol cebine aktarıyorum, bir an önce taşları değil de farklı taşları emdiğimden insan böyle bir işte ne kadar emin olabilirse o kadar emin. Paltokin sağ cebi boşalıp da ( taşsız kalıp da) biraz önce emdiğim beş taşın tümü paltomun sol cebine aktarıldığında, az önceki bölüştürmeye ya da benzer bir bölüştürmeye girişiyorum, yani paltomun boş kalan sağ cebine pantolonumun sağ cebindeki beş taşı, bunların yerine pantolonumun sol cebindeki beş taşı, bunların yerine de paltomun sol cebindeki beş taşı koyuyorum. İşte yeniden başlamaya hazırım şimdi. Devam edeyim mi? Hayır, çünkü yeni emme ve aktarma dizilerinden sonra başladığım noktaya döneceğim, açık bu, yani ilk altı taş yeniden stok cebinde, sonraki beş taş eski kokmuş pantolonumun sağ cebinde, son beş taş da yine pantolonumun sol cebinde yerlerini alacak ve on altı taşım da kusursuz bir düzen içinde, hiçbiri iki kez emilmeden, hiçbiri atlanmadan en azından bir kere emilmiş olacak. Şurası gerçek ki gelecek sefer taşlarımı ilk emisteki sırayla emmeyi pek ummuyordum, işleri iyice karıştırmak için somutlarsak, örneğin ilk çevrimin birinci, yedinci ve on ikinci taşları pekâlâ ikinci çevrimin sırasıyla altıncı, on birinci ve on altıncı taşları olabilirdi. Ama bu üstesinden gelemeyeceğim bir durumdu. Çevrimleri bir araya getirdiğimizde büyük bir karmaşayla yüz yüze gelinse de en azından ber çevrimin içinde rahattım, yani böykesi bir etkinlik içinde ne kadar rahat olabilirse insan o kadar rahattım. Çünkü taşları ağzıma koyuş sırasına göre her çevrimin aynı olabilmesi için (Tanrı biliyordu bunu ne kadar istediğimi) tek çözüm, ya taşları numaralamak ya da on altı cebimin olmasıydı. Bense giysilerime on iki ceo daha yaomak ya da taşları numaralamaktansa tek tek çevrimlerin içinde duyumsadığım görece rahatlığı yeğliyirdum. Çünkü taşları numaralamak yetmiyordu ama ağzıma her taş alışta doğru numarayı anımsamam ve cebimde bunu aramam gerekecekti. Çok kısa bir süre içinde taşlarımdan soğuturdu bu beni. Zira bir tür kayıt defteri tutup da taşları emdikçe işaretlemeden asla emin olamazdım yanılgıya düşmediğimden. Ama bunu başaramayacağımı sanıyordum. Hayır, kusursuz tek çözüm, her birine kendi taşı olmak üzere karşılıklı yerleştirilmiş on altı cepti. O zaman ne numaralamaya ne de düşünmeye gerek kalırdı, bütün yapılacak iş, yalnızca belli bir taşı emerken öteki on beş taştan her birini bir sonraki cebe aktarmak ( itiraf etmek gerekir ki ince bir işti ama gücümün sınırları içindeydi) ve emmek istedikçe hep aynı cebe başvurmaktı. Böylece yalnızca tek tek her çevrimin içinde değil, sonsuza dek sürseler bile, çevrimlerin bütününde de korkularından arınırdım. Ama bulduğum çözüm ne kadar kusurlu olsa da bunu tek başıma bulmaktan hoşnuttum, evet, hayli hoşnuttum. Buluşumun ilk heyecanı içinde düşünmüş olduğum kadar sağlam olması bir yana, tümüyke incelikten yoksundu. Kanımca inceliksizliği en çok şu yöndendi: Bölüşümün eşitsiz yapılması bedensel bir acı veriyordu bana. Gerçi belli bir anda, her çevrimin başlarında, yani üçüncü emişten sonra, dördüncüden önce belli bir denge sağlandığı doğruydu ama uzun sürmüyordu bu. Geri kalan zamanlarda taşların beni bir sağa bir sola sürüklediğini hissediyordum. Demek ki eşit bölüşüm ilkesini yadsıdığımda bir ilkeden fazlasını, bedensel bir ihtiyacı yadsıyordum. Ama taşları rasgele değil de belirttiğim biçimde, belirli bir yönteme göre emmek de bedensel bir ihtiyaçtı sanırım. Öyleyse uzlaşmaz iki bedensel ihtiyaç karşılaşıyordu burada. Olur böyle vakalar. Ama aslında dengemin bozulması, sağa sola, öne arkaya sürüklenmem pek etkilemiyordu beni. Aslında her seferinde ayrı bir taşı emmek de sonsuza kadar hep aynı taşı emmek de birdi benim için. Zira hepsinin tadı tıpatıp aynıydı. On altı taş toplamış olmam, şu ya da bu biçimde taşlarla ağırlık yapmak ya da sırayla emmek için değildi onları, yalnızca üzerimde az da olsa yedek taş bulundurmak, hiç taş eksikliği çekmemek içindi. Ama aslında umrumda bile değildi taşsız kalmak, tümünü yitirdiğimde güle güle derdim onlara, hiçbir değişiklik olmazdı yaşamamımda, ne bir eksik ne bir fazla. Sonunda benimsediğim çözüm, biri dışında tüm taşlarımı fırlatıp atmak oldu, bazen bir cebimde, bazen başka bir cebimde taşıyarak sakladım onu, çok geçmeden de yitirdim ya da attım ya da birine verdim ya da yuttum elbette.
Sayfa 99 - Kırmızı Kedi Yayın EviKitabı okudu
·
564 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.