Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Ekmeğimi Kazanırken'de geçen kitaplar
Mişa Yerstigneyev’in içi boş kitaplarını okuyor ve her biri için birer kopek veriyordum. Bunlar pahalıydı ve kitaplardan hiç keyif almıyordum. Guak ya da Karşı Gelinmez Doğruluk, Venedikli Fransil, Rusların Kabardalılarla Savaşı ya da Kocasının Mezarında Ölen Güzel Müslüman Kadın ve bunun gibi bütün eserler beni memnun etmiyor, çoğunlukla fena halde canımı sıkıyorlardı. Nişancılar, Yuri Miloslavski, Esrarlı Rahip, Yapança; Tatar Atlısı ve benzeri eserler benim daha çok hoşuma gidiyordu, çünkü bu kitaplar aklımda kalıcı bir şeyler bırakıyordu, ama bana en sürükleyici gelen azizlerin hayatıydı. Birkaç gün sonra bana Greenwood’un Küçük Bir Hırpaninin Gerçek Öyküsü adlı kitabını verdi. Greenwood bana oldukça cesaret verdi. Bundan kısa bir süre sonra da elime gerçekten doğru bir kitap geçti; Eugenie Grandet. İşte güzel bir kitap!” diyerek Arsène Houssaye’nin Gül, Altın ve Kan Dolu Eller adlı kitabını, Bellot’un, Paul de Kock’un, Paul Féval’in romanlarını okumamı öneriyordu. Makastarın karısı, Mariet’in, Werner’in romanlarını beğeniyordu. Bense onları sıkıcı buluyordum. Sphielhagen’den pek keyif almadım, ama Auerbach’ın öykülerini çok beğenmiştim. Sue ve Hugo’nun kitapları bana pek sürükleyici gelmemişti. Walter Scott’u[13] onlara yeğliyordum. Büyüleyici, Balzac gibi beni heyecanlandıran ve neşelendiren kitaplar okumak istiyordum. Porselen kadını da gittikçe daha az beğenir oldum. Prens Meşçerski’nin Petersburg Esrarı’nı alarak oradan ayrıldım. Büyük bir dikkatle kitabı okumaya başladım, ama daha ilk sayfalarından itibaren “Petersburg” esrarının, Madrid, Londra, Paris “esrarlarından” çok daha sıkıcı olduğunu apaçık gördüm. Bence bunların içinde sadece Özgürlük ve Sopa masalı eğlenceliydi. Özgürlük, “Ben senden daha üstünüm, çünkü daha akıllıyım,” demiş. Sopa ona yanıt vermiş: “Hayır, ben senden daha üstünüm, çünkü senden daha güçlüyüm.” Tartışmışlar, tartışmışlar, sonunda dövüşmeye başlamışlar. Sopa, özgürlüğü öyle dövmüş ki, –hatırladığım kadarıyla– özgürlük yediği dayak yüzünden hastanede ölmüş. Aksakov’un Aile Günlüğü’nü, güzel Rus şiiri Ormanlarda’yı, insanı şaşırtan Avcının Notları’nı, Grabionka ve Sollogub’un birkaç kitabını, Venevitinov’un, Odoyevski’nin, Tiyütçev’in şiirlerini okudum. Bu kitaplar ruhumu arındırmış, sefil ve acı bir gerçeğin oluşturduğu kabuğu soymuşlardı. İyi bir kitabın nasıl olduğunu hissetmiş, benim için ne kadar gerekli olduğunu anlamıştım. Yavaş yavaş bu kitaplar ruhumda, şu dünyada yalnız olmadığım ve mahvolmayacağım üzerine sarsılmaz bir inanç yaratmıştı. Davidov’un sandığından Galitsinski’nin yıpranmış hikâyeleri, Bulgarin’in Vijigin’i, Baron Brombeus’un bir kitabı çıktı. Bu kitapların hepsini yüksek sesle okudum. Herkes beğendi; Lariyoniç ise, “Okuma kavga ve gürültüyü ortadan kaldırıyor. Bu güzel bir şey,” dedi. Rus kitaplarını okumaktan hoşlanıyordum. Onlarda hep tanıdık ve hüzünlü bir şeyler hissediliyordu. Sanki sayfaların arasına büyük perhiz çanları saklanmıştı ve kitabı açar açmaz, usulca çalmaya başlardı. Ölü Canlar’ı pek keyif almadan okudum. Ölüler Evinden Hatıralar’dan da hoşlanmadım. Ölü Canlar, Ölüm, Üç Ölüm, Canlı Cenazeler; bu kitapların adlarındaki bir örneklik ister istemez ilgimi çekiyor ve içimde onlara karşı bir antipati uyandırıyordu. Zamanın Belirtisi, Adım Adım, Ne Yapmalı?, Smurino Köyünden Havadisler gibi diğer eserler de hoşuma gitmemişti. Ama Dickens[20] ve Walter Scott’un kitaplarını çok beğenmiştim. Bu yazarların aynı kitabını iki üç kez tekrar tekrar büyük bir keyif alarak okuyordum. Walter Scott’un kitapları, bana zengin bir kilisede düzenlenen görkemli bir ayini anımsatıyordu. Bu ayinler biraz uzun ve sıkıcıydı, ama hep şatafatlıydı. Dickens, benim için önünde hep saygıyla eğileceğim bir yazar olarak kaldı. Bu adam o pek güç olan, insanları sevdirme sanatında şaşılacak bir başarı elde etmişti. Flaubert’in bu bilgece eserini okudum. Bu kitap bana sayısız azizin yaşamını, eski din bilginlerinin anlattığı bazı hikâyeleri anımsattı, ama beni çok derinden etkilemedi. Vahşi Hayvan Terbiyecisi Upilio Faimali’nin Anıları’nı daha çok beğendim. Beranger’in küçük bir kitabından ve Heine’nin şiirlerinden başka hiçbir şeye sahip değildim. Puşkin’in kitaplarını da satın almak istiyordum, ama şehrin tek kitapçısı kötü kalpli ihtiyar çok para istiyordu. Turgenyev’in kitapları kadınların şanlı ve şerefli varlıklar olduklarını vurguluyor, onları övüyordu. Taras’ı oku![10] Neydi onun adı? Bul şunu. Kaptanın karısı kitabın güzel olduğunu söylüyor. Kime göre güzel? Ona göre güzel, ama bana göre belki de kötüdür! Saçlarını kestirmiş ha! Peki kulaklarını niye kestirmemiş?
·
58 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.