VIII. asırdan (Hicri II. asır) XIX.
asra kadar 1100 sene devam eden devir diğerinden oldukça farklı
karakterlere maliktir.
İslâmî Türk tefekkürü bir “ümmet” tefekkürüdür.
Orada imparatorluk ideolojisi beynelmilel dinî camia meydana getirmiştir.
Bu Türk tefekkürü burada kendine mahsus karakteri ancak
Araplar, Türk ve Acemler arasında müşterek olan İslâmî bir şekil
içerisinde ifade edebilmiştir. Binaenaleyh bu devirde orijinal bir
eserin doğabilmesi için herşeyden evvel ümmet ruhunun tamamen
kavranmış olması; yani İslâmî şekilde “üstad” olunması lazımdı. Bundan dolayı Türk tefekkürü ümmet devrinde hakikî mahsul
verinceye kadar; bu devrin şekline ait uzun bir “çıraklık” devresi
geçirmiştir.
Ümmet devrinin en müşterek ve umumî karakteri dinî
(théologique) devlettir. Bu vasfa Hıristiyan, İslâm ve Buda ümmetlerinde tesadüf ederiz.
Nitekim ümmet tefekkürünün de bariz
vasfı dinî devlet etrafında toplanır: Dinî devlet kendini meşrulaştırmak için “şeriat” ile “mantık”ı telife, diğer tabirle dini
aklîleştirmeye çalışır. Bu suretle “medrese”, scolastique vücuda
gelir.
Diğer cihetten din, devlet haricinde doğrudan doğruya
mystére'e istinat ederek içtimaî sınıfların en büyük istinat kuvveti olmakta devam eder.
Mantıkla telif yapmayan din, artık
devletin dinî değil muhtelif içtimaî sınıfların ve halkın dinidir.
O bu şekliyle bazan devlete yakın, bazan ondan çok uzaktır:
Böylece zaman zaman Batınîlik, Şiîlik, hétérodoxie, schisme
şekillerini alır. Bu suretle de, “tekke”, tasavvuf (mysticisme),
sırrîlik meydana gelir. İşte, ümmet tefekkürünü aralarında
paylaşan, bununla beraber aynı içtimaî teşekkülün neticesinde
doğmuş olan iki zıd kutup bunlardır
doğmuş olan iki zıd kutup bunlardır.