Gönderi

Gerçekte ben, birçok amcamın her birinden ya da çalışmaktan beli bükülmüş olan zavallı babamdan yahut ailemdeki tanıdığım herhangi bir kişiden daha zengindim. Babamın un değirmeninde geçirdiği on iki saatlik vardiyayı düşündüğümde, onun akşamleyin eve geldiğinde yorgunluktan bitip tükenmiş, bembeyaz olmuş, huysuzluk okunan yüzünü gördüğümde gülüyordum; her sabah bizimki gibi bitişik düzen evlerinden dağılıp hafta boyunca çalışıp duran, pazar günü dinlenen ve sonra pazartesi günü yeniden değirmenlerde, fabrikalarda, kereste depolarında ve Londra rıhtımlarında kesintisiz çalışmaya giden, her gece evlerine daha yaşlı, daha yorgun ve yine yoksul dönen binlerce işçiyi düşündüğümde biraz daha yüksek sesle gülüyordum; çaylarımızı içerken Raymond'la birlikte, başkalarının kazancı için yükler kaldırarak, kazarak, kürek sallayarak, istifler yaparak, kontroller gerçekleştirerek, terleyerek ve inleyerek bir ömre kıllarını kıpırdatmadan ihanet etmelerine gülüyordum; kendilerine güven vermek için bu bir ömür boyu aşağılanmayı erdem haline getirmelerine, bu cehennemde tek bir günü bile aksatmadıkları için kendilerini övmelerine gülüyordum; çoğunlukla da Bob ya da Ted amcalar yahut babam göbekleri çatlayarak kazandıkları şilinlerle -özel durumlarda on şilinlik bir banknot olurdu- bana bir hediye verdiklerinde gülüyordum, çünkü kitapçıda bir öğleden sonralık iyi bir işin bana onların bir haftada didinerek kazandıklarından daha çok kazandırdığını biliyordum. Elbette, belli etmeden gülmem gerekiyordu, çünkü böyle bir hediyeyi berbat etmek yakışık almazdı, özellikle de onu bana vermekten bir hayli haz aldıkları besbelliyken. Şimdi onları görebiliyorum, amcalarımdan biri ya da babam oturma odasının ufak girişini adımlıyor, madeni para ya da banknot elinde, anılarından dem vuruyor, fıkralar anlatıyor, bana yaşam üzerine tavsiyelerde bulunuyor, para verme lüksünden önce ağırbaşlı bir edayla duruyor, kendini iyi hissediyordu, hem de öylesine iyi hissediyordu ki bunu seyretmek bir zevkti. O kısa dönem için kendilerini büyük, bilge, düşünceli, nazik ve açık hissediyorlardı ve gerçekten de öyleydiler, belki de, kim bilir, biraz da tanrısal; oğullarına ya da yeğenlerine en bilge, en cömert şekilde, bilgeliklerinin ve varlıklarının meyvelerini dağıtan soylu kişiler -onlar kendi tapınaklarında birer tanrıydı, ben kim oluyordum da onların hediyelerini reddedecektim? Haftada elli saat boyunca fabrikada kıçlarına tekmeyi yediklerinden bu oturma odası mucize oyunlarına, Baba ile Oğul arasındaki bu mitlere özgü yüzleşmelere ihtiyaç duyuyorlardı; bu yüzden ben, durumun bütün nüanslarını değerlendirdiğimden ve bunlara duyarlı olduğumdan, biraz sineye çekilen sıkıntı pahasına onların paralarını kabul ediyor ve sonunda zayıf düşüp de kah kah gülmeye, gözlerimden yaşlar gelmeye başlayana kadar, içten içe eğlencemi bastırıyordum. Bunu bilmezden çok önce, ironinin bir öğrencisi, umut vaat eden bir öğrencisiydim.
Sayfa 33 - EvdeKitabı okudu
·
20 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.