Gönderi

Aslında ülke çapında kros koşularından daha büyük bir istek, daha büyük bir eğlence ve kendinden geçmeyle seyrettiğim başka hiçbir spor yoktu. Bayrak tünelinin ucuna gelip de bitirme çizgisini geçerlerken koşucuların helak olmuş, büzülmüş yüzlerini seviyordum; ilk elliden sonra gelenleri özellikle ilginç buluyordum, öteki rakiplerin her birinden daha çok koşuyorlar, alandaki yüz on üçüncü yer için kendi aralarında kıyasıya rekabet ediyorlardı. Bayrak tüneline girerlerken ayaklarının tökezlenmesini, ellerini boğazlarına götürmelerini, öğürmelerini, kollarıyla havayı dövmelerini, çimene çökmelerini seyrediyor ve bunun, gözlerimin önünde insani boşunalığın bir görüntüsü olduğuna kanaat getiriyordum. Yarışmada sadece ilk otuz koşucu dikkate alınıyor ve bunların sonuncusu bitiş çizgisine bir kez vardı mı seyirci grubu dağılmaya başlıyor, geride kalanları kendi aralarındaki özel çarpışmalarıyla baş başa bırakıyordu -işte benim ilgim bu noktada uyanmaya başlıyordu. Hakemlerin, protokol görevlilerinin ve zaman tutucuların evlerine gitmelerinden çok sonra, geç bir kış ikindisinin inen kasvetinde bitiş çizgisinde kalıyor ve koşucuların sonuncusunun bitiş noktasına doğru ağır ağır ilerleyişini seyre dalıyordum. Düşenlerin ayağa kalkmalarına yardım ediyor, burnu kanayanlara mendiller veriyor, kusanların sırtlarına vuruyor, kramp giren baldırIara ya da ayak parmaklarına masaj yapıyor, koşup koşup hiçbir şey elde edemeden kendilerini yerlerde bulan bu insanların kayıplarını zafer kazanmış bir ruhla karşılamalarından büyük bir sevinç duyuyor, neşeli bir büyülenmeye kapılıyordum. Her tarafını fabrikaların, elektrik direklerinin, renksiz evlerin ve garajların çevrelediği o geniş, kasvetli alanda, on, on beş, hatta yirmi dakika bekledikten sonra, ardı sıra tatsız bir yağmur çisentisini getiren soğuk bir rüzgâr çıkıp gene o ağır can sıkıntısı içinde orada beklerken ve birdenbire alanın uzak tarafında yavaş yavaş tünele doğru ilerleyen, ıslak çimen üzerinde uyuşmuş ayaklarla bu sonsuz boşunalığın mikro-yazgısını yavaş yavaş ölçen ağır aksak beyaz bir beneği seçtiğimde zihnim nasıl da havalara yükseliyor, gözlerim nasıl da dalıp gidiyordu! Orada, kentin surat asan büyük göğünün altında, organik evrimin karmaşık bütünlüğüyle insani amacı birleştirmek ve onu benim kavrayış gücümün içine yerleştirmek istercesine, alan boyunca ilerleyen ufak amipsi benek bir insan şeklini alıyor, ancak bayraklara ulaşmanın amaçsız çabası içinde azimle sendelese de aynı amaca bağlı kalıyordu -sadece yaşam, sadece yüzü olmayan, kendini yenileyen yaşam; çocukçağız bitiş çizgisinin yanında yere yığılırken yüreğim ısınıyor, ruhum, kozmik yaşam süreci Logos'la hastalıklı ve ölümcül özdeşleşmeyi tam terk ediş içinde göğe eriyordu. "Şansın yokmuş. Raymond." derdim neşeyle süveterini ona uzatırken. "bir dahaki sefere şansın olur." Raymond. Arlecchino'nun da, Feste'nin de kim olduklarının. İbranice'deki Tau harfinin ve Güneş'in simgelediği yirmi ikinci Büyük Arkana kartını tutanın tragedya değil komedya oyuncusu olduğunun kesin ve hazin bilgisiyle gülümseyerek neredeyse karanlık olan alanı terk ederken. "Şey, sadece bir kros yarışmasıydı bu, sadece bir oyundu, biliyorsun," derdi.
Sayfa 36 - EvdeKitabı okudu
·
15 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.