Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

592 syf.
9/10 puan verdi
Ruhsuz ve hergelece bulduğum "bir eseri puanlandırma" kısmından başlayayım. En yüksek puanı (şu an için 9) verdiğim kitaplar daha sonra tekrar okumayı düşündüklerimdir. Bu kuralı bozan bir kitap oldu. Masumiyet Müzesi'ni (en azından yakın ve orta bir gelecekte) tekrar okumayı düşünmesem de bende oluşturduğu hislerin yoğunluğundan dolayı onu bir alttaki "sekizliklerin" yanına koyamadım. Bazen anlatıcı sizinle konuşur. Tamamen bunun üzerine kurulu olan eserlerin aksine, okuyucuya hitabet bir anda parlarsa daha etkili olur bence. Karşıma geçmiş benimle konuşuyor hissi bir yana dursun, kimi zaman yanımda belirdiğini hissettim anlatıcının. Sanki elini omzuma atması an meselesiydi. Bu yönden çok sevdim. Bir eserde toplumu iyi gözlemlemek ve elde edilen gözlemleri güzel bir şekilde anlatmak mühimdir şüphesiz. Masumiyet Müzesi'ni okurken şunu fark ettim. Kimi zaman, ancak bir avuç insanın fark edebileceği, kıyıda köşede kalmış çıkarımlardan ziyade gün gibi ortada olanları yazmak da çok etkileyici olabiliyor. Bahsettiğim bu konu birkaç ayrı kola ayrılacak şimdi. Öncelikle cesaret etme meselesi. Herkesin farkında olduğu ama dile getirmekten kaçınacağı bazı meseleler romanda rahatça masaya yatırılmış. Bir diğer mesele de zaman. O dönem için hakkında konuşmanın çok sıradan olabileceği bir mesele, üzerinden belirli bir vakit geçtikten sonra o zamanı yaşamamış olanlar için bambaşka bir şeye dönüşüyor. Kendi yazma serüvenime dair bir telkin: Uzaklarda keşfedilmemiş denizler aramana gerek yok, gözünün önündekileri yazmaktan kaçma. (Burada "yazmak" sadece kayda geçirmekmiş gibi tatsız bir hava oluştu sanki. Orhan Pamuk'un tüm bu materyali çok iyi kullandığını tabi ki de kabul ediyorum.) Kitap, durum olarak beş bölüme sahipti sanırım. Bunlardan ilkinde aşkı, ikincisinde aşk acısını anlatırken ikisinin de bu derece ortak olmasına çok şaşırdım. Yani aşk ve aşk acısı tabi ki de herkesin yaşayacağı bir şeydir. Bahsettiğim şey "yaşama biçimi". Hatta o kadar fazla ortak his ve düşünceye denk geldim ki, normalde yapacağım gibi, kitaptaki karakterle çok benzeştiğimizi değil, bu hislerin tüm insanlarda aynı olduğunu düşündüm. Genel geçer bir şey olmasa bu derece bire bir örtüşmemiz mümkün olmasa gerek. Kitabın bir diğer etkisi aynı frekansta salınan dalgaların birbirini kuvvetlendirmesi oldu. Bir zamanlar en az Kemal Basmacı kadar şiddetli yaşadığım ve hayatımı onunki kadar ele geçirmiş duygular, o eski heybetine sahip olmasa bile içimde bir yerde salınıp duruyordu. Benzerliğine şaştığım duyguları okudukça kendi içimde barındırdığım eş değerleri de güçlenip kuvvetlendi. Kitap böyle bir güce olduğu için ona hangi sıfatı vermeli bilmiyorum. Başarılı, etkileyici, katalizör... Bir üstteki paragrafla alakalı bir diğer mesele. Bahsettiğim hisleri yoğun yaşadığım dönemler onları abartılı bulur ve utanırdım. Bir başkasına bahsetmek bir yana dursun, kendi kendime bile varlık gösterirdi bu utanma hissi. Bu kitabı okurken düşündüm ki keşke yazsaymışım. Herhangi bir eser olarak ortaya koymak ya da estetik kaygı güderek değil. Sırf kayda almak için. Sonrasında yazmak ya da hatırlamak istediğinde, elinde sadece ana hatların değil, olaya asıl kişiliğini kazandıran minik detayların da bulunması için... Yazar-kahraman dönüşümlerine, farklı anlatım oyunlarına bayılırım. Bu kitaptaki oyunun sadece Orhan Pamuk isminin nişandaki bir davetli olarak geçmesi sanmıştım ama kitabın sonuna doğru çok büyük süprizle karşılaştım. Hatta o cümle "Merhaba ben Orhan Pamuk! Kemal Bey'in izniyle Füsun ile dansımıza başlıyorum" kitabı okurken en yoğun duygular hissettiğim andı. Anlamsız şaşırma ve beğeni sesleri çıkararak evin içinde birkaç tur atmak durumunda kaldım. Okuma sürecimde, sakladığım eşyalara gitti aklım ara ara. Bırakın bir müzeyi, bir masanın üzerini bile doldurmayacak kadar az olsalar da verdiğim değer açısından altta kalır yanları yok bunların. Heves bu ya birkaçından bahsedeyim. Ayrılmak istediğini söyledikten sonraki ilk görüşmemizde, bütün dünyayı etkisi altına almış bir salgın dolayısıyla maske takmak zorunluydu. Kendi maskesini gökkuşağı renklerine boyamıştı. "Bunlardan bir tanesini bana niye hediye etmedin" diyerek takıldım ona. Renklerin neden olduğu estetik ve inceliklerden anlayacak biri değilim aslında. Şakasına da olsa istediğim şey ikimiz arasında olacak bir etkileşimdi. Aradan bir süre geçtikten sonra gerçekleştirdiğimiz buluşmada, bu sefer her şey daha karanlıktı, son bir defa onu görmek için gittiğimin farkındaydım, bana boyalı maskelerden iki tane getirdi. Yakın bir tarihe kadar çantamda taşıdım onları. Maskeleri sakladığım poşetin içine, çer çöp kaçmaya başladığını fark edince yanımda gezdirmeyi bıraktım ama hala çekmecemde saklıyorum. Koleksiyonumun(!) bir diğer parçası ise bir çift küpe. Uzun süredir (onunla tanışmadan bile önce) aklımda kulak deldirmek vardı. Cesaret edememekten mi beni gazlayacak birinin olmayışından mı bilmiyorum hep erteledim. Onunla da konuşmuştuk bu konu üzerine. Birlikte deldirecektik benim kulaklarımı. O son görüşmemizden bir gece önce aklıma geldi. Pazar günü olması nedeniyle nöbetçi eczane hangsiyimiş internetten buldum. Sabahın ilk saatlerinde eczaneyi arayıp kulak delip delmediklerini sordum. Olumlu yanıt alınca, zaten yurdunun yolu üstündeki eczaneye gidip deldirdik kulaklarımı. Cebimde ya da hesabımda hiç para yoktu, "senin ödenem lazım" dedim bu yüzden. Sonradan düşündüm ki iyi o ödemiş.Küpelerin ona dair oluşu artmıştı böylelikle. O gece yanından ayrılıp kendi şehrime döndüm. Otobüsle yolda giderken kulaklarım hafif hafif sızlıyordu. Arada bir gücüm kesilip de sakinleşen ağlama krizim de, bu sızının geçmesiyle birlikte ona dair her şeyin silinip gideceği düşüncesiyle tekrar atağa geçip beni ele geçiriyordu. Okuduğum son iki kitapta olduğu gibi bunu da Kevser Yengem önerdi, sen seversin diye. Hatta kızı Zeynep itiraz etti. "Hayır ya onu okumasın, sıkılır." diyerek. Sonra Kevser Yengem "hayır ben onun yazdıklarını da okuyorum bunu sever." dedi. Hem onun böyle bir çıkarım yapabilmesine hayran oldum hem de yazdıklarımın bana dair bir şeyler anlatması hoşuma gitti. İçindeki müze bileti olayı da aşırı tatlı. Bu kitabı sahibine geri vereceğim. (Aslında onlar müzeye girmem için bana hediye etmek isterler ama insanların kitaplığından kitap eksiltmeyi sevmiyorum.) Kütüphaneden alacağım bir kitabın biletini de büyük ihtimalle mühür vurulmuş olur. Vurulmamışsa da kütüphane malına böyle bir şey yapmak tartışılmalıdır. O yüzden bu kitabı bir ara satın alıp müzeye gideceğim. Paralı giriş de varmış ama bu kadar özenle kurulmuş bir fikre saygımdan ve romantikliğimden dolayı kitaptaki biletle girmek zorundayım.
Masumiyet Müzesi
Masumiyet MüzesiOrhan Pamuk · İletişim Yayınları · 200841,2bin okunma
·
60 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.