Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

İmgeden Akla: Spinoza'nın Toplum ve Bireysellik Anlayışını Tutkular Üzerinden Yeniden Okumak Mehmet Şiray Felsefe geçen ve içinden geçilen bir şeydir! Bir felsefenin hakikatinin, tümüyle etkilerinde yattığını fark etmiştim; aslında, felsefe olsa olsa gerçek nesnelerle arasına mesafe koyarak, yani araştırmaya ve eyleme açtığı özgürlük alanında etkili olabilir, yoksa yalnızca sunuluş biçimi içinde değil. Benedictus Spinoza'ya göre, insan bir şeyin hayalini kurup ondan sevinç ya da keder üretebilir; benzer bir şekilde, geçmişte yaşanan ya da yaşanacağını hayal ettiği tüm durumlar için de benzer tutkuları üretebilir. Eğer mevcut olmayan bir şeyi mevcutmuş gibi düşünmek insanı rahatlatacak bir duyguysa, doğal olarak insan hayal gücüyle böyle bir senaryo üretecek ve buna da inanacaktır. Spinoza, insanın imgeleme gücüne ve imgenin doğasına ilişkin hayret verici bir saptama yapmakta, Ethica'nın üçüncü bölüm, otuz yedinci önermesinde imgeyi şu şekilde tanımlamaktadır: "Nesnelerin imgeleri insan bedeninin duygu durumlarıdır, onlara ilişkin fikirler dış cisimleri bizim karşımızdaymış gibi sunar, onlara ilişkin fikirler hem bedenimizin doğasını hem de aynı anda bedenimizin dışındaki cismin mevcut doğasını içerir.” İmgenin bu kapsayıcılığı, duygu taklidinin (imitatio affectum) içeriğini de bize veriyor gözükmektedir. Duygu taklidi yoluyla insanlar, bir şeyin imgesinden o şeyin doğrudan deneyimine sahipmiş gibi etkilenebilir. Böylelikle kişi başkalarının duygularıyla, başkaları da bizim beden duygularımızla, imgelerimizle özdeşlikler, ortaklıklar kurabilir. Spinoza'ya göre, tam da benzer imgelerden doğan imgelerin sağlıklı olmadığını söylemeliyiz; çünkü varoluşları hakkında kesinliğe sahip ol(a)madığımız bu duygu taklitleri, başka bir deyişle tutkular, bize dış nedeni mevcutmuş gibi sunar. Bunlara Spinoza'nın deyişiyle "gıdıklamalar" (titillatio) diyeceğiz: Bireyler (individuum) arasındaki ilişkileri dürten, harekete geçiren tutku oyunları. Ethica'nın birinci bölümünün ekindeki Spinoza'nın "önyargı" ve "hurafe'ye ilişkin notunda, duygu taklidi yoluyla insanın toplumu imgelem temelinde kurduğu saptamasıyla karşılaşırız: Önyargı, dolaysızın saydamsızlığı, koşullarını bilmeden sadece arzularımızın farkında olmamızdır ve bu da bizi arzunun telos'unu evrenin kendisine yansıtmaya, dünyadaki rastlantısal olaylar ardında bir tür niyetlilik, hatta gizemli bir niyetlilik görmeye yönlendirir. Hurafe ise bu kendiliğinden felsefeyi, bir dizi pratikler yoluyla, ona belirli ve paylaşılan bir semboller ve anlamlar dizisi yükleyerek örgütleme çabasıdır. [...] Hurafe bu tekil karşılaşmaları kolektif bir hafıza, kolektif bir arzu içerisinde örgütleme, fakat bunu pratikler ile sembolleri sınırlayarak ve dü- zenleyerek yapma çabasıdır. [...] Hurafe toplumun imgelem temelinde kuruluşudur. Yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı üzere, Spinoza'ya göre bireyciliğin kökleri, “hayali biçimde özerk bir birey” kavrayışına, dinsel pratik ve "ritüeller'e dayanıyor. Spinoza, "hurafe ile bilginin, imgelem ile aklın, kolektifliğin ve bireyliğin karşılıklı kurucu koşulları olarak konduğu" bir sistem kurmuştur. Spinoza'ya göre, imgeden akla uzanan süreçte imgeleme, diğer bir deyişle tutkuların antagonizması, kurucu bir öğe ise upuygun (adaequata) fikirler, tutkular yoluyla oluşan uzlaşımsızlığın, politik-ekonominin ifşa edilmesidir. Étienne Balibar'a göre, "topluluğun tarih içindeki diyalektiği" ancak bu şekilde kavranılabilir. Spinoza'nın gerek Tractatus Theologico-Politicus'taki kutsal kitapların eksenini oluşturan söylencenin eleştirisi yoluyla teoloji ile felsefe arasındaki ayrıma dikkat çekerek, gerekse Tractatus Politicus'ta ele aldığı yönetim biçimleri ile kitlelerin hareketi arasındaki ilişkiye işaret ederek göstermek istediği "imgelem öğesinde inşa edilen ve evrim geçiren" gerçekliğin kendisidir." Warren Montag'in "Interjecting Empty Spaces: Imagination and Interpretation in Spinoza's Tractatus Theologico-Politicus" başlıklı makalesinde işaret ettiği gibi, Spinoza'nın aklın sınırlarını ve içeriğini ortaya koyma şekli, hurafe ve önyargı eleştirisi, imgeyi akılla zıtlık oluşturmayacak şekilde dünyanın temsili olarak betimleme girişimi, onu John Locke'tan farklı bir Aydınlanma düşüncesinin mimarı yapmaktadır. Spinoza, Tractatus Theologico- Politicus'ta, hurafenin arzulanmasının ve devamlılığının sağlanmasının koşullarını sorguluyor; bir bakıma, "aklın hurafeleri'nin kutsal kitaplardaki yüzyıllardır süren bozulma ve müdahalenin (yorumlama ve okuma pratiğinin de bu anlamda bir yarılmaya yol açtığının altını çizelim) yansıması olduğunu söylemek gerekir. Peki, bu yanlış yorumlama pratiği ya da okuma pratiği hakkında ne söylenebilir? Montag, kutsal kitapların yorumlarının sahipleri tarafından biçimlenen bu yapının önyargı ve hurafenin kökeni olduğunu belirterek, bu yorumları bir kenara atıp atamayacağımızı sorguluyor." Montag'ın da gönderimde bulunduğu Althusser, Kapital'i Okumak'ta, Spinoza'nın bir okuma tekniğiyle kutsal metinlerin yüzeyde hurafe ve önyargıyla gizlediği başka bir gerçekliği ortaya çıkarma gayretinden bahseder. Bir bakıma okumak, tam olarak anlam yokluğundan, düzensizlikten, çelişki ve tutarsızlıktan (Maimonides'in saçmalık dediği durumdan) yoksun bir anlamın, düzenin, uyumun ortaya çıktığı, yüzeyin altındaki gerçek anlamı sergiliyor." Spinoza, yedinci ve onuncu bölümlerde, hatırı sayılır iyi teoloğun (theologos) adını vermekle beraber, teologların özgün metinlerin kendilerini bozduğunu öne sürüyor; bahsi geçen gerçeklik zemininin metne yapılan eklemeyle bozulduğunu, kirlendiğini iddia ediyor. Dolayısıyla, bir bakıma okumak, tersten, metinle temsil edilen Tanrı'nın zaten halihazırda orada bulunan doğasını ortaya çıkarıyor. Bu açıdan bakıldığında Spinoza, kendi okuma etkinliği yoluyla metni yorumlayan ve alımlayan öznenin tarihselliğinin görünür kılınması yoluyla metnin ortaya çıkma koşullarını görünür kılarak aklın şaşmasını ya da düşüncenin kusurunu aklın kendisinin ortaya çıkması için âdeta zorunlu kılıyor. Montag'ın da işaret ettiği gibi, Spinoza'nın Deus sive natura düşüncesi, Montag'ın aklın şaşması olarak adlandırdığı tutkular yoluyla dünyanın çarpık imgesinin oluşturulması ile aklın kendisini paralel bir düzlemde yan yana getiriyor. Spinoza, metnin dışı ya da içi, yahut gizli ya da gözüken gibi ayrımlardan çok, metnin yüzeyde farklı anlamları barındırdığını bize söylüyor olabilir. Bu bakımdan Spinoza, kutsal metinlere getirilen yorumları reddetmekten çok onları bir nevi yapısökümüne uğratmaktadır. Montag'ın da ifade ettiği gibi, ürün (iş) olarak ortaya koyduklarımız dışında ne düşündüğümüzü ya da neye meylettiğimizi bilmemizin olanağı yoktur; dolayısıyla, üründen önce eğilimden bahsetmek mümkün değildir; bununla birlikte, ürünle beraber hatanın, aksaklığın, çelişkinin, anlamın bozulmasının ya da kesintiye uğramasının önüne geçemeyiz; bir bakıma, konuşanın ya da yazanın ürün üzerinde mutlak hâkimiyetinden bahsetmemiz de olanaklı değildir. Bu şu demektir: Imgenin perspektifinden kurtulamayız; önyargıdan bilgiye, imgeden akla ters çevrilebilecek bir tarih yoktur, öyle ki Aydınlanma bile kendi hurafelerini yaratmıştır."
Sayfa 212 - 213, 214, 215,Kitabı okudu
··
121 görüntüleme
leydi spinoza okurunun profil resmi
Tekrar: “İmgenin perspektifinden kurtulamayız; önyargıdan bilgiye, imgeden akla ters çevrilebilecek bir tarih yoktur, öyle ki Aydınlanma bile kendi hurafelerini yaratmıştır.” 215.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.