Sonra fark ettim ki
Su akıyor, rüzgar esiyor, yağmur yağıyor
Herşey yine ve aynı şekilde oluyor..
Öylebiryeregeldimki
Sıcak ve soğuk, aşk ve nefret, savaş ve barış
Üşümek ve sonra ısınmak gibi..
Gitsem ayrılık olur, kalsam çöl..
Gidersem bende hasret olur ve belki beni sevenler de özler ama
Anladımkiözlemdenhiçkimseölmüyor, ama ben ölüyorum..
Nefes alıyorum, önemsiyorum ve gitmek istiyorum..
Anladım ki hasret yeni bir aşk'a kadar sürüyor..
Sevdiklerim ve beni sevenler,
Bağışlağın su akıyor ve ben gidiyorum...
Öyle diyordu Tuncay AKDOĞAN ''Bir Nehir ki Ömrüm'' ezgisinde.
Necib Mahfuz'da bu eserinde aynen yukarıdaki dizelerde olduğu gibi, gitmek ve kalmak (aşk ve nefret) arasında sıkışmış bir karakter üzerinden (Said'in üzerinden) yazınsal bir şölen sunuyor okuyucusuna. Perde arkasında ise 1952 yılında başarısız olmuş Mısır devriminden, iki yüzlü aydınlar tarafından kandırılmış halktan dem vurmaktadır. Anlatımındaki sadelik kadar vurucu metaforları bana çok güzel geldi. Halk kütüphanesinde merakımı uyandırıdığı için aldığım bu kitap, daha önce ismini hiç duymadığım yazarla tanışmama vesile oldu. Üslubunu ve kalemini çok sevdiğim için diğer kitaplarını da okumak için sabırsızlanıyorum. Aklıma
Rabindranath Tagore geldi. Yağmurlu bir gündü, onunla da halk kütüphanesinde tanışmıştım. Sonrasında tüm eserlerini okumuştum. (şimdi duygulandım bak)
İhanete uğramış ve kimsesiz kalmış baş karakter Said'in (idealist hırsızın), gürültülü yalnızlığı oynadığı bu mini serüveni, siz değerli okurların da gözden geçirmesini tavsiye ederim.
Dip Not: Nobel edebiyat ödülü alan tek müslümanArap olan yazar, "Ortadoğu'nun Balzac'ı" olarak tanınmaktadır.
Sevgi içimizde dostlar. Başka yerde aramayın, beyhude...