Gönderi

108 syf.
9/10 puan verdi
·
Read in 25 hours
İlksöz: Beni kimse anlamadı, ne yazarsam yazayım... Emekli tarih öğretmeni Coşkun Ermiş'in en büyük hayali büyük ses getirecek bir tiyatro oyunu yazmaktır. Tarihi kahramanları içeren, onların büyük başarıları ve hayatlarına odaklanıp, şimdi kafası karışmış halde olan ve yolunu bulmaya çalışan topluma bir ışık olmaktır oyunun ana fikri. Belki de bu nedenle erken yaşta emekli olmuştur. Okuduğu tarih bilgilerini özümseyip, kendi tarihi konusunda gel gitler yaşayan toplumuna böyle büyük bir eser bırakmak istemektedir. Peki bunu yapabilecek midir? Bu hayallerin yeşerdiği ev ortamına bakalım biraz: yaşı nedeniyle unutkanlıkları artan büyükanne, sürekli sınıf tekrarı yapan tembel bir evlat, evde dikiş işleri yaparak eve gelir sağlamaya çalışan bir eş. İşte tüm bunların ve zorlukların bir araya toplandığı bu salonun bir köşesindeki masada Çoskun'un hayali gerçek olabilecek midir? Üstelik başta eşi olmak üzere bu hayalin "hayalliğini" sürekli yüzünüze vuran ev halkı onu sürekli rahatsız ederken. Oyunlarla Yaşayanlar zor bir oyun metnidir aslında. Çünkü oyun içinde oyun barındırır. Aktarılanların hangisi Çoskun'un hayatndandır hangisi Çoskun'un yazdığı oyundandır, anlaşılması çok zordur. Gerçi oyunun başındaki açıklama ile bir kolaylık sunar okuyucuya Oğuz Atay. Der ki: sahne ortadan ikiye bölünmüştür, bir taraf Çoskun'un evi diğer taraf karanlık bir mekan ki evin dışındaki sahneler burada gerçekleşir, bu mekan evin olduğu tarafa göre daha loştur, bir bakıma gerçek değil burası algısı yaratır izleyicide. Yani daha da açmak gerekirse ev gerçektir der, diğer taraf düşünceler/hayaller/oyun. Ama Oğuzum Atayım'ın bu yardımı bir süre sonra okuyucunun/izleyicinin kafasını karıştırır, çünkü o loş sahnedeki karakterler evin içine gelecektir. Açıkçası 6-7 yıl önce İzmir Devlet Tiyatrosu'nda oyunu izlediğimde hiç bunları aklıma getirmemiştim bile. Oyunu, evinin içine sıkışıp kalmış ama başka bir hayatı (oyunlar/piyesler yazan birini) düşleyen Çoşkun karakteri üzerinden seyretmiştim. Zaten sahne de ortadan ikiye bölünmemiş, Atay'ın yaratmak istediği kurgu oluşmamıştı. Kimbilir belki şimdi seyretsem, okuma sonrası başka şeyler yakalardım. Ama dediğim gibi oyun zor bir metin, hem izleyici hem de oyuncu ve sahneleyenler açısından. Belki de bu yüzden ilk yazıldığında sahne bulamıyor. Zaten kim anladı ki Oğuzum Atayım'ı... Birkaç cümle de oyunun yazılış hikâyesinden bahsedeyim. Ali Poyrazoğlu ile Oğuz Atay yakın arkadaştır. Rivayet odur ki bir oyun çıkışi sahnelenen oyunu beğenmez, eleştirir Atay. Ali Poyrazoğlu da "iyisini sen yaz da onu oynayalım" der. Ve o da yazar... Ben Oğuz Atay hikâyelerindeki her kahramanı, bir sebepten dolayı görünmeyen duvarların içine hapsolmuş, bu duvarları yıkıp çıkmak için mücadele eden bireylere benzetiyorum. Selim toplumun içinde sıkışıp kalıyor, Hikmet sevgisizlikten bir evin duvarları arasında hapsoluyor... Aslında hepsinin kendince emelleri var, buna ulaşmak için mücadele etmekten de geri kalmıyorlar, bu süreçte kendi kurguladıkları "oyunlarlarla" hayata tutunmaya çalışıyorlar. Çoskun da aslında bir Selim, bir Hikmet ve nicesi. Eğer Atay'ın "oyunlarına" dahil olmayı başarırsak Oyunlarla Yaşayanlar da bize daha anlamlı gelebilir. Oğuzum Atayım'ın tüm kitaplarını bitirmeye iki kitap kaldı. Onlar bitince de Yıldız Ecevit gelecek. Ve belki başkaları. Sonra, içimde Oğuzum Atayım iyice harmanlandıktan, demlendikten sonra tekrar baştan başlayacağım okumalara. Bu ilk okumalarda bir şey anlamadım değil, tam tersine amaç daha çok anlamak daha çok Oğuz Atay olabilmek. Umarım başarırım. İlk Oğuz Atay kitabı olmamak şartıyla okumanızı isterim. Biliyorsunuz ben Oğuz Atay tavsiyet etmiyorum, Oğuzum Atayım'ı okuyun, okuyun, okuyun, diyorum. Kitapla. Sağlıcakla. . Sonsöz: Yazmaya cesaret edemeyeceğin kadar büyük ve müthiş bir oyunun kahramanı olabilirsin istersen.
Oyunlarla Yaşayanlar
Oyunlarla YaşayanlarOğuz Atay · İletişim Yayınları · 20209.3k okunma
··
224 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.