Türkler için yayılma alanlarından biri nasıl Batı, yani Balkanlar olduysa, Ruslar için de Güney, yani Kafkaslar oldu. Türklerin Balkanların özgür dağlı halklarıyla yaşadığı egemenlik mücadelesi nasıl onları şekillendirdiyse, Rusların Kafkasların özgür dağlı halklarıyla yaşadığı egemenlik mücadeleleri de onları şekillendirdi. Rus devletinin Kafkasları aşarak aşağıya İnıneye çalışması, o bölgeye hakim olma çabası, etkileri tarihte günümüze dek süren, bugüne kadar silinmemiş ve büyük olasılıkla yüzyıllarca da silinmeyecek izler bıraktı. Bu yüzden, bugün klasik Rus edebiyatı diye andığımız 19. yüzyıl Rus edebiyatının her yerine nüfuz etmiştir Kafkaslar deneyimi. Rus edebiyat dilinin dehası diye anılan Aleksandr Puşkin ( 1799-1837) 1820 yılında çar tarafından sürgüne gönderilince, gönderildiği yer Güney, yani Kafkaslardı ve burada çarlık ordusunun seferlerine katıldı, orduyla birlikte Erzurum'a kadar geldi. Burada yazdığı ilk eser olan Kafkas Esiri'nden (1820-21) itibaren, en önemli eserlerinin bu bölgedeki deneyimlerinin izini taşıdığını söylemek abartı olmaz. Bu eserler dönemin edebiyatında uluslararası bir etki yaratan şair Lord Byron'ın ve onun Balkanlardaki bağımsızlık hareketlerine verdiği desteğin de etkisini taşıyordu ve böylece burada Balkanlada Kafkasların karmaşık bir buluşmasını görmek de mümkündür. Mihail Lermontav da (1814-41) Puşkin'inki gibi kısa fakat çok verimli geçen hayatında, Rus edebiyatının roman diline kendine özgü bir gerçekçiliği, yine Kafkasya teması üzerinden kattı. Puşkin'den farklı olarak askeri okul mezunu olan ve karakterleri gibi bir asker olarak Kafkaslarda görev yapan Lermontov, ilk olarak, hayranı olduğu şair Puşkin'in manasız bir düelloda ölmesi üzerine yazdığı Şairin Ölümü adlı şiirle ünlendi. Puşkin'in ölümü yüzünden çarı suçlayan bu şiir büyük etki yarattı ve çarın onu sürgünle cezalandırmasına yol açtı. Düello 19. yüzyıl Rusya'sında çok yaygın bir kültürel öğeydi; Lermontov da bugün akıldışı bulduğumuz bu düellolarla geçirdi hayatını ve sonunda bir düelloyla hayata veda etti. Oysa, ölümünden bir yıl önce yayımlanan Zamanımızın Kahramanı adlı romanı çok başarılı bulunmuş ve büyük umutlar uyandırmıştı. Bu romanın önemli bir kısmının bir düelloyu alaya alması ve Lermontov'un şöhretini Puşkin'in tuhaf düellosuna isyanla kazanmış olması, sahiden trajik bir tesadüftür. Zamanımızın Kahramanı roman tekniği açısından da, yayın süreci açısından da şaşırtıcı bir romandır. Bu romanın karakterleri ve genel olarak teması Lermontov'un daha önceki kısa, tamamlanmamış çalışmalarında yer almıştı. Zamanımızın Kahramanı bu aynı karakterlerin farklı öykülerinin bir araya gelmesinden oluşmuş gibidir. Romanın "Bela" ve "Kaderci" bölümleri 1839'da, "Taman" 1840'ta Oteçestvenniye Zapiski adlı dergide yayımlandı; "Maksim Maksimiç" ve "Knyajna Meri" kısımları da romanın 1840'taki ilk baskısında ortaya çıktı; "Önsöz" bunlara ertesi yıl, ikinci baskıda eklendi. Bölümler ayrı ayrı okunabilir, "Taman"da Karadeniz kıyısındaki bir askerin gotik macerası, "Knyajna Meri" de hafifmeşrep bir askerin Kazanovalığının alaya alınması, "Bela"da Kafkaslarda güzellik kavramının felsefi bir tartışması (doğanın vahşi güzelliğinin içinde erkeklerin sahip olmak arzusuyla yok ettiği doğal güzelliklere dair ekafeminist bir okuma mümkündür bu eser için) görülebilir; fakat toplamda Lermontov eşsiz bir şekilde, bu parçalardan değişik bir anlatım tarzı, bir karakterin farklı perspektiflerden, hatta farklı edebi şablonların süzgecinden takip edildiği özgün bir roman biçimi yaratmıştır. Belki tam da bu biçimsel özelliği kitabın çok etkili olmasını sağlamış, kahramanı Peçorin'in olumsuz, ahlaksız bir karakter olarak tepki çekmesini ve Lermontov'un çağına, kendi zamanına yönelttiği eleştirinin yerini bulmasını sağlamıştır. Lermontov, yazdığı açıklayıcı önsözde kahramana yönelik bu tepkiyi de alaya alır ve kendisini bir hastalığı saptayan biri olarak gösterir. Tedavinin arayışına girmek okura kalmıştır ve aradan geçen bunca zaman sonra Kafkaslardaki ya da Balkanlardaki duruma bakılırsa, siyasi ya da ahlaki tedavi hala bulunamamıştır. Rus edebiyatının hala aynı hastalığın nüksetmesini yakından takip ettiğini belirtmekle yetinelim: Andrey Bitov'dan Vladimir Makanin'e, Alisa Ganieva'ya kadar birçok yazar aynı temayı yeniden ele almaktadır. Rus asker Peçorin'in ruh hali doğuştan mı geliyordu, içinde bulunduğu ortam ve konum mu onu böyle yapmıştı; yoksa Lermontov her zamanın kahramanını mı anlatmıştı? Peçorin her ne kadar kötülük timsali olarak anılsa da, romanın "Kaderci" adlı son bölümünde iki şaşırtıcı, önemli olay dönüşü sergilenir. Peçorin önce kaderin önceden belirlenip belirlenınediği ve bunun Müslümanlıktaki yeriyle ilgili bir tartışmada yer alır; sonra da sebepsiz, sarhoş cinayetler işleyen bir katili hayatını tehlikeye atarak yakalar. Roman bu olayı dönüp romanın diğer önemli -belki de asıl- karakteri Maksim Maksimiç'e aniatmasıyla sona erer. Yayın sırasıyla, dergide ikinci olarak yayımladığı bu kısa bölümü Lermontov romanda neden en sona koymuştur? Metafizikle kuşku, önceden belirlenmeyle akıl arasında bir sorgulamayla roman sona erer. Zamanımızın hala çözüme kavuşturamadığı bir konu.