Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Yüzlerce kitap okuduğu halde “irfan” konusunda emekleyen bireyler
Bütün Kitapları Okumam Lazım! Yüzlerce kitap okuduğu halde “irfan” konusunda emekleyen bireyler değil miyiz çoğumuz? Daha da “okumalıyım”, daha da “bilgili olmalıyım” diye diye kendimizi kandırdığımız yalan mı? Kitaplarımızın büyük çoğunluğu ya yarıda kalmış, ya da kapağı hiç açılmamış bir halde değil mi? Karşımıza çıkan çoğu olayı zaman kaybı olarak değerlendirip, daha da önemli işler yapmamız gerektiğine kendimizi inandır mıyor muyuz çoğu zaman? niversitedeyken tanıştığım çok kıymetli bir dostum var. Kendisi ile sık sık olmasa da ara ara görüşüyoruz. Şu an Uygulamalı Psikoloji dalında yüksek lisans yapıyor. Kendisiyle kavgalı bir adam. Bir türlü “adam gibi adam” olmadığı için, daimi huzuru yakalayamadığı için, Allah’a hakkıyla kulluk edemediği için sancılar çekiyor, ömrü bu kaygılarla geçiyor. Sağ olsun, onun hayat tecrübeleri benim için hem zenginlik hem ibret oluyor. Geçenlerde aradı ve aynen şöyle dedi: “Süleyman, otuz üç yaşına geldim hâlâ aynı hastalıkla cedelleşiyorum. Sürekli zihnimde şu kaygı var: Bir şeyler okumam lazım, bir şeyler yapmam lazım, çok kitap okumalıyım, daha çok bilgili olmalıyım…” Bunları söyler söylemez döndüm kendime baktım, gördüm ki aynı yoldayım. Ne zaman bir kütüphaneye girsem “hepsini okumalıyım, çok okumalıyım, bir sürü şey yapmalıyım” diye içimden geçiriyorum. Zahiren ne kadar da güzel bir temenni, değil mi? Halbuki arkadaşım ne diyor bu konuda? Bir tür hastalık olarak tanımlıyor bu ruh hâlini. Hangi açıdan mı? Onu da şöyle izah ediyor: “Yıllardır üzerimden atamadım bu ruh hâlini. Sürekli gelecekte yaşıyorum, içinde bulunduğum anda olamıyorum. Yüzlerce kitap okuduğum halde sanki hiçbiri fayda vermemiş gibi. Niyetlerimiz bozuk. Bilgili olsam ne olacak ki? Nefsim daha da palazlanacak, bana alim diyecekler… Bu kadar... Bir sürü şey yaptığım halde, sürekli bir şeyler yapmalıyım düşüncesi beni çok yoruyor, kendime olan güvenimi ve inancımı zayıflatıyor. Böyle olunca da hayattan zevk alamıyorum, huzursuz ve mutsuz oluyorum. Ah Süleyman ah…” Dostum ve abim olan bu zat, aslında hepimizde bir miktar ya da daha fazla olan bir tehlikeden bahsediyor. Vakit geçtikçe bu hastalığa, bu kaygılara yakalanma riskimizin arttığını dile getiriyor. Katılıyor muyum? Tüm kalbimle. Sizce de öyle değil mi? Yüzlerce kitap okuduğu halde “irfan” konusunda emekleyen bireyler değil miyiz çoğumuz? Daha da “okumalıyım”, daha da “bilgili olmalıyım” diye diye kendimizi kandırdığımız yalan mı? Kitaplarımızın büyük çoğunluğu ya yarıda kalmış, ya da kapağı hiç açılmamış bir halde değil mi? Karşımıza çıkan çoğu olayı zaman kaybı olarak değerlendirip, daha da önemli işler yapmamız gerektiğine kendimizi inandır mıyor muyuz çoğu zaman? Eğer bunlar asılsız birer akıl yürütme ise, etrafımızdaki bu huzursuz ve mutsuz insanlar kimler? Saadettin Ökten’in, bahsettiğim mevzuyla doğrudan alakalı bir röportajını okudum. Okurken bile “hayatındaki manayı, oturmuşluğu, tutarlılığı” hissettim. Anlattığı hayatı tahayyül ettim, kendimden geçtim, şaştım doğrusu. Bakın ne diyor Ökten: “Günümüz teknolojisi insanın insanla alakadar olmasını bitirdi. Bu olmasaydı insanlar oturacaklardı, muhabbet edeceklerdi. Masal anlatacaklardı. Dedem kış geceleri oturur, bize uzun uzun masallar anlatırdı. Dede de kocaman adam o zaman. Bizimle oturur, biz uyuruz, masal da biter. Şimdi bunlar bitti artık. Neden? Çünkü insanların insanla uğraşmaya vakti yok, tahammülleri yok. Biz ise yaşadık, yaşadık, ama sindire sindire yaşadık”. Aslında çok da fazla söze hacet yok. Ökten’in dediği gibi, “sindire sindire” yaşayamadığımız için çok acı çekiyoruz, bunu tüm iliklerimde hissediyorum. Kıymetli dostum gibi, bu sindirilmemiş hayatın içinden, “tutarlı, oturaklı, hazmedilmiş, huzurlu, ne oldum delisi olmayacağımız” bir hayata sıçramak için elimizden gelen her çabayı sarf etmek gerekiyor. Epey uğraşmamız gerekecek. Ama sonunda nasip olursa ulaşacağımız bunca güzellik, bu çabaya değmez mi? Fazlasıyla değer. Yazıma son vermeden, dostumun çare olarak sunduğu bazı şeyleri de paylaşmak istiyorum. “Ben yapamadım ama sen yapmaya çalış, yoksa sonun benim gibi olur Süleyman” diyerek uyarıyor beni. Ben de onun vesilesi ile sizleri. Buyurun birlikte okuyalım: “Hayalindeki kürsülerden indirmeye bak kendini. Kimseye kendini ispatlamak zorunda değilsin. Her bildiğini, her fark ettiğini anlatmak zorunda değilsin!.. Yüzlerce kitap okudum ama okuduklarımı ertesi gün unuttum. Sürekli bir şeyler yapmak zorunda hissediyorum kendimi. Bu beni bitiriyor. Düşünüyorum da, doktor olsam, profesör olsam ne olacak, yine mutlu olamayacağım. Çünkü asıl derdimiz ledünnümüzde, yani iç dünyamızın derinliklerinde. Niyetlerimiz salih değil, Allah’ın rızası yok bir çoğunda. Ve en önemlisi, biz de Allah’tan razı değiliz. O’nun takdirine razı değiliz. Başımıza gelen şeyleri doğru okuyamıyor, doğru manalandıramıyoruz. Onlarca manevi hastalık var kalbimizde ve bu yüzden sürekli kaygı ve endişeler yaşıyoruz. Şeytan zaaflarımız üzerinden bizi yeniyor. Ve işin bir de şu tarafı var: Günaha açık kapı bırakmak, içimizde günaha karşı kesin bir tavır koyamamak manen yükselmemize engel oluyor. İyice dikkat edersen, kalbimizde günahlara karşı hassas bir tutum olmadığını göreceksin. İşte bu da bizim gibi manayı arayanlar için en büyük yol kesicilerden biri. İnan bana ileride bir şey olmak zorunda değilsin. Bütün kitapları okumalıyım, daha fazla bilmeliyim gibi düşüncelerden kurtul. Allah aşkına söylesene bana şu dünyada kimse umurunda mı? Sen de kimsenin umurunda değilsin, bunu unutma. Hayatın merkezi sensin ve bu senin sınavın. Ya bu sınavı hakkıyla vereceğiz ya da ömrümüz böyle hayaller ve evhamlar içinde geçecek, benden söylemesi…” 28.10.2011 15:55Genç Gündem11882 Süleyman Ragıp Yazıcılar
·
103 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.