Gönderi

AKDİKEN. Roma’nın üzerinde kurulduğu Tiberis Nehri kıyısındaki kutsal ormanda yaşayan Carna adındaki nympha bakire kalmaya ant içmişti. Carna yüksek tepelerde ve ormanın derinlikle rinde avlanırdı. Birisi onu görüp beğenecek olursa eğer Carna bu kişiyi peşinden ormana gelmesi için çağırır, sonrada gözden kaybolurdu. Onunla evlenmek isteyenler ormanın derinliklerinde kaybolan Nymphayı bir daha göremezlerdi. Ancak bir gün Roma tanrılarının en eskilerinden olan ve biri öne diğeri arkaya bakan iki yüze sahip tanrı İanus, Cama’ya aşık oldu. Carna, tanrı İanus’u da diğer taliplerine yaptığı gibi peşinden ormana sürükledi. Ancak bir şeyi unutuyordu ki İanus’un diğerlerinden farklı olarak çift yüzü vardı ve bu yüzden ondan saklanması kolay olmayacaktı. Nitekim de öyle oldu. Cama bir çalılık arkasına saklanacakken İanus onu gördü ve oracıkta kıstırarak bekaretine son verdi. Böylece Carna’nın yemini bozulmuştu. İanus güzel Nymphanın üzülmesini istemediğinden ondan aldığı değerli şeyin karşılığı olarak ona bir güç verdi. Bundan böyle Cama kapıların menteşelerine hükmetme gücüne erişti. Bu görevin simgesi olarak İanus ona çiçekleri üzerinde bir akdiken verdi. Akdiken evlere gizlice giren kötülükleri defetmeye yarıyordu. Carna bu dikenle, kral Procas’m oğlunu, yeni doğanların kanını emen yarı kuş görünümlü Strigalar’dan kurtarmıştı (Grimal 1997) AKANTHUS. Akdeniz dünyasının oldukça iyi tanıdığı bir bitki olan Akanthus, antik Yunan m F marlığmda Korint düzeninde yapılmış sütunların başlığını süslemiştir. Bu mimari gelenek bir mitosa dayanmaktadır. Vaktin birinde herkesçe çok sevilen güzeller güzeli bir genç kız yakalandığı apansız hastalık sonucunda hayatını kaybetmiş. Dadısı genç kızı tüm özel eşyalarını doldurduğu bir sepetle beraber gömmüş. Kısa süre sonra kızın mezarının üzerinde Akanthus bitkisi yeşermiş ve tüm mezarı çevrelemiş. Bu hoş görün: tüyü dönemin yetenekli mimarı Kallimakhos görünce çok etkilenmiş ve o dönemin sütun başlıklarında Akanthus yapraklarını süsleme amacıyla kullanmaya başlamış (myi/ıe/ıcyc/operfıa 2007). ALTIN SUYU ÇİÇEĞİ. Efsane vi bir çiçek olan altın suyu çiçeği adından da anlaşılacağı gibi altın danmış ve altın kadar değerli bir çiçekmiş. Bu çiçeği bulan kişinin çok zengin olacağına inanılırmış. Ancak bu güne kadar bu efsanevi çiçeği bulan olmamış. Bu çiçek ilk bakışta diğer çiçeklerden çok farklı görünmezmiş. Onu bulmanın zorluğu da bu özelliğinden kaynaklanıyormuş zaten. Ancak ayın olmadığı gecelerde ve özellikle yağmurlu havalarda şimşek çakmasıyla altın suyu çiçeği yanındaki diğer otlara, çiçeklere sürtünerek bir kıvılcım çıkarır, bu şekilde kendini belli edermiş (Yavuz 1990). ASMA (Üzüm). Nuh peygamberin tufandan korunmak için çeşitli hayvanlarla beraber bindiği gemisi tufan sonrasında karaya oturdu. Gemideki hayvanlar yiyecek bir şeyler bulmak için çevreye dağıldılar. İçlerinden bir keçi gemiye döndüğünde garip hareketlerde bulunarak diğer hayvanlara sebep yokken toslamaktaydı. Keçiye neler olduğunu çözmek isteyen Nuh, ertesi gün keçiyi takip etti. Sonunda gördü ki keçi ağaçlara dolanmış bir sarmaşık bitkisi olan asmanın meyvelerinden yiyor ve sonrasında neşelenip, sarhoş oluyordu. Asıl efsane bundan sonra başlar. Keçi sayesinde üzüm suyunu yani şarabı keşfeden Nuh, ne zaman şarap içse neşelenip, keyfe dalıyordu. Nuh peygamberin bu neşe içindeki hali şeytanın canını sıkmıştı. Nuh’un neşesinin şaraptan kay naklandığını anlayan şeytan, asma fidanlarının üstüne kavurucu nefesi ile üfleyerek, asmaların kurumasına neden oldu. Ancak sonradan şeytan bu yaptığına pişman oldu. Asmaları tekrar yeşertmenin tek bir yolu vardı. Eğer asmanın dibine yedi hayvanın kanı dökülürse asma tekrar hayata dönebilirdi. Bunun üzerine kuruyan asma fidanlarının toprağına aslan, kaplan, köpek, ayı, horoz, saksağan ve tilki kanı döküldü ve bir yıl sonra asmalar yeşererek yeniden ürün vermeye başladı. Bu söylenceden ötürü Ortaçağ’da, sarhoşların, kanlarıyla asmaya hayat veren bu yedi hayvanın özelliklerine büründüğüne inanılırdı. Sarhoş kişiler kendi mizaçlarına uygun hayvanın davranışlarını sergilerdi. Yani bir aslan gibi güçlü ve cesur, kaplan kadar yırtıcı, ayı gibi kuvvetli, köpek gibi kavgacı, horoz kadar gürültücü, tilki gibi kurnaz ve saksağan kadar geveze olurlardı. BAMBU. Asya kültürlerinde büyük önem taşıyan bambunun dört mevsim yeşil ve son derece dayanıklı olması, onun özellikle Çin kültüründe uzun yaşam sembolü olmasına yol açmıştır. Hint Okyanusundaki Andaman adalarının yaratılış mitolojisinde ilk insan bir bambu sapının içerisinde dünyaya gelmiştir. Filipin adalarında ise geleneksel olarak bambuyla çevrili olan tarlaların bereketli olacağına inanılır (mythencyclopedia 2007). BİBERİYE. Biberiye bitkisinin zihni açtığı ve hafızayı güçlendirdiği eski çağlardan itibaren bilinmekteydi. Antik Yunan’da öğrencilerin biberiye yapraklarından yaptıkları taçları başlarına takarak veya bu bitkiden ördükleri halkaları boyunlarında taşıyarak zihinlerini diri tuttukları yazarlar tara fından aktarılmaktadır. Eski Yunan ve Roma’da çok sevilen bu bitki sadakatin simgesi olarak benimsenmiştir. Antik çağda düğün ve törenlerde sembolik olarak kullanılmıştır. Shakespeare’in ünlü eseri Hamlet’te, Ophelia Hamlet’e bir biberiye dalı uzatarak “işte biberiye, unutulmamak için.” demektedir. Biberiye Latince “rosmarinus” “denizin çiğ damlası” anlamına gelir. Bugün bile uğur getirdiğine ve koruduğuna inanılan biberiyenin evlerin çevresine dikilmesi pek çok kültürde yaygındır. Hatta yakışıklı prensin, Uyuyan Güzeli biberiye dalı saye sinde uyandırdığı rivayet edilir (Somer 2003). FASULYE. Fasulyenin ıslatılıp karanlık bir ortamda bekletildiğinde Filizlenmesi Eski Mısır’da yeniden yaşam inancı ile ilişkilendirilmektedir. Mısırlılar fasulyenin içinde bir ruhun canlandığına inanırlardı ve iyi fasulyeleri mezarlara sunu olarak bırakırlardı. Mısırlı rahipler için de fasulye kutsal kabul edilirdi. M.Ö. 6. yüzyılda filozof Pythagoras “ruhların dolaşımı” kuramını Mısır’lı rahiplerin bu inançlarından etkilenerek geliştirmişti (Bober 2003). Pythagoras ruhların ölen insanların bedeninden başka bedenlere göç ederek yaşamlarını devam ettirdiğine inanıyordu. Bu durumda ruhlar hayvanların bedenlerine de girebiliyordu. Bu nedenle Pythagoras tarikatında hayvan eti yenmesi yasaklanmıştı. Yasaklanan bir diğer yiyecek ise kuru baklagillerdi. Özellikle fasulye gaz yapacağından ruhun yanlış bir yerden çıkacağı endişesi duyulurmuş (Ulaş 2002). KAHVE. Etiopya mitolojisinde bir keçi çobanı sürüsündeki keçilerden birinin bir çalının meyvesini yediğini ve bundan sonra keçinin uzun süre uyanık ve neşeli olduğunu fark eder. Bunun üzerine keçinin yediği meyveleri toplayan çoban bunu hallayla paylaşmış. Böylece kahve Etiopya’da özellikle uzun ibadetlerin yapıldığı dinsel törenlerde kullanılmış, uzun süre uyanık kalmak amacıyla halk kahve çekirdeği yemeyi alışkanlık edinmiştir (mythencyclopedia 2007) TÜTÜN: Amerikan mitolojisinde tütün içince tüten dumanların yağmur yağdırdığına inanılırdı. Bu sebeple bereketi simgelerdi. Kuzey Amerika mitoslarında ise tütün seksle ilişkilendirilirdi. Genç bir kadın ile bir adam uzun bir yolculuk esnasında kalabalıktan uzaklaşarak bir patikaya sapmışlar. Bu kuytu yerde çılgınca sevişmişler. Ardından bu kadın ve adam evlenmişler. Bu çiftin mutluluğu öyle büyük, aşkları öyle ateşliymiş ki, tüm halk onlara gıpta ile bakıyormuş. Kısa süre sonra genç adam karısıyla ilk kez seviştikleri yerden geçerken buradan tatlı bir koku almaya başlamış ve kokuyu takip edince tam seviştikleri yerde bir bitkinin çıktığım fark etmiş. Tatlı koku bu bitkiden geliyormuş. Adam bitkiyi alarak halkına getirmiş. Hepsi bu bitkinin onların aşkının ürünü olduğuna karar vermişler. Bir süre sonra kuruyan bitkinin yapraklarının daha da bir güzel koktuğunu fark etmişler. O zaman bu yaprakları yakmayı denemişler. Yanınca kokunun güzelliği daha da artmış. Merak edip bu otu içmeyi denemişler. Bu otun adı tütünmüş ve bu bitkinin tıpkı örnek çift gibi insanlar arşındaki barışı ve mutluluğu sağladığına inanmışlar. Böylece tütün içmek bu halk tarafından alışkanlık haline gelmiş. Tütün barışın sembolü olarak kabul edilmiş (mythencyclopedia 2007) YAŞAM OTU. Büyük Tufan’dan sonra Sümer’de yönetime geçen Kiş hanedanlığının kralı Etana hakkında pek çok mit vardır. Etana çok büyük bir kraldı; ancak çocuğu olmuyordu ve kendisinden sonra tahtı devralacak bir varis bırakamayacaktı. Bu çaresiz dert kralı kederlendiriyordu. Etana efsanesini duyduğu bir bitkinin derdine çare olabileceğini umuyordu. Bu bitki yaşam otuydu ve sadece gökyüzünde bulunabilirdi. Etana kendisine yardım etmesi için güneş tanrı Şamaş’a gecelerce yakardı. Şamaş Etana’ya kartalı bulması için yol gösterdi. Etana, kartalı bulduğunda kartal kanatları yolunmuş, bir çukurda hapsolmuştu. Ona bunu bir zamanlar dost olduğu yılan yapmıştı. Kartal ve yılan yıllarca bir ağacı kardeşçe paylaşmışlardı. Yılan ağacın altında kartal ise üstünde yuva kurmuştu. Birbirlerine zarar vermemek için karşılıklı yemin etmişlerdi. Ancak kartal yılanın yuvadan uzaklaştığı bir günde şeytana uymuş ve yılanın yuvada bıraktığı zavallı savunmasız yavrusunu insafsızca midesine indirmişti. İşte bu yüzden yılan ondan büyük bir intikam almış, onu ölü bir öküzün karnına saklanarak tuzağa düşürmüş ve kanatlarını yolup, bir çukura yuvarlamıştı. Etana Şamaş’ın tavsiyesiyle kartala yardım ederek onu tutsaklıktan kurtardı. Kral Etana’nın bu iyiliği karşısında kartal da onu sırtına bindirerek göğün görünmez yüksekliğine doğru yolculuğa çıkardı. Kral listelerindeki Etana’nın arkasından gelen varislerine bakılacak olursa Etana gittiği bu yerde derdine derman olacak yaşam bitkisini bulmuş olmalı (Black ve Green 1993). Bugün halen daha pek çok kültürde doğan çocukla beraber bir ağaç dikilmesi yaygındır. Bu davranış çok eski çağlardan itibaren çok sayıda kültürde uygulanmıştır. Bu ritüel “yaşam bitkisi” inancına dayanmaktadır. Doğan çocukla birlikte kutsal kabul edilen bir bitkinin dikilmesi ve bu bitkinin çocukla bir yaşayacağı inancı gelişmiştir. Yaşam bitkisi doğan çocuğun yaşamını simgeler. Bitkinin ölmesi çocuğun yaşamı içinde uğursuzluk olarak kabul edilir (Frazer 1992).
251 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.