John Steinbeck Deniz yolculuğu ve serüvenleri sevenler toplansın, çünkü bu kitap tam olarak size uygun bir şekilde deniz, savaş ve aşk üçlemesinde kurgulanmış. Steinbeck bu eserinde tarihsel-roman tarzında ele aldığı kurguyu, serüvenlerle Henry Morgan'ın karakter olarak gelişimini gösterirken adeta bir Bildungsroman ile taçlandırıyor. Gallerden çıkan eski dünyanın yaşamını temsil baba evi, yaşlı kadının büyüsü, mitolojik anlatımlarıyla birlikte oluşurken, sürpriz biçimde gallik-keltik kültürde yer alan destan olan Kral Arthur efsanesi ortaya çıkıyor, bu destandaki önemli bir figür olan Merlin eski dünyanın yani modern öncesinin son kalıntıları, Steinbeck özellikle bunu vurguluyor. Yeni dünya ise artık modernitenin ayak seslerinin duyulduğu zamanlardır, baba eski dünyanın yerleşkesinde, oğul ise tam tersi biçimde yeni dünyayı arzulayan hatta bilakis resmen yeni dünyayı şekillendiren bir figür haline gelecek bir atılım içindedir.
Steinbeck burada, ünlü İngiliz modeli olan korsanlarla İspanyolların topraklarına el koymayı düzensiz ordu ile yönetmiş olan cesur lider olan Korsan Morgan'ın hikayesiyle, İspanyol kalıntısının Amerika kıtasındaki durumunu da kemikleştirerek anlatıyor, bilakis kültür çatışmasının yanında kimlikler arasında da çatışmaları gösteriyor. Önemli bir detay vermek gerekir, Henry Morgan katolik-protestan çatışmasını da gösterir, en yakın adamlarından birisi ünlü calvinci kesimden Hugeonatlardan olan bir fransızdır, yine ona en yakın olanlar karakterler arasında İngiliz iç savaşında, katolik kralcılara yönelik zafer kazanan parlementocu püritenler vardır. Buradan anladığımız husus, Morgan dinsel anlamda da katolik ispanyollara karşı mücadelesinde dinsel yakınlık içinde olduğu protestanlarla zaferlere koşmuştur. İngiliz iç savaşından sonra gelen Oliver Cromwell'den destek alarak, ilk defa karayip seferinde düzensiz olan kimseye ait olmayan korsan birlikleri yoluyla zafer elde etmiş ve yasal korsan olmuştur.
Morgan muhtemelen Christopher Myngs gemisinde çalışırken, ki steinbeck burada kurgu yaparak Morgan'ın mutfakta çalışarak alı konulmasından bahseder sonra, Barbados'a vardığında beş yıllık iş sözleşmesini öğrenir ve plantasyon sahibi James Flower'a satılır. Flower durumu yeterince iyi olan, zengin kütüphanesi olan birisidir, kitaplara merakı vardır, ancak sorun şudur ki Flower, kitapları sindirerek ve düşünerek okumaz ezberler, kitaplar hakkında belli durum karşısında ezberlediği cümleleri söyler, dile getirdiği ezberden olan cümleler konu ile bağlamı olmayan sözler olup düşünce süzgecinden geçmeden pratiğe uygun olmayan şeylerden ibarettir. Flower'den öğrendiği bilgileri, kendisini entelektüel anlamda geliştiren Morgan'ın Flower'in yetersizliğini bilir, çiftlikteki işleri yönetir, kendisi ezbere göre değil gerçeklere dönük olarak iradesini ve kişiliğini ortaya koyar.
Serüven anlamında, üçüncü bölümden itibaren kendisini atılgan bir kişilkte gördüğümüz Morgan'ın yaşamı ve tarihsel kurgu belirir. Harika anlatım ve kurgu ile Altın Kupa'yı temsil eden Panama şehri ve Panama Şehrini müjdeleyen La Santa Roja tam olarak dördüncü bölümde belirmeye başlar.
Kurgusal düzeyi bakımından Steinbeck'in bilinmeyeni, saflıkta anlatmasına bayıldım, Morgan'ın bir tarihsel kişiliktir ancak nasıl tarihsel bir kişilik oldu sorusu üçüncü bölümün ortalarına doğru tamamlanmaktadır. Steinbeck'in tarih ile kurguyu uyumlu bir şekilde bağladığı, serüven ve bildungsroman eseri olan Altın Kupa hakkında söyleyeceklerim bu kadar. Üçüncü bölümden sonra aşkları, arzuları, mücadelesi, savaşları ve içsel çatışmalarıyla Henry Morgan sizinle!
Özellikle son bölümde, anlatma tekniği ve bilinç akışı tekniği fevkalade birbirlerine uyarlanmış, Morgan son bölümde ölürken yavaş yavaş bu derinleşme okuyucuyu da sürüklüyor, tanrısal bakış açısı metinde hakim bir şekilde ilerlemektedir, ancak son bölümde tanrısal bakış sınırlarını aşarak Morgan'ın ölümü çok iyi işlenmiş.
