Atletizm alanında 1950’li yıllara kadar önemli başarılar elde edilmişti. Öyle ki doktorların bu yöndeki araştırmalarından hareketle kamuoyunda “bir mil dört dakikanın altında koşulamaz, bu insan fizyolojisi açısından mümkün değildir.” yargısı vardı.
Bu olumsuz görüşler atletizm otoritelerini ve atletizmle uğraşan atletleri de etkilemişti. Hatta atletlerin, bu görüşün etkisinde kalarak bir mili dört dakikanın altında koşmayı hiç düşünmedikleri dahi söylenebilirdi. Atletler yarışmalarda artık rekor kırmak için değil sadece birinci olmak için koşuyorlardı.
Roger Bannister, 1953 yılında, sonraki yıl yapılacak olan yarışa bir yıl kala bir mili dört dakikanın altında koşmak için hazırlanmaya başladı. Bir yıl boyunca fiziki anlamda yapması gereken bütün çalışmalarını yaptı; antrenmanlarını hiç aksatmadı. Fakat Roger bu yarışmada hedefe ulaşmak için sadece fiziksel antrenmanların yeterli olmadığının da farkındaydı. Bu nedenle her gün zihinsel olarak da hazırlanmayı ihmal etmedi.
Artık zihninde bir tek düşünce vardı: Bir mili dört dakikanın altında koşmak... Bunun için her yolu deneyecek, elinden gelen her çabayı gösterecekti. O, “Bir mili dört dakikanın altında koşacağım.” diyerek bu yarışa hazırlanmaya başlamıştı. Kendine güveniyordu. Zihninde hep bir yıl sonraki yarışı ve onun sonunda kıracağı rekoru düşünüyordu.
Yarış başladığında tüm yarışçılar birinci gelmeyi düşünürken Roger rekora koşuyordu. Onun tek hedefi vardı: Bir mili dört dakikanın altında koşmak...
Hedefine ulaşacağından emindi. Roger yarışı birinci sırada bitirdi; ama bu onun için yeterli değildi. Acaba rekor kırabilmiş miydi? Skorborda yöneldi. Orada yazan rakam 3,59’du. Roger Bannister başarmıştı. Biliyordu ki zaferinde fiziksel gücünün olduğu kadar zihinsel gücünün de payı vardı.
Ondan sonra gelen birçok sporcu da zihnin gücünü keşfederek inanılması mümkün olmayan rekorlara imza attılar.