Gönderi

Thomas Hobbes (1588-1679): (...) Thomas Hobbes 5 Nisan 1588'de İngiltere'nin Malmesbury kentinde doğdu. Babası o küçükken kaybolup gitmesine rağmen, Hobbes'un eğitim giderlerini amcası karşıladı ve Hobbes on dört yaşına geldiğinde, Oxford'daki Magdalen Hall'da öğrenim görüyordu. Hobbes 1608'de Oxford'dan ayrılarak, Lord William Cavendish'in en büyük oğluna eğitim vermeye başladı. 1631'de, Cavendish ailesinin başka bir üyesine öğretmenlik yapıyorken, felsefi düşünceleri üzerine odaklanmaya başladı ve A Short Tract on First Principles (İlk ilkeler Üzerine Kısa Bir İnceleme) adıyla yayımlanan ilk çalışmasını yazdı. Hobbes'un Cavendish ailesiyle ilişkisi ona oldukça yarar sağladı. Parlamento tartışmalarına katılma, kral, toprak sahipleri ve parlamento üyeleri hakkındaki görüşmelere katkı yapma, hükümetin nasıl kurulduğuna ve hangi etkiler altında kaldığına ilk elden tanıklık etme olanağı buldu. Monarşi ile parlamento arasında inanılmaz itiş kakışların yaşandığı bir dönemde, Hobbes sıkı bir kralcıydı ve hatta The Elements of Law, Natural and Politic (Doğal ve Siyasal Hukukun Unsurları) ilk siyaset felsefesi eserini kral I. Charles'ı savunmak için yazdı. 1640'lı yılların başında, çatışma iyice tırmanarak İngiliz İç Savaşları (1642-1651) denilen olaya dönüşürken, Hobbes ülkeden kaçarak Fransa'ya geçti ve orada on bir yıl kaldı. En önemli çalışmalarını (en ünlü eseri olan ve kral I. Charles'ın idamından iki yıl sonra yayımlanan Leviathan dahil) Fransa'da yaşarken üretti. Thomas Hobbes inanılmaz ölçüde bireyci bir düşünürdü. Monarşiden yana olanların çoğu İngiliz İç Savaşları sırasında İngiltere kilisesine destek bildirerek iddialarını yumuşatmaya başladığı halde, kralcıların en önde geleni olan Hobbes, kiliseden hoşlanmadığını ilan etti; bu da kraliyet sarayınca ona yasak getirilmesine yol açtı. Hobbes, monarşinin ödünsüz bir destekçisi olsa bile, kralın hükümdarlık hakkının Tanrı'dan geldiğine inanmıyordu; ona göre bu, daha çok halkın üzerinde anlaştığı bir toplum sözleşmesiydi. (...) Evrendeki tüm görüngülerin geriye doğru izi sürülünce maddeye ve harekete varılabileceği inancı, onun felsefe sisteminin kökünde yatıyordu. Bununla birlikte, Hobbes deneysel yöntemin ve doğa gözleminin bilgiye temel oluşturabileceğini reddetti. Onun yerine, Hobbes'un felsefesi tümdengelimliydi ve her şeyi, evrensel kabul gören “ilk ilkeler”e dayandırıyordu. (...) Hobbes'un kanısına göre, insanlar dünyayı birçok farklı şekilde görebilme yeteneğine sahip oldukları için, felsefeyi ve bilimi bir tek doğa gözlemlerine dayandırmak aşırı öznel bir tutumdur. Hobbes, bilimsel ve felsefi sonuçlar çıkarmak için doğaya dayalı tümevarımsal muhakeme yönteminden yararlanan Francis Bacon'ın ve Robert Boyle'un çalışmalarını reddetti. Onun yerine, felsefenin amacının, herhangi bir kişi tarafından dil aracılığıyla gösterilebilen ve herkesçe üzerinde anlaşmaya varılabilen temel kurucu, evrensel ilkelere dayanan bir doğrular sistemi kurmak olduğuna inanıyordu. Hobbes, evrensel ilkelere dayanan bir felsefe arayışında, bir model olarak geometriye yöneldi ve geometrinin ilk evrensel ilke olduğunu iddia etti. Hobbes, geometrinin tümdengelimli muhakemeye başvurduğu için gerçek bilimin modeli olduğu kanısındaydı ve kendi siyaset felsefesini yaratmak için bu tümdengelimli muhakeme kavramını kullandı. Thomas Hobbes, ikiciliğe ya da ruhun varlığına inanmıyordu. Hobbes'a göre insanlar makineler gibidir; maddeden yapılmışlardır ve işleyişleri, mekanik süreçlerle açıklanabilir (örneğin, sinir sisteminin mekanik süreçleri duyuma neden olur). Dolayısıyla Hobbes'un iddiasına göre, insanlar kendi özçıkarlarını gözetmek üzere haz peşinde koşar, acıdan kaçınırlar (bu da insan yargısını son derecede güvenilmez yapar); düşüncelerimiz ve coşkularımız neden-sonuca ve etki-tepkiye dayanır. Hobbes, insan yargısına bilimin yol göstermesi gerektiğine inanır ve Leviathan'da bundan “sonuçların bilgisi” olarak söz eder. Hobbes'a göre, toplum da yapay olmakla birlikte yine aynı yasaları izleyen benzer bir makinedir ve evrenin tamamındaki tüm görüngüler, maddi cisimlerin etkileşimleri ve devinimleri aracılığıyla açıklanabilir. Hobbes, insanın doğal durumunda ahlakın var olduğuna inanmaz. Bu yüzden, iyiden ve kötüden söz ederken “iyi"yi insanların arzuladıkları herhangi bir şey, “kötü”yü ise insanların kaçındıkları herhangi bir şey olarak nitelendirir. Sonra Hobbes, bu tanımlara dayanarak çeşitli davranışları ve coşkuları açıklamaya girişir. Hobbes'un tanımına göre umut, herhangi bir görünür iyilik elde etme olasılığıdır ve korku, görünür bir iyilik elde etmenin mümkün olmadığını fark etmektir (gerçi bu tanım, ancak insanlar yasalarca ve toplumca konulan kısıtlamaların dışında düşünüldükleri zaman savunulabilir). İyilik ve kötülük bireysel arzulara dayandığı için, bir şeyi neyin iyi ya da kötü yaptığına ilişkin kurallar olamaz. Hobbes, tüm insan eylemini tanımlayıcı ilkenin umut ve korku duyguları arasındaki bu sürekli gidiş-geliş olduğuna inanır ve bu iki duygudan birinin verili herhangi bir zamanda tüm insanlarda bulunduğunu öne sürer. Hobbes, "doğa durumu"nu, insanların mümkün olduğu kadar fazla iyilik ve güç elde etmeye yönelik içgüdüsel bir arzu duymaları olarak betimler. Bu arzu ve başkalarına zarar vermeyi önleyen herhangi bir yasanın olmaması, sürekli bir savaş durumu yaratır. Doğal durumdaki bu sürekli savaş ise insanların sürekli olarak birbirlerinden korkarak yaşıyor olmaları gerektiği anlamını taşır. Bununla birlikte, akıl ve korku birleştiğinde insanların doğa durumunu (olabildiğince fazla iyilik elde etme arzusunu) izlemelerine ve barış aramalarına yol açar. Dahası, bir toplumun üstün otoritesi bu kuralları koyuncaya kadar iyi ve kötü diye bir kavram var olamaz. Hobbes'un iddiasına göre, gerçek barışa ulaşmanın tek yolu, bir araya gelmekten ve bir grup insanın üstün bir otoritenin tüm topluluğu yönetmesini kabul ettiği bir toplum sözleşmesi yaratmaktan geçer. Toplum sözleşmesinde korku iki amaca hizmet eder: I. Doğa durumu içindeki savaş halini yaratır, böylelikle bir toplum sözleşmesine gerek duyulmasına yol açar. II. Topluluk içinde barışı koruyup sürdürür (üstün otoritenin, sözleşmeyi çiğneyeni cezalandırma yoluyla herkese korku salmasını sağlayarak). (...) Erken dönem çalışmalarında Hobbes, toplumun üstün bir egemen güce ihtiyacı olduğunu iddia etmekle birlikte, bu duruşunu Leviathan'da netleştirir: Mutlak monarşi en iyi yönetim biçimidir ve herkese barış sağlayabilen tek biçimdir. Hobbes, toplum içinde hizipçiliğin, örneğin rakip yönetimlerin, farklı felsefelerin ya da kilise ile devlet arasında mücadelenin ancak iç savaşa yol açtığı inancındadır. Bu nedenle, tüm halkın barışını ve huzurunu devam ettirmek için, toplumdaki herkes yönetimi kontrol eden, yasaları yapan ve kilisenin başında bulunan bir tek yetkilinin olmasını kabul etmelidir.
Sayfa 127Kitabı okudu
27 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.