Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ: GAZZE - TEL AVİV
GAZZE Anormallerin normalleştiği, sanki 1984’deki Big Brother sizi izliyorun suretleşmiş hali Gazze sınır kapısından içeri giriyoruz. İlk andan itibaren özellikle bir buçuk km’lik demir tünelde yürümeye başlayınca sanki bir zaman tünelindeyiz ve yüzyıl geri gidiyoruz. Önce kısaca bu toprakların karışıklık tarihine bakalım; her şey Osmanlı’dan kopuş anlamına gelen 1917 Balfour Deklarasyon’nuyla yani Filistinde bir Yahudi devleti olan İsrailin kurulması isteğiyle başladı. Yüzbinlerce Yahudi İngiliz mandasındaki Filistin’e göç etti. 1920’de iki büyük Filistin ayaklanması yaşandı. 1947’de bölgeyi yöneten İngiltere, Filistindeki çatışmaları sonlandırmak için Birleşmiş Milletler’e talepte bulundu. Kurulan Filistin Özel Komisyonu; Filistinin Araplar ve Yahudiler arasında ikiye bölünüp Kudüs’ün ise hiç bir yere bağlı olmayan özel bir statüye sahip olmasını kararlaştırdı. Araplar bunu kabul etmezken Yahudiler 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etti. Böylelikle uzun yıllar sürecek olan savaşlar başlamış oldu. İsrail, Gazze ve Sina Yarımadası’nı Mısır’dan, Gonan Tepelerini Suriyeden alırken Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü işgal etti. 1987’de İsrail’in işgal ettiği bölgelerde İlk İntifada yani kitlesel ayaklanma Gazze Şeridi’nde başlayıp Batı Şeridi'ne yayıldı. 1993’e kadar süren İntifada’da bine yakın Filistinli hayatını kaybetti ve çoğu çocuktu! Ardın ABD’nin arabuluculuğuyla görüşmelere yaniden başlandı. 1993’de Oslo Barış Süreci adını aldı ve yeni dönem başladı. Dönemin Filistin lideri Rasel Arafat ve İsrail başbakanı İzak Rabin arasında tarihi tokalaşma gerçekleşti. 1994’te Filistin Ulusal Devleti kuruldu başına Rasel Arafat geçti. 1995’de 2. Oslo Anlaşması imzalandı. İsrail bu anlaşmanın taahhütlerinin önemli bir kısmını yerine getirmedi. İzak Rabin bir Yahudi tarafından öldürüldü. 1995’deki anlaşma hem Filistin hem İsrail tarafındaki intihar saldırıları ve bombalamalarla bozuldu. 2000’de Ariel Şalon’un Mescidi Aksa'yı ziyaretiyle başlayan gösteriler 2. İntifada’nın başlamasına sebep oldu. 2005’de İsrail Gazzenin bazı bölgelerinden çekildi. İsrail Gazze’den gelen roketler sebebiyle 2008’de Gazze Şeridi’ne dökme kurşun operasyonu başlattı. Bu esnada 1400’ü aşkın Filistinli hayatını kaybetti. Gazze Şeridi’ne İsrail ambargosu işte böyle başladı. Ambargoyu delmek için 2010’da insani yardım maksadıyla yola çıkan Mavi Marmara Gemisine saldırı düzenlendi. Türkiye-İsrail ilişkileri ikinci katip seviyesine indirildi. 2010’da askıda olan İsrail-Filistin Barış Görüşmeleri yeniden başlatıldı. 2014 Temmuz’unda İsrail yeni bir hava harekatı başlattı. 2143 Filistinli hayatını kaybetti. Bugün Gazze Şeridi’ni HAMAS kontrol ediyor ve Filistin Hareketi ikiye bölünmüş gözüküyor ve şimdilik bölgede ateşkes uygulanmakta. Gazze’ye adım attığınızda kendinizi bir savaş filminin setinde gibi hissedebilirsiniz ama aldığınız barut kokusu size tam gerçeğin ortasında olduğunuzu acı bir şekilde hissettiriyor. Yıkılmış evlerde hala hayata tutunmaya çalışan aileleri ve yıkıntıların önünde toplaşıp konuşan insanları görüyoruz çünkü gidecek başka bir yerleri daha yok çünkü burası onların toprağı, tarihi, vatanları, yeri, yurdu… Evet şimdi buradaki hikayelerden sadece birine biraz daha yakından bakmak için gecekondudan bozma bir binaya giriyoruz, bir dairede altı ailenin kaldığını öğreniyoruz. Bunlardan iki ailenin hikayesi için buradayız, iki kardeş, dört tane çocukları İsrail tarafından şehit edilen, sadece iki aile. Bu çocukların tek suçu Filistinli olmak! Tek suçları sahilde oynarken toplarının biraz öte kaçması ve geri almak istemeleri, sadece plastik bir top. Karşılığında nasıl mı tepki alıyorlar, uçak füze atıyor önce, yetmiyor bir füze daha ve hala yetmiyor sekiz bomba daha! Neden mi; çünkü onlar kendi vatanlarında yaşamaya direndikleri için birer “terörist”. Peki uluslararası yasalar nerde, o çok güçlü, adalet, özgürlük dağıtan dünya devletleri nerde?Muhatapları İsrail ise herkes kör herkes sağır. Pazar yerine ilerliyoruz, yine zaman tünelinde geçmişe gittiğimizi hissediyoruz. Gazzenin yüzde yetmişini mültecilerden oluştuğunu öğreniyoruz. Küçücük alanda ne kadar fazla insanın yaşama tutunmaya devam ettiğini de öğreniyoruz. Yurt dışına çıkmak istediklerinde nasıl çıkmadıklarını dinliyoruz tercümanımızdan. Türkiye’ye olan muhabbetlerini görüyoruz ve çabasızlığımızdan utanıyoruz. Tercümanımız bir milyon sekiz yüz bin kişin olduğu “dünyanın en büyük hapisanesinde” olduğumuzu hatırlatınca tüylerimizin ürpermesine mani olamıyoruz. Pazara bakıyoruz hemen hemen temel ihtiyaç malzemelerini bulabiliyoruz lakin çok pahalı, insanlar fiyatlara bakarak geçiyorlar. İnşaat malzemeleri gibi alanlarda ise yokluk olduğunu öğreniyoruz. Cüneyt ÖZDEMİR Tel Aviv için yola çıkınca bir yoklar listesi tutmaya başlıyor aklında, sadece arabada giderken gözüne takılanlar ve bu kabaca üzerine düşünülmemiş liste uzayıp gidiyor. Uzayıp gitmesinden daha kötüsü ise bu durumun artık kanıksanmış olması, hayata bu şekilde devam ediliyor olmaları. TEL AVİV Ve yine bir pazar yerine gidiyoruz, etrafımıza bakınırken sanki evren sanki çağ değiştirdik, burası neresi “orta doğu” mu ABD mi, Avrupa mı karar veremiyoruz. Pazarda bir esnafa selam veriyoruz ama pek konuşmak istemeyen birine denk gelince bir başkasına selam veriyoruz. Türkiye’de dört yıl askerlik yapmış bir esnafa denk geliyoruz ve bizimle sohbet etmekten memnun görünüyor, çünkü bizi gördü ve tanıdı. Yürürken bir farka değiniyor Özdemir; çocuklar, burada çocuklar yokken Gazze’de çocuktan yürünmüyordu, soruyoruz meğer okullar açılmış… Tel Aviv’deki en büyük sorunu soruyoruz bir başkasına, yok diyor. Konuşmasına bakılırsa pek umrunda görünmüyor olup bitenler. Neden umrunda olacaktı zaten, hayat akışında devam ediyor kendisini Amerika’da yaşıyormuş gibi hissediyor nasılsa. Pazardan sonra bir de iş hayatına bakmak için ünlü limanlardan Yafa Limanı’ndayız. Türkiye-İsrail İş Konseyi’den bir işadamının yanına gidiyoruz. Özdemir’in yerinde sorularına muhatabımızdan düzgün cevaplar alamıyoruz. Konuşma tarzı da oldukça rahatsız edici bir havaya sahip hatta söz arasında Türkiye’den bahsederken şımarık sıfatını kullanıyor ve tamam diyoruz bu adamın yaydığı enerjiye layık sıfatı buldum. Türkiye ile ilişkilerinde gerçek bir sorun yokmuş çünkü bu tarz problemler halk tabanından başlayıp yukarı çıkarmış ki sorun teşkil edecek herhangi bir şey de yok, çünkü Gazze ne alakaymış Türkiye-İsrail arasında! Bu soruyu kendimize bir sormalıyız: Gazze ne alaka, Gazze bizim için bir sorun teşkil ediyor mu, kardeşlerimize yapılan bu zulum bizi ilgilendiriyor mu, yoksa bu iş adamı haklı mı, böyle mi düşünüyoruz gerçekten. Türkiye’yle aralarındaki yatırım, ithalat-ihracat ilişkisinin ne kadar fazla olduğunu ve ne kadar önemli olduğundan bahsediyor, biz ne yapıyoruz diye gerçekten artık sormalıyız diye içimizden geçiyor. Bu savaşlar hayatlarına nasıl etki ediyor diye soruyor Özdemir, sanki savaştan değil de başka herhangi bir şeyden bahsediyormuşçasına cevap veriyor, anlık hayatın yavaşlamasından sonra etkilenmediklerini, alıştıklarını söylüyor. Politik nedenler yüzünden ki sebebi önemli değilmiş Gazze’nin çoğu yeri geri kalmış! İş yerleri, fabrikalar “bombalanmış” bakın bombalanmış, etken değil edilgen yani faili belli değil. Sonunca işte bu durumdalar… Suçlu kim mi, gerçekten soruyor olamayız değil mi, tabii ki kendi tercihleri! Hatta planlanmış olabilirmiş bile, evet planlanmış! İsrail muazzam bir şeyi başarıyormuş; burada böyle güzel, gelişmiş ve müreffeh bir devlet kurmuşlar, bravo! Ve iki şehrin hikayesine tanık olurken aslında çifte standardın ne demek olduğunu canlı kanlı görüyoruz. Biz kimiz Gazze kim İsrail kim diye tekrar bir kendimize sormamız gerektiğini fark ediyoruz. Ateşin düştüğü yeri yaktığına tanıklık ediyoruz. Bir vatanının, bayrağının, devletinin olmasının ne büyük bir nimet olduğunun tefekkürünü ederek şükrediyoruz. Biraz kendinden utanma, biraz mahcupluk ve bolca hüzünle, acımayla geri dönüyoruz. İşte evimizdeyiz. Hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. İki şehrin hikayesi mi, üzülmüş müydük, ne olmuştu, he kararlar mı almıştık, öyle miydi, hatırlayamadım. Dünde kaldı tabii… Hem hayat da devam ediyor canım ne yani yaşamayalım mı, evet evet hayatımızdaki olan her şeye israftan bakılmayacak partiler düzenlemek gayet temel ve insani hakkımız, olmazsa olmaz. Çocuklar okula gidemiyordu sanki orda, canım o ayrı bu ayrı ihtiyac karıştırmayalım lütfen. Peki tamam karıştırmayalım. Hiç bir şeyi de karıştırmayalım hiç bir şeye de karışmayalım. Sıra kimde bakalım ve görelim sadece.
·
139 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.