Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

"kubrick'in paths of glory'sini, fellini'nin roma'sını, sergei eisenstein' ın potemkin zırhlısı'nı, marco ferreri'nin la grande bouffe'unu çok severim. la grande bouffe, bence hedonizmin bir anıtı, tensel isteklerin büyük bir trajedisi, bir başyapıtıdır. jacques becker'in goupi mains rouges ve rene clement'ın jeux interdits filmini de beğenirim. daha önce de söylediğim gibi fritz lang'ın bütün filmlerini severim. buster keaton'ı ve marx brothers'ı da çok severim. jan potocki'nin romanı ve wojciech has'ın filmi olan rekopis znaleziony w saragossie filmini üç kez görmüştüm, ki bu benim için olağandışı bir şeydir. bu filmi alatriste'in meksika için simon del desierto filmi karşılığında satın almasını sağlamıştım. jean renoir'in savaş öncesi filmlerini, ingmar bergman'ın persona'sını da çok beğenirim. federico fellini'den de la strada'yı, le notti di cabiria'yı, la dolce vita'yı severim. i vitelloni'yi hiç göremedim ve buna hala çok üzülürüm. buna karşılık casanova filmini seyrederken sonunu beklemeden çıkıp gitmiştim. vittorio de sica'nın sciuscia'sını, umberto d ve ladri di biciclette filmlerini çok beğenirim. bu filmde de sica, bir iş aletini filmin yıldızı yapma başarısını göstermişti. kendisini iyi tanırım ve çok yakınlık duyarım. erich von stroheim'ın ve josef von sternberg'in filmlerini de severim. underworld bana o dönemde muhteşem gelmişti. from here to eternity filminden nefret etmişimdir. milliyetçi ve askeri unsurlar içeren bir melodram; ama ne yazık ki büyük bir başarı kazandı. andrzej wajda'ya ve filmlerine çok değer veririm. onunla hiç karşılaşmadım, ama uzun zaman önce cannes film festivali'nde, film yapma isteğinin benim ilk filmlerimle uyandığını açıklamıştı. bu da tıpkı benim fritz lang'ın ilk filmlerine duyduğum hayranlığı anımsatıyor. bu filmler yaşamımı çok etkilemişti. bir ülkeden diğerine, bir filmden bir başkasına durmaksızın gidip gelen bu gizemli akışta beni etkileyen bir şeyler vardı. wajda, bir de bana "çırağınız" diye esprili bir biçimde yazıp imzaladığı bir kart göndermişti. bu hareketi gördüğümde bende büyük bir hayranlık uyandıran filmlerinden çok daha fazla duygulandırmıştı beni. jean vigo'nun atalante'si ve henri-georges clouzot'nun manon'u da çok güzeldi. çekim sırasında vigo'yu ziyaret etmiştim. bu ziyaretten fizik olarak çok güçsüz, çok genç ve kibar bir adamın anısı kaldı bende. sevdiğim filmlerin arasında dead of night adlı ingiliz filmini de saymak isterim. bu, birçok dehşet öyküsünün tadına doyulmaz bir güzellikle bütünleştirildiği bir filmdir. white shadows in the south seas'i f.w. murnau'nun tabu'sundan çok daha üstün bulmuştum. fazla tanınmayan, ama şiirsel ve büyüleyici bir anlatımı olan ve jennifer jones'un oynadığı portrait of jennie'ye hayran kalmıştım. bir yerde bu filme duyduğum hayranlıktan söz etmiş olmalıyım ki david o. selznick bana bir teşekkür mektubu yazmıştı. roberto rossellini'nin roma, citta aperta filminden hiç hoşlanmadım. bitişik odada işkence gören direnişçi ile kucağında genç bir kadın, şampanya içen alman subayı arasındaki çelişkinin veriliş biçimi son derece ucuz gelmişti bana. benim gibi aragonlu olan ve uzun bir zamandır tanıdığım carlos saura'nın (llanto por un bandido filminde beni cellat rolünde oynatmayı bile başarmıştı) la caza ve la prima angelica filmlerini çok sevdim. bana göre çok önemli bir sinemacıdır, tabii cria cuervos gibi birkaç örnek dışında ... son iki veya üç filmini görmedim. artık hiçbir şey seyretmiyorum zaten. john huston'un san josa purua yakınlarında çevrilen the treasure of the sierra madre filmini beğenirim. huston büyük bir yönetmen, çok içten bir insandır. nazarin'in cannes'da gösterilmesi büyük çapta onun sayesinde olmuştur. filmi meksika'da gördüğü gün, tüm bir sabahını, telefon başında avrupa'yı arayarak geçirmişti. bunu hiç unutamam."
Sayfa 295
222 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.