Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

HUZURSUZLUĞUN KİTABI FERNANDO PESSOA Bu kitabı okumaya cesaretiniz varsa; önce gökyüzüne uzun uzun bakınız. İçinize bir mavi bulaşmıyorsa; lütfen kitabı usulca kitaplığınızın arka sıralarına bırakınız. Çünkü; içiniz gri ise siyaha dönüşebilir. Hayatta durduğunuz yere ayaklarınız tam basmıyorsa güçlü bir tekme takabilir.        Bir insanın iç dünyasına yarenlik edecekseniz, bu Fernando Pessoa olmalı mı? Bunu çok iyi düşünün. Yok ben seyre dalar gibi uzaktan gelen bir yabancı gibi sessizce okur, dinler gibi yapar ve kapağını kapattığım anda onu sayfaların arasında yapayalnız bırakırım diyenlerdenseniz bu büyük haksızlık olur bilesiniz.  Çünkü; F. Pessoa; “ Tek avuntum hücremin parmaklıklarımın arkasında bir cam olması; her gün ölümle hesaplaştıktan sonra, cama, kaçınılmazlığın tozuna adımı büyük harflerle yazarak imzamı atıyorum.” (Sayfa:73) derken bir sayfanın tam orta yerinde asla şaka yapmıyor. O imzasını ölümle atıyor.     Ama yine kendi cümlesinde öyle bir büyü var ki; “ Sıradan olandaki benzersizliği görüyorum ve bu ruhla şair oluyorum.” ( Sayfa: 64) der.  Bu ruh ile tanışmak için geç kalmayınız. İçinin siyahını size bulaştırmayacağına söz veremem elbette ama sizin renklerinize asla tenezzül etmeyeceğine eminim. Çoğu paragrafta,  sessizce geçip gitmiş zamanın içinden, ruhunun derinliklerinde kah dinlenmiş; kah sabahlara kadar uyku dilenmiş. Yazgısını kabullenmiş, en dingin halini takınarak iklimlere ve insanlara mahkum olmuş. Hayatını kederle gülümseyerek anlatmış. Aslında söyleyecek çokta bir şeyi olmamış; kendine göre söylemeye değer bulmamış. Olaysız yaşam öykümün itirafları diye tarif etmiş bize bıraktığı mektuplarını…     Bana göre çok şey söylemiş, hatta her sözcüğü bir güllenin ucuna iliştirmiş. Defalarca her itirafta yolunuz kesişiyor, paragrafların en karanlık köşe başında, lambası sönmüş bir direğin dibinde diz dize oturur buluyorsunuz kendinizi. O içinden konuşuyor, siz içinizden susuyorsunuz. Birbirini çok iyi tanıyormuş ama hiç karşılaşmamış gibi bir tavırla herkes kendi hayatının yolunu tutmak üzere ayrılıyorsunuz.  〰️〰️〰️〰️〰️〰️ Okumak, yazmak ve düşlere dalmak dışında hiç bir şey istemeyen, herhangi bir şeye sahiplenmeyi umursamayan bir insanın sadece okuyucusu ve dinleyicisi olmaya razı olmak şartını kabul etmiş olmalısınız.  “Çünkü gördüğüm şeylerin boyundayım ben. Kendi boyumda değil.” (Sayfa: 77)  Ama bu gönüllü dinleyicilik sizi olağanüstü bir zihin gücü ile etrafınızdaki her şeyi kendi ihtişamında görmeniz için öğretiler sunuyor. Sonra ne mi oluyor?  Alabildiğine özgür ve oldukça kalabalık duygularla evrendeki her sesi duyabilirmiş siniz gibi, her zerre ışığın içinden geçebilirmiş siniz gibi hissediyorsunuz. Güneşten ve aydan gelen tüm huzuru adeta sahipleniyorsunuz.  〰️〰️〰️〰️〰️〰️ Ve saat gözetmeksizin kitap elinize yapışıyor.  Anlamaya çalıştıkça yok oluyor; yok oldukça sevmeyi unutmaya başlamanın dalgınlığında sendeliyor insan. Sayfa sayılarına ayağınız takılıyor; sonra gözlerinizle yürümeyi öğreniyor sunuz. Sadece kendinize benzemek istediğinize karar veriyor sunuz. Size tahammül edecek tek kişi, içinizdeki o geveze ruh, bunu artık daha iyi biliyorsunuz. Gürültülü bir ilişki bu, yaşamaya; yok yok yaşamamaya dair ne varsa ortalığa saçıyorsunuz. Kırılan, dökülen, toplanan ve aslına hiç bir zaman benzemeyen her şey gibi içinizle aranız doğduğunuz günkü kadar samimi olamıyor. Ve Sayın: Pessoa’nın size iki tokat çekmediği kalıyor. Son sayfaya kadar okuyabilme anlaşması yapmamış olmanıza rağmen bunu nasıl dayattığına ilişkin bir cümlem yok. Parmaklarınız her sayfayı çevirdiğinde yiyeceğiniz yeni bir  tokatı halihazırda bekliyor oluyorsunuz. Kabullenilmiş bir sancıya katlanmak, savunmasız yakalanmaktan daha kolay geliyor.  〰️〰️〰️〰️〰️〰️ Okuduğunuz sayfaları, bulanık düşüncelerinizin içine bırakıyor olmanız size bir panik yaşatacak mutlaka. Ama böyle bir şey değil miydi zaten ruhunun aklını ele geçirmesi…Niyetiniz, öyle aklı başında, ayakları yerde, gözlerde bir ışıltı hali ile okumak ise bu saman kağıtları büyük bir yanılgı içindesiniz. Öylesine kelimeler gelip yapışır ki boğazınıza ne yutkunmak istersiniz ne de tükürmek. Tam da yazarımızın dediği gibi hepimiz kazanılmayan zaferleri kutlayan insancıklar olduğumuzu biliriz aslında… Ve itiraf( syf: 99) da geliyor:  “ Ey okurlar; mutlu olup olmadığımı soruyorsanız; cevabım hayırdır. “ diyor.  İçinin çürümüşlüğünden cılız bir pırıltı yaratıp karanlığına ışık tutabilecek kadar cesur bir sanat sergiliyor. Kendi ruhununun yıkıntılarının altında kalmaktan duyulan memnuniyeti ve bunu bir ayrıcalık olarak görmenin asil hallerini okurken kafanızda açılan bir çok pencerenin rüzgarına hazır olun.  Ben günün en korkunç saatlerinin kenarına bağdaş kurarak okuyorum her bir sayfayı, kendime soramadığım bir çok soruyu, aniden sözlüye kaldırılmış bir öğrenci gibi tepemden aşağıya yağdırıyor huzursuzluğun kitabı. Huysuzum, biraz da öfkeli. Ama ısrarla ayakta bekliyorum. Bütün soruları duymak istiyorum. Cevapsız kalıp, mahçup olacağımı bile bile kendimi bu ısrarcı küçük düşürülme planına bir çete lideri gibi hazırlıyorum. Aynı kuyuya düşmüş iki tanıdık gibi sarılıyoruz. Aynı karanlığın içinde iki yorgun dünyalı… ~~~~~~~ Bilinçaltınıza hüzün tohumları ekilecek. Ama buna siz de gönüllü değil misiniz zaten? Tüm evrende yapayalnız olduğunuzu hissedeceksiniz. Düşünceleriniz ve siz…Sevinin derim. Düşünebilen olmanın sevincini de öğreten satırlar ile baş başasınız. Ve sonsuzluğa doğru yol alıyor olabilir siniz. Hüzünlerinizin kaç türlü tarifi varsa elinizdeki sayfalarda açık seçik yazılmış. Onları birer tablo yaptırıp, hafızanızın, kalbinizin, aklınızın duvarlarına tutturmak için acele etmeyin, altı yüz yetmiş dört sayfa daha bu cehennemin içindesiniz.  Ben edebiyatı, hayatı daha kahrı çekilir hala getirmek için seçerken, Pessoa’nın yaşamaktan kopmak için seçmiş olduğunu öğrendiğimde kitap elimden adeta bir uçuruma yuvarlanmıştı. İnanmayı hiç istemedi ruhum. Ama varlığını kendi bilincinin duvarlarının içine hapsettiğini anlattığı satırları okudukça beni inanmaya mecbur bırakmıştı. Tarif edemediğim bir hüzün düştü içime, kafamı göğe çevirip baktığımda böyle sonsuz bir maviliğin altında insanın kendi kalemi ile kendini siyaha boyamasının çok can acıtıcı olduğunu düşündüm.Benliği ile olan kavgasının içinden bulup çıkardığı incelikleri başka bir insan bir ömür tespit edemezdi. O kendi durgunluğunun içinde düşünüyor, hissediyor ve kalemi ile bozguna uğratıyor okuyucularını…Böyle bir amacı yok elbette, ama onu okumak ve anlamaya çalışmak, deliliğin kapısında durmak gibi…Ne o dalgınlığının dışına çıkıyor ne de bizim çıkmamıza izin veriyor. Kendi halindeliğini,  “ Dünyadan şikayetçi değilim.   Evren adına bir itirazım da yok. “Diyerek anlatıyor ve noktayı koyuyor.  Kitabın bel kemiğini kendi ile olan yapayalnız sohbeti olarak ifade ediyor. Aslında büyük bir ustalıkla bizi çemberinin içine alıyor. O bizi istemiyor fakat ben sohbetinin başından sonuna koca ellerimle sarılıyorum kitaba. Yazarak düş kurabilen ama düş kurmayı alçakça bir özgürlük olarak gördüğü için düşlere sırt çeviren cesur biri, benden çok önce geçip gitmiş bu dünyadan… —— Kelimelerin şahsiyet kazanmış haline en şaşkın bakışlarımla seyirci oluyorum. En saygılı okur oluyorum. Benim hissettiğim duygunun aynısını siz de hissedin diye hiç bir sözümü eğip bükme niyetinde değilim. Kısa ve net bir cümle şu an benim hissettiklerim, doğru kelime nefret, “ her şeyden nefret ediyorum.” Çünkü, dünya gerçekliğini yitirmiş bir bataklık sanki, insanların gözlerinin taa en derininde o çirkinleşmiş ruhlarının yansımasını görebiliyorum. Bu şahsiyetli kelimeler beni alıp bu bataklığın izleyicisi yapıyor. Sonra isteksiz bir iç yolculuğa çıkıyorum. Çamura batmış bir gecenin hangi sokağından geçsem karanlık bir sapakta buluyorum kendimi, cehennemin sınırları çoktan çizilmiş buralarda. Hangi yöne dönsem bir tükürük gibi yapışıyorum kirli caddelere, hiç yadırgamadan kabul ediyorlar beni tekinsiz ve çıkmaz sokaklar…Çıkış yok der gibi nüfuslarına geçiriyorlar. Hiç tedirgin değilim. Hatta yıllardır ilk defa sığınağımı  bulmuş kadar savunmasız ve paltosuz yayılıyorum olduğum yere, içimi sızlatan bu soğuktan asla şikayetçi değilim. Donsun istiyorum içim. Hislerim kaskatı kesilsin. Aklımdan hiç bir şey geçemeyecek kadar buz tutsun kafam. Gölgemi görmeye bile tahammül edemediğimden olsa gerek karanlığın en koyusunu bulmanın rahatlığı ile yaslanıyorum taş duvarlara…Yaşadığım bu sürgün saatlerin en özgürü bendim aslında. Acınası görebilirdi başkaları, başkaları çoktular. Ama bir o kadar da yoktular.  —— Kimsesizim. Ama içim çok kalabalık. Ellerimden kayıp giden kitap değil sanki düşüncelerim. Benimle köşe kapmaca oynuyor gibi kelimeler. Son bir gayretle gülümsüyorum sonbahara, kışın gelişine aldırmıyorum. Sanki uzun bir kış olsada yazar ile olan muhabbetim ya da köşe kapmaca oyunum devam etse. Sanki yaz gelse bitecek bu misafirlik. Sanki bir şeylerin büyüsü bozulacak. Beni esir aldığı bu tutsaklıktan asla şikayetçi değilim. Bir tavan arasına beraber atılmış iki eski eşyadan başka bir şey değildik belki de…Eskimiş ahşap kokusu, sararmış kitap sayfaları ve ben.  Hey! Sayın Pessoa:  Sana bunları yazarken  bir bıçağın sırtını kullanıyorum  Öfkelerimle  acıtırken kağıdın canını Keskin tarafı oturdu parmak uçlarıma  Öfkeme kan bulaştı  Ayaküstü bir vedadan hakkım olanı almadan affetmem seni… —— “Ölüm, hayatın zaferidir”  F. Pessoa (586-591) arasındaki sayfalarda artık her şeyin sonu gelmiştir. Ölümü, ruhunun bütün ağırlığının hatırını araya koyarak kapısına kadar getirtir. Ve ölüme ölümü öyle bir övdürtür ki, en vazgeçilmeyen baş misafirimiz yapar. Ve okudukça ölüme az kalır insan…Kaleminin ustalık mertebesini  bir dar ağacının ucunda sallandırır adeta.  (582)  DÜŞÜNCE ve HÜZÜN MANZARASI ; BU KİTAP TIPKI ZAMAN KADAR SENİN OLSUN VE SAHTE KRAL KIYAFETLERİ GİYMİŞ ZAMANDA DA, SENDE DE BÜTÜN ZAMANLARI AŞSIN.              *FERNANDO PESSOA * “İnsanlarla yarenlik etmek benim için bir azap.” Demiştin ya hani 627. Sayfanın, birinci paragrafın da…Yazdığın her kelimenin altını kazıyarak senin ruhuna azap verdim ise affet PESSOA. Ama ruhunun ruhuma ettiği yarenlikte bende hatırı sayılır bir azap çektim. Bir ödeşme şeklin midir bu bilmiyorum. Ama her ne ise başardınız efendim.  Şimdi artık ben de senin gibi uzunca kendimi dinleyeceğim. Bir cenaze marşı eşliğinde kitabımın son sayfasını okuduktan sonra elbette… —- ( Ama biliniz ki; artık bu kitap hep hayatınız da olacak)                   Sonay KARASU 
·
1 artı 1'leme
·
169 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.