Gönderi

132 syf.
9/10 puan verdi
·
Read in 7 days
Roman derinliğinde bir öyküye ithaf…
#atlarıuçurumasürmek 1. öykü #tatkaçıran Yazacaklarım metin yazarını bağlamaz elbette, metinden hareketle şahsi çıkarımlarımdır. Öncelikle metnin üslubu kapalı ve yer yer bilinç akışına yakın bir düzlemde ilerliyor. İç monolog ile de şekillenen ara kısımlarda ana hikâye sezdirilmeye çalışılıyor. Bu da okuru dikkatli olmaya, bulmaca çözmeye davet ediyor. Kitabın bu açılış öyküsü belki de eserin en yoğun, en “EminGürdamurca” metni. Öykünün temel hareket noktası “ayrılık acısı, yaşama sancısı” olarak işleniyor ve bu acı bir taraftan “arabesk” şekilde insani bir tonda ele alınırken alt metin olarak da bir “varoluş” teması derinden işlenmektedir. Bu nedenle anlatıcımız öykünün iki boyutunu da ayrı ayrı sezdiriyor okura. İlk sezdirme ithaf bölümünde kullanılan “Göğe…” ifadesidir. Burada gök hem bir varlık olarak ele alınıyor ve ileride yetimhane metaforunda kullanılacak bir muşamba gibi dünyayı sarıyor hem de “Allah”ı çağrıştırarak ona ve varoluşa bir seslenme bir yakarış olarak kullanılıyor. Girişteki paragraflarda kullanılan “epik” dilde anlatıcı, içinde kopan fırtınaları destansı şekilde ifade ediyor ve iç sesindeki acının büyüklüğünü okura hissettiriyor. “Sen şimdi burada böyle oturuyorsun ya, insanın ve tarihin bütün boşlukları çıra kokusuyla doluyor.” “Ortaçağın bütün uğursuz kaleleri yüzüne devrilmiş.” Tenha gecelerde Allah’la konuşmak için sebepsiz uyanan kuşlar misali anlatıcımız. “…gelip ciğerimize oturan firak…” Ayrılık, ayrılık, ayrılık… Derin bir ayrılık sancısı her satıra işliyor. Bu ayrılığa sebep olan kişinin “kuş olup gitmesi ve kösnül bir bakışa sebep olması” onun karşı cins olma ihtimalini güçlendiriyor. (Görünürde) Ve giden kişinin “ölümü” devam eden satırlarda epey hissettiriliyor. “Hiç kapanmayacak bir mesafe, fanilikle dolu ufkun kıştan kalma bir çift patiği kaldırır gibi -ebedi bir dikkatle- boşluğa konulmuş olması” şeklinde duyulan iç ses bize bu ayrılık sebebinin “ölüm” olduğunu gösteriyor. Anlatıcı, giden kişiye “dünyanın bu kadar büyük bir yetimhane olduğunu keşke benden önce anlamamış olsaydın” diyor. Ve sonra eşsiz hayaller kuruyor birlikte ölmeye dair. “Çöllerden, Sibirya’dan, mısralardan, kaygan cesetlerin üzerinden geçme” hayalleri… “Sarıkların altına iki harlı göz, kimsesizlere kanat, huzur içinde ölenlere mancınık” gibi mezar taşlarına hınzırca çizimler yapma hayali kuran anlatıcı bir yandan “Göğe” de kafa tutuyor gibidir. Öyleyse böyle… Daha sonra bir sorgulamaya giriyor anlatıcı. Sevdiği kişiyle aynı yetimhaneyi yani dünyayı paylaştığı için aslında kardeş olduğunu da düşünüyor. (Görünürde) Bütün sevgililer bir anlamda kardeştirler de ona göre. Derken kendi geçmişine dair birkaç bilgi veriyor. Anlatıcımız bir değirmencinin yanında isteksizce çalışıyor çocukken. Köye dönme hayalleri boğazı kesilen horoz misali elinden alınmış bir çocuk resmediyor. Burayı sel basıp da değirmenci de ölünce yatılı kursa gidiyor. Burası basit bir özgeçmiş gibi görünse de aslında bilinçli dokunuşlarla örülmüş gibi duran bir alt metin göze çarpıyor. Değirmen motifi edebiyatta ve özellikle de masallarda sıklıkla kullanılır. Onun döne döne öğütme ve maddeyi özüne çevirme işlevi edebiyat anlamında oldukça etkileyicidir. Dünyaya ve hatta dönüp duran kainata benzer değirmenler. Dönerken de canlıları ve bilhassa biz insanları öğütürler. Ezildikçe içimizi, özümüzü bulur ve diğer parçalarla da bu minvalde bütün oluruz. Bir buğday tanesi diğerine ancak ezilerek karışabilir. Hayat gibi, hepimiz gibi. Anlatıcının bu geçmişi bize bir anlamda onun iç dünyasını da yansıtır. Orada geçirdiği zamanlarda ezilmiş ve birçok şeyi sorgulamıştır. Gerçek anlamda değirmencinin yanında çalışan bir köy çocuğu izlenimi yaratılırken bir yandan da sembolik ve felsefi bir metin yaratılır. Aslolan ikincisidir. Burada değirmencinin tavırları da özenle anlatılmıştır. Herkes sabaha kadar sıra beklerken o kenara çekilir ve takkesini gözlerine örterek dinlenir. (Gök ve yer bütün ögeleriyle tamamlandı. Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi.) / Yaratılış 2:1 Gözleriyle her şeyi okur. Değirmenci bir anlamda İlah gibi resmedilir. Kadere yön veren kişidir. Üstelik 3 tane kitabı vardır. Kutsal kitaplara gönderme yapılır burada. Değirmenci onları gözleriyle okur. Anlatıcı bir anlamda çocukken eleğinden geçtiği sembolik bir değirmenciye gönderme yapar. İnanç boyutundaki sorgulamalarında onun etkisine değinir. Öykünün belki de en önemli cümlelerinden biri burada kuruluyor. “Madem geri dönmenin imkânı yok, madem yılkılar aklımızı çelemeyecek…” Burada artık zorunlu olarak hayatta olmanın, nefes alma şartının ağırlığına vurgu yapılarak çekilen “varoluş sancısı” göz önüne seriliyor. “Kendini tekrarlayan yetimhane kapısı” ile yaşamanın anlamsız bir tekrarlar yumağı oluşuna, “kadınların başına un yağması” detayıyla da hepimizin bir değirmenin içinde öğütülüyor oluşumuza gönderme yapılıyor. Ve bu değirmen, anlatıcıyı ana rahmi gibi bir kordonla kendine bağlayan bir güce sahip. ‘Burası dünya ya hu, burası bu kadar işte!’ Anlatıcı, yaşadığı ayrılıktan ve çektiği acıdan sonra aslında “atları uçuruma sürmek” gibi bir çözümü olduğunu düşünüyor. Bu metafor farklı şekillerde yorumlanabilir. İntihar, Allah’a isyan vb. Ancak diyor yine çaresizce… Bunları yapsak da yine bu yetimhanenin tavanında bir gedik açamayız. Yaşamaya mecburuz! Ki zaten dünyayı da bir yetimhaneden seyrediyoruz. Kendi içimizden. Hapsolduğumuz o asıl değirmenden. Çıkış yok. İsyan boşuna. Ölüm kaçış değil… Sonsuz alkış Tanrı’m, sonsuz alkış. … Bizi bu hâle düşüren tesadüfleri yazan kimse, hesabı da o ödesin. Biz ayrı düştüğümüzle dertleştik. Nefsimizi masaya yatırdık. Defteri dürdük. Kalıyoruz. Buradayız. Acılarla yoğurulsak da hesabı ödemiyoruz! Ey değirmenci, çevir çarkı, bir yere gitmiyoruz. Son not: Buradaki ayrılık acısına sebep olan dişil karakterin anlatıcının vicdan muhasebesi yaptığı ve geçmiş duygularını temsil eden sembolik bir varlık olma ihtimali metnin ana izleğidir. Geçmişini öldüren veya onunla yüzleşen bir insanın geçmişindeki kendisiyle dertleşmesi ve Allah’a sitemli bir isyanı olarak da yorumlar geliştirilebilir. Neden varız? Neden dönüyor bu değirmen? Minik postmodern bir ek detay: “Demek senin de o değirmenci gibi kitapların var.” Bu cümlede Emin Gürdamur kendisine gönderme yapmış ve metnin içinden anlatıcı aracılığıyla bize el sallamıştır. Bir yandan da “yazma ediminin” tanrısal bir süreç olduğunu tatlı tatlı sezdirmiştir.
Atları Uçuruma Sürmek
Atları Uçuruma SürmekEmin Gürdamur · Hece Yayınları · 2021206 okunma
·
2 plus 1
·
813 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.