Gönderi

( Dişilliğin Farklı Yüzleri ) _Atalardan gelen kalıtsal özellikler olan Arketipler, ruhun rehberleri, bilinçdışının kişileşmeleridir. Onları göremeyenler, onların ellerine düşmüştür. Bilinç, arketiplerle büyülenir ve sanki hipnotize olmuş gibi esir tutulur. Erkeksi Animus, babadan kalma Logos’a karşılık gelirken, Kadınsı Anima da anneden kalma Eros’a karşılık gelir. Anima/animus ilişkisi daima “düşmanlık” doludur. Erkeği saran “düşmanlık” bulutu öncelikle duygusallık ve kızgınlıktan oluşurken kadında bu, sabit fikirler, açıklamalar, kinayeler, yanlış anlamalar biçiminde ortaya çıkar. Anima-Animus, bilinç ve bilinçdışı arasında arabuluculardır. Tıpkı animanın bütünleşme sayesinde bilincin Eros’u olması gibi animus da bir Logos olur. Ayrıca anima erkeğin bilincine ilişki ve ilişkinlik kazandırdığı gibi, animus da kadın bilincine muhakeme, düşünüp tartma ve kendini tanıma yeteneği sağlar. Animus “ruh” dediğimiz özellikle felsefi ve dinsel fikirleri ve onlardan kaynaklı davranışı ifade eder. _Anima ve animus arketipleri, birlikte ilahi bir çift oluştururlar. Sürekli değişen görünümüyle daha çok Hermes’e benzeyen Logos’un doğasına uygun olarak biri nous ile nitelendirilirken diğeri Eros’un doğasına göre Aphrodite, Helene (Selene), Persephone ve Hecate niteliklerini taşır. Her ikisi de bilinçdışı güçlerdir. Aslında antik dünyanın oldukça haklı bir şekilde, olmalarını düşündükleri “tanrılar”dır. Onlara bu isimle hitap etmek, kabul edilmeleri ister bilinçli ister bilinçsiz olsun, daima bulundukları psikolojik değerler ölçeğinde merkez konumu vermektir. Çünkü onların güçleri, bilinçdışı kaldıkları dereceye oranla gelişir. _Anima ve animusun tüm içeriği yansıtılmaz. Bunların pek çoğu, rüyalar ve benzerlerinde kendiliğinden olarak belirir ve etkin imgelem yoluyla bilinçli hale gelebilir. _Kişisel bilinçdışının içeriği, bireyin yaşamı boyunca edinilirken, kolektif bilinçdışının içeriği, başlangıçtan beri değişmeden mevcut olan arketiplerdir. Ben üzerinde en yıkıcı ve sık etkiye sahip olan arketipler; gölge, anima ve animustur. Bunların en erişilebileni gölgedir çünkü doğasının büyük kısmı kişisel bilinçdışı içeriğinden gelmektedir. _Duygu, bireyin bir etkinliği değildir ancak başa gelen bir şeydir. Duygulanım, uyumun en zayıf olduğu yerden ortaya çıkar ve aynı zamanda bu uyumun zayıflığının yani belirli bir derece aşağılığın ve kişiliğin daha alt düzeydeki varlığının nedenini ortaya çıkarır. Bu kontrol dışı ya da zar zor kontrol edilen duygularla alt düzeydeki kişi neredeyse bir ilkel gibi davranmaktadır ki o sadece pasif bir duygulanım kurbanı değildir, aynı zamanda tekil olarak da ahlaki hükümde yetersizdir. _Kendi ve başkalarının yaşamlarını pervasızca berbat eden bir adamın, tüm trajedinin kendisinden kaynaklandığını ama bunu sürekli olarak nasıl beslediğini ve sürdürdüğünü anlamada aciz kaldığını görmek gerçekten trajiktir. O, gittikçe daha da uzaklaştığı ve bilincinde olduğu güvenilmez dünyaya tabi ki bilinçsizce hayıflanmakla ve onu lanetlemekle meşguldür. Daha doğrusu dünyasını saklayacak yanılsamalar tasarlayan, bu bilinçdışı faktördür ve sonunda tasarlanmış olan şey onu tamamen sarmalayacak bir kozadır. _Doğa tutucudur ve akışının değişmesine kolaylıkla izin vermez. Anima ve animusun gezindiği özel alanların dokunulmazlığını en sert biçimde savunur. _Uygarlaşma arttıkça insan daha bilinçli ve daha karmaşık hale gelir, içgüdüleri izleme kabiliyeti azalır. Düşünceler, inanışlar, teoriler ve kolektif eğilimler, içgüdülerin yerine geçer ve farkındalığı olan zihnin tüm sapmalarına arka çıkarlar. Dolayısıyla bilinçdışının arketiplerini, kaçak imgelerin hızlı hayal oyunları olarak değil sürekli, özerk faktörler olarak resmetmek önemlidir ki zaten gerçekte öyledirler. _Bir kişinin davranışlarındaki kusuru görmesini sağlamak için “söylem” den daha fazlası gereklidir. Buna karşın burada kaçınılmaz bir yanlış anlama mevcuttur ve normal koşullar altında sonsuza dek anlaşılmaz kalır. Bu, daha çok ortalama düzeyde sorumlu bir vatandaşın kendisini suçlu olarak tanımlamasını beklemeye benzer. _Her zafer, gelecekteki yenilginin çekirdeğini içerir. _Eski dünyanın metafiziğini her diriltme girişimini daha embriyodayken yok eden bir başka doktrin de Kant’ın kategorileridir. Bununla beraber bu doktrin Platoncu ruhun yeniden doğmasına da yol açmıştır. İnsan aklını aşan metafiziğin olamayacağı ne kadar doğru ise, halihazırda kavranmamış ve idrak kabiliyetinin a priori yapısıyla sınırlanmamış deney bilgisinin olamayacağı da en az onun kadar doğrudur. _Genellemelerle ilgili yüz yıldır süregelen uyuşmazlık sonunda, nominalist bakış açısı gerçeklik üzerinde baskın gelmiş ve İdea, sade bir uçan söz içerisinde buharlaşmıştır. Bu değişim - aynı zamanda neden olduğu - deneyciliğin çarpıcı yükselişini beraberinde getirmiştir. Bu andan sonra İdea artık a priori değil, ikincildi ve türetilmişti. _Artık şu ya da bu şeyin görülmesi, duyulması, tutulması, tartılması, sayılması, düşünülmesi ve mantıklı bulunmasını sorgulamıyoruz. Bunun yerine “Kim gördü, duydu ya da düşündü?” diyoruz. _Arketip Üzerine_ _Büyük Ana kavramı, ana tanrıça tipini ele alır. Simge, açık şekilde anne arketipin bir türevidir. _Modern bir terim olmadığı anlaşılan “arketip” kavramı, Aziz Augustine döneminden önce de kullanılmıştı ve Platoncu yaklaşım içerisinde “idea” ile eşanlamlıydı. Tanrıyı “arketip ışık” biçiminde tanımlarken onun tüm ışıklara veya “ışık” fenomenine üst ve öncü olma niteliği taşıyan bir prototip olduğu düşüncesini ortaya koymaktadır. _Ben bir filozof olsaydım bu Platoncu çizgide kalmaya devam eder ve şunu söylerdim: “Göklerin ötesinde bir yerde” genel anlamda “annelik”in de mevcut olduğu tüm fenomenler içerisinde öncü ve üstün nitelikli prototip ve ilkel bir anne imgesi vardır. Fakat ben filozof değil bir deneyciyim. Düşünsel problemlere olan kişisel tutumumu ve yaklaşımımı evrensellik açısından geçerli göremiyorum. _Platon gibi düşünen bir kişi, doğrulanamayan iman ve batıl inanç alanına hapsedilen ya da cömertçe şaire terk edilen İdeanın özünü, “gökler-üstü” diğer bir deyişle metafizik biçimiyle algılama anakronizminin bedelini ödemek zorundadır. _Yeni nominalizm mizaçla ilintili, belirli ve sınırlı bir teze dayalı olmasına rağmen çok geçmeden kendisi için evrensel geçerlilik iddiasında bulundu. Bu tez şu şekildedir: dışardan gelen ve kanıtlanabilir her şey geçerlidir. İdeal olan deneyle doğrulamaktır. Antitez ise şöyledir; içerden gelen ve kanıtlanabilir olmayan her şey geçerlidir. Bu durumdaki çaresizlik açıktır. Aristotelesçi akılcılık ile beraber maddeyle ilgilenen Yunan doğa felsefesi, Platon üzerinde gecikmiş fakat ezici bir zafere ulaşmıştı. _Minimal süreçlerin gözleminde ve ölçümündeki “kişisel önyargı” ile başlayan bu eleştirel tutum, öncesi olmayan deneysel psikolojinin oluşumuna kadar uzanır. _Sadece filozofların değil kendimizin de felsefe alanındaki tercihleri ve “en iyi” hakikaderimiz olarak ifade ettiklerimiz; tehlikeli bir özelliği olmasa bile, kişisel bir önermenin kabulünden etkilenmektedir. Haykırıyoruz; tüm yaratıcı özgürlüğümüz elimizden alınıyor! Yani? Bir insanın sadece kendi olduğu şeyi düşünmesi, konuşması ya da davranması mümkün olabilir mi? _Kalıtım ve Psişe_ _İnsani nitelik, kalıtımsaldır ve zaten irsiyet plazmasında mevcuttur. Bunun kalıtsal değil de yeni doğmuş her çocuğun varoluşunda yeniden belirdiği düşüncesi, sanki sabah doğan güneşin önceki akşam batan güneşten farklı olduğu saçma ilkel inanışı kadar mantıksızdır. _Her hayvan gibi insan da kendi türüne uygunluk gösteren ve yakından incelendiğinde aile geçmişine kadar izlenebilir nitelikleri açığa vuran önden biçimlenmiş bir psişeye sahiptir. Konu doğal yatkınlık olunca, canlılar arasında köklü bir farkın olmadığı hipotezinden başlamak zorundayız. _İnsan etkinliklerinde a priori yani doğuştan gelen ve psişenin bilinçöncesi ve bilinçdışı bireysel yapısına ait bir faktör vardır. Bilinçöncesi psişe - örneğin yeni doğan bir bebek - uygun koşullar altında pratikte her şeyin yerleştirilebildiği boş bir kase değildir. Aksine son derece karmaşık ve doğrudan göremediğimizden dolayı bize belirsiz görünen net bir bireysel olguyu tarif eder. Fakat psişik yaşamın ilk görülebilir belirtilerinin ortaya çıkmaya başladığı anda, bu belirtilerin bireysel karakterini yani arkasındaki özgün kişiliği fark etmemek için kör olmak gerekir. Ayrıca tüm nesiller boyunca geriye doğru izlenebilir yetenek ve kabiliyetleri de kalıtımla açıklarız. Ebeveynlerini asla görmeyen hayvanlarda ebeveynleri tarafından öğretilmesi mümkün olmayan karmaşık içgüdüsel eylemlerin yeniden ortaya çıkmasını da aynı şekilde açıklıyoruz. _Fantezi ürünlerinde ilk imgeler görünür hale gelir ve burada arketip kavramı kendisi için özel bir faaliyet alanı bulur. Bu gerçeğe dikkat çekenin ilk ben olduğumu iddia etmiyorum. Bu onur Platon’a aittir. _Bilinçdışı seviyede olmasına rağmen etkin, düşüncelerimizi, duygularımızı ve eylemlerimizi önceden biçimlendiren ve onlara sürekli olarak etki eden canlı eğilimlerin, Platoncu düşüncedeki idealar gibi, her psişe formunda mevcut olduğudur. _Arketiplerin içerikleri üzerinden değil sadece biçimsel olarak ve dahası sınırlı şekilde belirlendiğine bir kez daha dikkat çekmek gerekmektedir. Onun biçimi, kendisinde hiçbir malzeme varlığı olmamasına rağmen sanki katılaşmadan sonra kalan sıvıdaki kristal yapıyı önceden şekillendiren bir kristal eksen sistemi ile karşılaştırılabilir. İki kristalin yüzeylerinin farklı boyudarda olması ya da bütünleşmesiyle sınırsız çeşitlilik gösterebilir. _Gölge_ _Gölge, tüm ben-kişiliği ile mücadele eden ahlaki bir problemdir çünkü hiç kimse yeterince ahlaki çaba göstermeden gölgenin bilincinde olamaz. Onun bilincinde olmak, mevcut ve gerçek olarak kişiliğin karanlık yönlerini fark etmeyi gerektirir. Bu eylem bir tür kendini tanıma için gerekli koşuldur. _Karanlık nitelikleri - yani gölgeyi oluşturan aşağılıkları - daha yakından incelemek, onların bir tür özerk duygusal bir doğaya sahip oldukları ve buna göre de saplantılı ya da sahiplenici bir nitelik barındırdıklarını ortaya çıkarır. _Gölge, kişisel bilinçdışına ilk aşamaya işaret eder ve bu olmadan anima ve animusu tanımanın imkansız olduğunu vurgulamak isterim. Gölge sadece partnerle bir ilişki aracılığıyla, anima/animus ise karşı cinsiyetten bir partnerle ilişkide fark edilir çünkü sadece bu tür bir ilişkide yansıtmalar işlevsel hale gelir. Erkekte animanın tanınması bir üçleme meydana getirir. Üçlemenin bir unsuru aşkındır: Eril özne, karşıt dişil özne ve aşkın anima. Erkekte üçlemeyi dörtlemeye çevirecek kayıp dördüncü unsur burada ele almadığımız İhtiyar Bilge Adam, ve kadında da Yeraltı Ana arketipleridir. Bu dört unsur, yarısı içkin yarısı da aşkın olan, benim quatemio evliliği adını verdiğim arketip dörtlemeyi oluşturur. _Yansıtma_ _Yansıtmayı gerçekleştiren bilinçdışıdır. Bundan dolayı kişi, yansıtmalarla karşılaşır, onları meydana getirmez. Yansıtmanın etkisi, özneyi çevresinden izole etmesidir çünkü çevreyle gerçek bir ilişki yerine o an sadece hayali bir ilişki vardır. Yansıtmalar, dünyayı bir kişinin kendi bilinmeyen yüzünün replikasma dönüştürür. Ortaya çıkan tamamlanmamışlık hissi ve kötü kısırlık duygusu, yansıtma açısından çevrenin kötülüğü olarak açıklanmaktadır ve bu kısır döngü sayesinde tecrit pekiştirilir. Özne ve çevre arasında yansıtmalar sıkıştıkça, yanılsamaları nedeniyle Ben’i görmek zorlaşacaktır. _Yansıtmaların, gölgenin dünyasına yani kişiliğin olumsuz tarafına ait olduğu varsayılabilir. Artık yansıtmaların kaynağı öznenin daima aynı cinsiyetten olduğu gölge değil karşıcins bir figürdür. Burada, iki mütekabil arketip olan kadında animus ve erkekte anima ile karşılaşırız. _Gölge görülebilir ve kolaylıkla fark edilebilirken, anima ve animus bilinçten daha da uzaktadır ve gerçekleşse bile normal koşullarda nadir görülür. _Bir insanın doğasındaki görece kötülüğü fark etmesi olasılık sınırları içerisindedir. Gerçek kötülüğün yüzüne bakmak hem nadir hem de yıkıcı bir deneyimdir. _Yansıtma ancak, erkek çocuğun kendi psişe dünyasında sadece anne değil aynı zamanda kız çocuk, kız kardeş, sevgili, gök tanrıça ve yer altı dünyasından Baubo’nun da olabileceğini fark ettiğinde çözülebilir. _Yansıtma üreten faktör animadır, daha doğrusu anima tarafından temsil edildiği şekliyle bilinçdışıdır. O, rüyalar, görüler ve fantezilerde ne zaman belirirse belirsin kişileşmiş biçimi benimser. _Annenin, erkek çocuk için yansıtma-üreten faktörün ilk taşıyıcısı olması gibi baba da kız çocuk için ilk taşıyıcıdır. _Anima-Animus - Zıt eşler_ _Kuşatıcı, kucaklayıcı ve yiyip bitirici unsur açık bir şekilde anneyi işaret eder yani erkek evladın gerçek annesiyle olan bağına, imgesine, onun için anne olacak kadına. Onun Eros’u bir çocuğunki gibi pasiftir. Yakalanmayı, yutulmayı, kuşatılmayı ve yiyip bitirilmeyi arzular. Sanki annesinin korumacı, besleyici, hayranlık uyandıran ortamını arar. _Bu durum dramatize edilirse ki bilinçdışı genelde dramatize eder, önünüze psikolojik düzeyde geçmişe yönelik yaşayan, çocukluğunu ve annesini arayan, kendi anlayışını inkar eden zalim bir dünyadan kaçan bir adam ortaya çıkar. _Erkek çocuk, yeryüzünü kucaklama ve dünyadaki topraktan verim sağlama arzusu vardır. Fakat o, bir dizi düzensiz başlangıçtan daha fazlasını yapamaz, dayanma gücünün yanı sıra girişkenliği, dünyanın ve mutluluğun annesinden gelen bir hediye olarak alındığı gizli anısıyla sakatlanır. Dünya kesiti, onun kucağına düşmez, onunla uzlaşmaz ve direnmeyi sürdürür. Fethedilmelidir ve sadece güce boyun eğer. Tüm varlığını teraziye koyduğunda bu, bir erkeğin erilliği, gayreti özellikle cesareti ve kararlılığı üzerinde baskı yaratır. Bu nedenle annesini unutmaya ve yaşamının ilk aşkını terk etme acısına katlanabilen sadakatsiz bir Eros’a ihtiyaç duyacaktır. Anne, ahlaki bozulmadan onu korumak amacıyla ona dikkatli bir şekilde bağlılık, özveri ve sadakat erdemleri aşılamıştır. Doğal olarak annede derin bir kaygıya neden olur (örneğin annenin daha çok sevinmesi için oğlunun eşcinsel olduğu ortaya çıktığında) ve aynı zamanda olumlu şekilde mitolojik olan bilinçdışı bir tatmin ortaya çıkarır. Çünkü aralarında gizli anne-çocuk evlilik arketipi mevcuttur. _Bu tehlikeli Kadın imgesi, erkeğe aittir. Bazen erkeğin feragat etmek zorunda kaldığı yaşam ilgilerine kadın bağlılık gösterir; o, hayal kırıklığı ile sonuçlanan riskler, çabalar, fedakarlıklar için en çok ihtiyaç duyulan ödünleyicidir, yaşamın tüm karamsarlığına tesellidir. _Anima, erkekte bulunan bir arketip olduğundan kadında da eşdeğer bir arketip olması gerektiğini varsaymak mantıklıdır. Nasıl ki bir erkek dişil bir unsurla ödünlenmişse kadın da eril bir unsurla ödünlenmiştir. Kadında yansıtma-üreten unsura zihin ya da ruh anlamına gelen animus adını verdim. _Kadın, eril unsur ile ödünlenmiştir ve bu nedenle ondaki bilinçdışı adeta eril bir etkiye sahiptir. Bu, erkek ve kadın arasındaki dikkat çekici psikolojik farklılığı doğurur. Erkeklerde ilişki işlevi olarak Eros, Logos’tan daha az gelişmiştir. Diğer yandan kadınlarda Logos genelde üzücü bir tesadüf iken Eros sadece gerçek doğalarının bir ifadesidir. Erkekler, anima hakimiyetindeyken dolayısıyla kendi animaları animuslarına dönüşmüşken oldukça kadınsı bir şekilde münakaşa edebilirler. Erkek, sanki meydanı terk edip mücadeleye ikinci bir kadın sürdüğünde (örneğin karısı hararetli bir savaş atı değilse) bu dramatik durumun hızla sıradan ve sıkıcı bir sona varacağının farkında değildir. Bu, erkek için nadir ya da asla olmayacak bir düşüncedir, çünkü hiçbir erkek kendi animasının kurbanı olmadan bir animusla beş dakika bile konuşamaz. _Anima ve animus karşılaştıklarında animus güç kılıcını çeker. Anima, yanıltma ve cazibe zehrini ortaya çıkarır. İkisinin de aşık olması eşit derecede olası olduğundan (özellikle ilk bakışta aşk durumu) sonuç her zaman olumsuz olmayabilir. Aşkın dili şaşırtıcı derecede tek düzedir. Birbrleriyle en bireysel biçimde ilgili oldukları yanılsamanın içerisinde yaşarlar. _Erkek gibi kadın da tanıdık kötü ruhu tarafından bir yanılsama örtüsüne sarılır ve tıpkı babayı tek anlayan kişinin kızı olması gibi (ki baba her şeyde ebediyen haklıdır), ruhunun çobanı animus onu oflayacağı koyun diyarına nakleder. _Ben, çok sık olarak belirsiz bir ahlaki mağlubiyet duygusu deneyimler ve sonra da daha savunmacı, küstah ve daha kendini beğenmiş şekilde davranır. Böylelikle aşağılık duygusunu arttıran bir kısır döngü oluşur. O nedenle dip nokta, insan ilişkisinin yıkılmasıdır çünkü, megalomani gibi, bir aşağılık duygusu da karşılıklı kabullenmeyi imkansız hale getirir ki bu olmadan ilişki de olmaz. _Çocuk, babasını eleştirdiği ya da övdüğü her anda kendisine bilinçsiz bir şekilde karşılık verir. Böylelikle insanların devamlı kendilerini kötülediği ya da fazla övdüğü psişik sonuçlar ortaya çıkar. _Megaralı Eubulides’ten çıkan yanılgı şöyledir: “Babanı tanıyabilir misin?” Evet. “Bu peçeli kişiyi tanıyabilir misin?” Hayır. “Bu peçeli kişi senin baban. Dolayısıyla babanı tanıyabilirsin ve onu tanıyamazsın”. _X, Eros’u zayıf şekilde geliştirmişse ya babasıyla olan yetersiz ilişkiye kayıtsız kalacak ya da davranışlarının X’in elindeki resme asla uymayan babasının genel tutarsızlığı ve anlaşılmazlığından rahatsız olacaktır. Bu nedenle X, incinmiş, yanlış anlaşılmış ve hatta ihanete uğramış hissetmekte kendini haklı görür. _Kendini tanımadaki bu yükseliş günümüzde hala nadirdir ve genelde en iyi ihtimalle peşinen nevrozla bir bedel ödetir. _Kolektif bilinçdışının özerkliği, kendini anima ve animus figürlerinde ifade eder. Bunlar, yansıtmadan geri çekildiğinde, bilinçdışının bilinçle bütünleşebilen içeriğini kişileştirir. Bu oranda her iki figür de farkındalığı olan zihin aracılığıyla kolektif bilinçdışının içeriğini filtreleyen işlevler ortaya koyar. Bilinç ve bilinçdışı eğilimlerinin sadece fazla sapmaması koşuluyla kendileri gibi belirir ya da davranır. Gerilim artarsa o ana dek zararsız olan bu işlevler, kişileşmiş biçimde farkındalığı olan zihin ile karşılaşır ve kişilikten ayrılmış sistemler ya da ayrı ruhlar gibi hareket eder. Bu karşılaştırma, ben-kişiliğine ait herhangi bir şey ondan ayrılmadığı sürece yetersizdir. Buna rağmen iki figür de rahatsız edici bir bütünleşme ortaya koyar. Anima ve animusun etkileri bilinçli yapılabilmelerine rağmen onlar, bilinci aşan, algı ve iradenin ötesine geçen faktörlerdir. Bundan dolayı içeriklerinin bütünleşmesine rağmen özerk kalırlar, böylelikle sürekli akılda tutulacaklardır. _Kadına Tapmak_ … _Ödünleme _Semptomatoloji _Savsaklamak _Son tahlilde _Replika _Psikoterapötik _Anakronizm _Nominalist bakış açısı ___
·
209 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.