Gönderi

_Bir yere ait olma isteği aslında özgürlükten kaçıştır. İnsanlar aniden özgürleştiğinde derhal yeniden kendilerini esir edecek liderler seçerler. İnsanoğlu özgürce kararlar vermek istemez. Sürüye tabi olmayı, bir yerlere sığınmayı tercih eder. Özgürlüğün sorumluluğunu cesaret ister. Diğerlerine benzemez ise çevresine uyum sağlayamayacak ve yalnızlık, toplumdan kopuş, dışlanma gerçekleşecektir. Bütün bunları göze alıp kendiniz olabilmeniz oldukça zordur. Bu mekanizma, bazı hayvanların kendilerini korumak üzere renk değiştirmesiyle kıyaslanabilir. Kendi bireysel benliğinden vazgeçen ve neredeyse bir robot haline gelen kişi, çevresindeki milyonlarca diğer robotla aynı olur ve artık kendini yalnız hissetmez, kaygı duymaz. Ama ödediği bedel yüksektir; kendi benliğini yitirmiştir _Demokrasinin geleceği, bireyselliğin gerçekleştirilmesine bağlıdır. Demokrasi, bireyin eksiksiz gelişmesi için gerekli ekonomik, siyasal ve kültürel koşullan yaratır. Faşizmse, hangi ad altında olursa olsun, bireyi, kendisinin dışındaki amaçlara boyun eğmek durumunda bırakır. _Özgüven, başkalarının biçtiği değerdir. _Eleştirel düşünme yetisini felce uğratmanın yolu: Önce ağır bir kaza haberi verilip insan şoka uğratılır, ardından bir mankenin kıyafetleri eleştirilir, ardından bir gemi kazası ve bir kızın yemek yapması… İnsan zihni felce uğratılır. Yapboz parçalarının arasında kendini kaybeder. Olan bitene karşı tutumumuz, sığ, kayıtsız bir niteliğe bürünür. _Akılcı etkinliğe mantıkla gidilir. Nevrozlu etkinlikte hayali bir dünyada çare aranır. _İktidarın zevkini liderler çıkarırken halk da bu güce tapınmanın sadistçe zevkini yaşar. _Sado-Mazo_ _Mazoşist, acıdan zevk alır. Aşağılık duygusu, güçsüzlük ve kişiliksizlik gibi belirtileri vardır. Bu insanlar diğer kişilere bağımlı olduklarını belli ederler. _Sadist, acı çektirmekten zevk alır. İnsanları kendine bağımlı kılmak, kullanmak, sömürmek, çalmak, derilerini yüzmek, kısacası, yenecek yutulacak neleri varsa almak itkisi vardır. sadistçe söylemler: seni yönetiyorum çünkü senin iyiliğin için olanı senden daha iyi biliyorum. bana bağlanmalısın çünkü harika bir insanım. Sadist, yönettiği kişiye ölesiye gereksinim duyar çünkü kendi güçlülük duygusu bir başka kişinin efendisi olduğu olgusundan kaynaklanmaktadır. Güçlü olanın, yönettiği kişiye bağımlı olduğunu anlamak güçtür. Mazodaki amaç. bireysel benden kurtulmak, kendini kaybetmek; özgürlük yükünden kurtulmak _Freude göre aşk sadomazo bir ölüm içgüdüsüdür. Aşıklar sadece fiziksel değil ruhani acı da isterler. Adlere göre bu aşağılık kompleksi ve güç arzusuydu. _Kendi benliğini yitirmesi ve güçlü bir toplumda eriyip dahil olması, güce tapması mazoyu rahatlatır. Bu güç, bir kişi olabilir, bir kurum, Tanrı, ulus, bilinç ya da ruhsal bir zorlanım olabilir. Sarsılmaz şekilde güçlü, sonsuz ve görkemli olduğu sanılan bir gücün parçası haline gelmekle kişi onun gücüne ve görkemine katılmış olur. Kişi kendi benliğini bütüne teslim eder, benliğinin bütün güçlerini ve onurunu reddeder, bir birey olarak bütünselliğini yitirir ve özgürlüğünden vazgeçer. …………. _saditsçe acı vermek güçlü hissettirir. _M. De sade: Karşındakinin hissetmesini istediğin şey zevk değil, vermek, yaratmak istediğin izlenimdir; acının yaratacağı etki, zevkin yaratacağı etkiden çok daha fazladır ...kişi bunu anlar, kullanır ve doyuma ulaşır." _Sadizm güçsüzlükten kaynaklanır. Kendi zayıflığını kapatmak güçlü görünmek için öldüreceği adama bağlıdır onun iskence görmesi işkenceciye güç kazandırır. _Yetke, kişinin bir diğerini, kendisinden üstün gördüğü bir kişilerarası ilişkidir. Öğrenci ne kadar fazla öğrenirse, kendisiyle öğretmen arasındaki boşluk o kadar daralır. Yetkeci kişilik hiçbir zaman bir "devrimci" değildir; ona bir "isyancı"dır. Yetkeci kişilik, insan özgürlüğünü sınırlayan koşullara bayılır, yazgıya boyun eğmeyi sever. Asker için boyun eğmek, iş adamı için kurallar onun kaderidir bunları sever. Yetkeci kişilik geçmişe tapar. Yeni şeyler yaratmak onun alanı dışındadır. dinsel deneyim mazoşistliktir _Yıkıcılık_ Güçsüzlükten kaynaklanır. Yaşanmamış yaşamın sonucudur. Yıkıcılık bireyin kendisiyle kıyaslamak durumunda olduğu bütün nesnelerin ortadan kaldırılmasını amaçladığından, dayanılmaz güçsüzlük duygusundan bir kaçış olduğunu varsaydık. Güçsüz olduğum duygusundan o dünyayı yok etmekle kaçabilirim. Sadizm nesneyle bütünleşmeyi amaçlar; yıkıcılıksa nesnenin yok edilmesini hedef alır. Eğer diğer kişiler bir bireyin yıkıcılığının nesnesi olamazlarsa, kişinin kendi benliği kolaylıkla nesne haline gelir. Bazen cana kıyma girişimleri bile görülür. _Hitler çılgın bir nevrotiktir ve onu izleyenler de ve zihinsel açıdan dengesiz delilerdir. Hitler, iktidarı eline geçirdikten, hükümeti ele aldıktan sonra kendini almanyayla özleşleştirdi. Hitlerle karşı olmak, Almanya'ya karşı olmak şeklinde anlaşıldı. Nazi ideolojisi -lidere körü körüne itaat, ırksal ve siyasal azınlıklara karşı kin, fethetme ve egemenlik kurma açlığı, Alman halkını yüceltme- korkunç büyüklükte bir coşkusal çekicilik taşıyordu ve onları kazanan, bu insanları Nazi davasının ateşli savunucuları ve savaşçıları haline getiren de bu çekicilik oldu. Yaşama bakışları dardı, bütün yaşamları, psikolojik olduğu kadar ekonomik kıtlık ilkesine dayandırılmıştı. 1918 yılında zafer kazanan tarafın Almanya'ya yaptıklarının, Nazizmin yükselmesinin ana nedeni olduğu sık sık söylenmiştir. Hitler Toplum dışına itilmişlik rolünü yoğun bir şekilde hissediyordu. Kavgam adlı kitabında, sıklıkla kendisinin gençliğinde "hiç kimse", "bilinmeyen adam" olduğundan söz eder. Üstün ırk oldukları duygusunu veren bir ideolojinin sunduğu coşkusal doyum —hiç değilse bir süre için— yaşamları ekonomik ve kültürel açıdan yoksullaşmış insanları avutabildi. Hitler ve nazizim yetkecidir. Yetkeci kişiliğin özü, sadist ve mazoşist itkilerin aynı anda varlık göstermesi şeklinde tanımlanmıştır. İktidarın zevkini liderler çıkarırken halk da bu güce tapınmanın sadistçe zevkini yaşar. Hitler, "insan topluluklarının oluşmasının ilk nedeninin, türlerin korunması güdüsü" olduğunu kabul eder. Hitler Küçük odada yaşayan küçük farelere ekmek ya da kırıntı atar, sonra da bu gülünç hayvanların o birkaç kırıntıyı kapışmalarını seyredermiş. Bu "oyun", küçük çapta bir Darwinci "yaşam mücadelesiymiş. Hitler'e göre bu Romalı Sezarların arenalarının burjuva karşılığı ve oluşturacağı tarihsel arenanın ilk örneğiydi. Hitler için Kendisi ve Alman halkı, her zaman için masum taraftır, düşmanlarsa, sadist hayvanlardır. Sado-mazoşist kişiliğin tipik özelliği olan, güçlüye karşı sevgi güçsüze karşı kin duymak, Hitler'in ve izleyicilerinin siyasal edimlerini büyük ölçüde açıklamaktadır. _Mantıksız ussallaştırmaya örnek bir fıkra: Komşusundan bir kavanoz ödünç alan biri, onu kırmış ve geri vermesi istendiğinde şu yanıtı vermiş: "Bir kere ben onu sana geri verdim; ikincisi, hiçbir zaman ödünç almamıştım zaten; üçüncüsü de bana verdiğinde kavanoz zaten kırıktı. Mantıklı" ussallaştırma, A kişisi, B adındaki akrabasından borç para ister. B, isteği reddeder ve ödünç para vermekle, A'nın başkalarına sırtını dayama eğilimlerini desteklemiş olmamak için böyle davrandığını söyler. Belirleyici nokta neyin düşünüldüğü değil, düşünülen şeyin nasıl düşünüldüğüdür. _Özgün benlik, zihinsel etkinlikleri oluşturan benliktir. Yapay benlikse, aslında, bir kişinin oynaması beklenen rolü temsil eden bir aracıdır. Kişi, arzularının bastırır ve başkalarının beklentilerini, kendi öz arzularıymış gibi savunur. Kimliğini yitirmiştir. Bu türden bir kimlik yitimi sonucunda ortaya çıkan ani korkuyu yenmek için, uyarlanmak, uyum sağlamak, sürekli olarak başkaları tarafından onaylanmak ve kabul edilmek suretiyle kimliğini aramak zorunda bırakılmıştır. Kendisinin kim olduğunu bilmediğine göre eğer onların beklentilerine uygun edimlerde bulunursa, onlar bilecektir; onlar bilince de, kendisi de kim olduğunu bilecektir; bunun içinse, onlara inanması yeterlidir. _Romantik sevgi, insanın dünyada sevebileceği yalnızca bir tek kişi olduğu inanışı. Yalnız ve yalnız tek bir kişiyle yaşanabilecek türden sevgi, bu özelliği nedeniyle sevgi değil, sadomazoşist bir bağlılıktır. Bir kişiyi sevmek, bütün insanları sevmek anlamını içerir. Bencillik oburluktur, doymak bilmez dipsiz bir kuyudur. bu tür kişinin kendisinden hoşnut olmadığı, tersine kendisini hiç sevmediği görülür. Bencillik, işte bu kendini beğenmemekten, kendinden hoşnut olmamaktan kaynaklanmaktadır. Kendisinden hoşnut olmayan, kendisini onaylamayan kişi, sürekli olarak kendi benliğiyle ilgili bir kaygı içindedir. Ancak ve ancak gerçek bir hoşnutluk ve onaylama temelinde var olabilecek içsel güvenlik duygusundan yoksundur. Temelde güvenlik ve doyum duygularından yoksun olduğundan, sürekli kendisiyle ilgilenmeli, her şeyin kendisinin olması açgözlülüğünü yaşamalıdır. Aynı şey, her şeyi kendine istemekten çok kendisine hayranlık duymayla uğraşan narsisist diye nitelediğimiz kişiler için de geçerlidir. _Ezilenler özgürlük mücadelesine girişmişlerdir ve daha sonra kendileri özgürlük düşmanlarına dönüşmüşlerdir. _Nevroz, anormal davranışlardır. Toplumlar nevrotik olabilir yani kişilik bozukluğu, iyi gelişememiş kişilikler. _Tanrının lütfü için gerekli temel koşul. Eğer insan kendisini aşağılar ve bireysel irade ve gururunu yok ederse Tanrının lütfü ona bağışlanacaktır. "Çünkü Tanrı, bizi kendi adaletimiz ve aklımız sayesinde değil, tümüyle dışardan gelen ve bize tamamen yabancı olan bir adalet öğretilmelidir. İnsanın iradesi bir hayvandır ve tanrı binmişse tanrının istediği yere, şeytan binmişse şeytanın istediği yere gider. _Başarılı devrimci devlet adamı, başarısız devrimciyse bir suçludur. _Birey, kendine özgü kişiliği olan insan. Bireyleşme, insanın kendi iradesiyle hayatına yön vermesidir. Bir kişinin etkisi altına giren bireyselliğini kaybeder. Çocukta güçsüzlük ve bu duygudan kaynaklanan düşmanlığı yaratan şey, çocuğun engellenmesi, kısaca baskı ortamıdır. Bireyselleştikçe yalnızlaşılır. Tanrının buyruklarına karşı hareket etmek, kendini baskıdan kurtarmak, insan-öncesi yaşamın bilinçsiz var oluşundan sıyrılıp insan düzeyine çıkmaktır. İlk özgürlük yasaklı elmadan yemektir. Bir şeyi "yapmama" özgürlüğü, olumlu özgürlükle, "yapma" özgürlüğüyle aynı değildir. _Ortaçağ toplumu, bireyi özgürlüğünden yoksun bırakmıyordu, çünkü "birey" diye bir şey yoktu. Rönesans, yeni ekonomik güçler fırtınasının kabarttığı dalganın tepesindeki zengin ve güçlü bir üst sınıfın kültürüydü. Her birey kalkıp şansını denemeliydi. Ya yüzecek, ya da batacaktı. Sermaye, bireysel ekonomik girişimcilik ve rekabet önem kazandı; yeni bir paralı sınıf ortaya çıktı. Giderek artan bir bireycilik bütün toplumsal sınıflarda gözle görünür hale geldi ve insan etkinliğinin, zevklerinin, modanın, sanat, felsefe ve dinbilimin bütün alanlarını etkisi altına aldı. Ortaçağ toplumsal yapısının bu adım adım gelişmesi sonucu, çağdaş anlamda birey ortaya çıktı. Sermaye, "artık bir uşak değil, efendiydi. Kapitalizm bireyi özgürleştirdi. İnsan kendi yazgısının efendisi haline geldi, risk de, kazanç da kendisinindi artık. Birey, ekonomik ve siyasal bağların boyunduruğundan kurtulmuştur. Kendisine eskiden güvenlik ve ait olma duygusu veren bağlar da çözülmüştür. Kişiliğini aşan çok büyük güçler tarafından, sermaye ve Pazar tarafından tehdit edilmektedir. Herkes bir potansiyel rakip olduğundan, çevresindeki insanlarla olan ilişkisi, düşmansı ve yabancı bir ilişkidir artık; özgürdür, yani yalnız, soyutlanmış ve dört bir yandan gelen tehditlerin ortasındadır. Sınırsız ve tehdit edici bir dünyaya fırlatılmış bir yabancıdır o. _Durağan uyarlanma, yeni bir alışkanlığa uyarlanmayı dile getiren. Çinliler gibi değil, batılılar gibi çatal-bıçak kullanarak yeme alışkanlığı edinmek. Devingen uyarlanma, örneğin, bir çocuğun tehditkâr babasının buyruklarına uyarak "uslu" çocuk haline gelmesiyle gerçekleşen uyarlanma. Bastırılmış düşmanlık, dışa vurulmamış olmakla birlikte, onun kişilik yapısında devingen bir etmendir. Yeni kaygılar yaratıp daha da büyük boyun eğmeye yol açabilir. _Fiziksel açlık nasıl bedeni ölüme götürürse, yapayalnız hissetmek de aynı şekilde insanın zihnini parçalanmaya götürür. Bir hücrede yaşayan keşiş, kendisini yoldaşlarıyla bir hissettiğinden yalnız değildir. Öte yanda, insanlar arasında yaşayabilir ama gene de dayanılmaz bir soyutlanmışlık duygusuna kapılabilir, Din ve ulusalcılık, ne kadar saçma olursa olsun bağ kuruyorsa, soyutlanmaktan kaçıp dört elle sarılacağı sığınaklardır. _Din ve kapitalizm özgürlüğü benzerdir. Dindarlar, nasıl ki tanrı'nın kudretine boyun eğmek zorunda. Kapitalizmde, her bireyin mevcut sistemi en etkin şekilde idame ettirmesini sağlamalı. Önemli olan o gelirin tekrardan sisteme akmasıdır. Bu çarkın dönmesi için gereklidir. Çarkın dişlisi olan insana sunulan seçenekler onun özgür olmasını engelleyen aslında "seçenek olmayan" seçeneklerdir. _Kendi özgürlüğü için gözünü kırpmadan canını veren halk nasıl oluyor da bir süre sonra bunu kendi elleriyle yarattıkları liderlere vermekte hiç bir sakınca görmüyorlar? _Tanrının lütfu için gerekli temel koşul: Eğer insan kendisini aşağılar ve bireysel irade ve gururunu yok ederse Tanrının lütfu ona bağışlanacaktır. Tanrı, bizi kendi adaletimiz ve aklımız sayesinde değil, yabancı, kendi içimizden gelmeyen bize bir başka yerden gelen bir adalet ve bilgelikle kurtarmak istemektedir. _İnsan neden özgürlüğünü diktatörlerin eline bırakmakta ve bir robot gibi yaşamaya razı olmaktadır? Zihinsel ve coşkusal yetenekleri körelmiştir, canlı değildir artık. Hoşnutluk ve iyimserlik maskesinin altında mutsuz ve endişeli bir insan gizlidir. _Çağdaş insan, kendisini makinanın küçücük bir çarkına dönüştürmüş, karnı tok, sırtı pek, ama özgür bir insan değil de bir robot gibi.. _İnsanın yalnızca fiziksel enerjisini değil, beyninin ve sinirsel tepkilerinin de yerlerini makinalara bıraktığı ikinci sanayi devrimine girmekteyiz. _Jean Calvin.(1509). Fransız din reformcusu: İsa bütün insanlığı kurtarmak için değil de sadece seçilmişleri kurtarmak için kendini feda etmiştir. Kalvinizm inancına göre insanlar kurtuluş için seçilmiş ve seçilmemiş olarak doğuyorlardı. İnanca göre bu durumu değiştirmeleri mümkün değildi. İnsanlar lanetlenmiş veya kutsanmış olduklarını iş yaşamındaki başarılarına göre anlıyorlardı. Olağandışı katı bir babanın yetiştirdiği Calvin, çocukluğunda çok az sevgi ya da güvenlik tattığından, yetkeye karşı, sürekli olarak karışık duygular beslemiştir; yetkeden nefret etmiş, aynı zamanda da ona hayran olmuş ve boyun eğme eğilimi göstermiştir. Başkalarından, özellikle de "güruh"tan, kendisinden ve yaşamdan nefret ediyordu: bütün bu nefretin sonucu olarak, müthiş bir sevilme tutkusuyla yanıp tutuşuyordu. Bütün varlığı, korkuyla, kuşku ve içsel terk edilmişlikle doluydu, işte, bu kişisel temel, onu ruhbilimsel olarak kendisininkine çok benzeyen durumda olan toplumsal kümelerin şampiyonu haline getirdi. _Calvinciler, büyük bir saflıkla, seçilmişlerden olduklarını sandılar ve kendileri dışındakileri, Tanrının lanetlenmişlikle cezalandırdığı insanlar olarak gördüler. Bu inancın, ruhbilimsel olarak diğer insanlara karşı derin bir aşağılama ve nefret içerdiği açıktır. Başarı, Tanrı lütfunun işareti sayıldı, başarısızlıksa, lanetlenmişliğin belirtisiydi. Yazgı, önceden Tanrı tarafından belirlendiğine göre, çalışma ya da çaba yazgıyı değiştirecek değildir. _Aziz agunias, insanın, kendisine Tanrı tarafından sunulan lütfü bile geri çevirme özgürlüğünün bulunduğunu söyler. _Luther, yetkeye saldırdı. Luther'in Tanrıyla ilişkisi tümüyle boyun eğme esasına dayanıyordu. Kendini silip yok ederek bütün eksikleri ve kuşkularıyla bireysel benliğinden kurtulursan, kendini, kendi hiçlik duygundan kurtarmış olursun ve böylece Tanrının utkusunda yer alabilirsin. Calvin luterciliğin özüdür. Kilisenin yetkesine ve öğretilerinin körü körüne kabul edilmesine karşı olmakla birlikte dinin, insanoğlunun güçsüzlüğünden kaynaklandığını savunur; kişinin kendisini aşağılaması ve insan onurunun yok edilmesi, düşüncelerinin ana motifini oluşturur. Tanrı çaresizlikten doğar. Kendine güvensiz kendini aşağılarsan tanrı yardım eder. biz Tanrıya aitiz; öyleyse onun için yaşayalım ve ölelim. _Protestanlık, insanları çağdaşlık içerisinde oynayacakları role ruhbilimsel olarak hazırlamışlardı. Protestanlığın, insan ruhunu kurtarma yolunda yapmaya başladıklarını, kapitalizm, zihinsel, toplumsal ve siyasal açıdan yapmayı sürdürmüştür. İnsanoğlu doğanın bağlarından giderek daha fazla sıyrıldı; insanlar artık eşitti kast ve din farklılıkları ortadan kalktı ve insanlar, birbirini insan olarak görmeyi, tanımayı öğrendiler. _Ortaçağ dizgesinde, sermaye, insanın hizmetindeydi, çağdaş dizgedeyse, onun efendisi oldu. insanoğlu, sonsuz ekonomi çarkında bir dişli haline gelmiştir. Sermayesi varsa önemli, yoksa önemsiz bir dişlidir. İşveren, boyun eğmek durumunda oldukları bir üstün gücün temsilcisi haline geldi. _Sermaye sahibi, tıpkı bir makinayı "kullanır" gibi bir başka insanı kullanır. Her ikisi de, ekonomik çıkarlar peşinde birbirlerini kullanırlar. Eliyle koluyla çalışan işçi, fiziksel enerjisini satar; işadamı, doktor, memur, "kişiliklerini" satarlar. Ürünlerini ya da hizmetlerini satabilmek için "kişilik" sahibi olmaları gerekir. Bu kişiliğin hoşa gitmesi gerekir, ama ayrıca onun sahibinin daha başka nitelikleri de olmalıdır: Yaptığı işin durumuna göre enerjik, girişimci olmak, bu, şu, ya da o özelliklere sahip olmak gereklidir. Tıpkı diğer metalarda olduğu gibi, bu insansal niteliklerin değerini biçen, hatta ve hatta, var olup olmadıklarını saptayan pazarın ta kendisidir.
·
304 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.