Gönderi

_Deniz bitti. En az iki yüzyıldır milletçe tam bir mirasyedi gibi yaşadık. Artık sonu geldi. Alacaklılar kapıya dayandı. Günü gün ederek har vurup harman savurduk ve değirmenin suyunun nereden geldiğine zerrece aldırmadık. Duranın durduğu yerde hep durmaya devam edeceğini sandık. Onunla ayakta durmak yerine emsalsiz bir umursamazlıkla sırtımızı döndük, dönmekle kalmadık bozucu saldırıların açtığı gedikleri görüp anlamaya, anlayıp onarmaya çalışmaya bile yanaşmadık. Gidenlere aldırmadık, gözden ırak olanlara gönlümüzde yer ayırmadık. Görünmez olup kayıplara karışanların hiç olmazsa dilimizde açtığı rahneler diri kalsın diye çaba göstermedik. Kurmanın bizim değil, bizden önce geçmişte yaşamış olanların işi olduğunu, bizim, ancak onu muhafaza edebileceğimizi düşündük. Onu bile bihakkın yerine getiremedik. Ancak bir darboğazla karşılaşıp da, tökezleyip düştüğümüzde aklımıza geldi onu hatırlamak. O da hatırlamak değil, bir sebep bulma telaşıyla oyalanmaktı. _Her türlü varlık iddiasına rağmen yokluktur çepeçevre kuşatan dört bir yanımızı. Belli ki bu çok geç anlaşılacak. _Bir ülkede düşüncenin söz sahibi olduğu bir konumdan uzaklaştırılması, öyle bizdeki gibi, horlanması, hakir görülmesi değil, o ülkenin başına gelebilecek en büyük talihsizlik, en büyük felakettir. Bunu yakında hep beraber göreceğiz. _Ancak hayvanlar içinde bulundukları anda yaşar ve daha ötesini ne görür ne de onun için tasalanırlar. Bıçak gelip boğazlarına dayanmadıkça, hatta fiilen bıçağın acısını hissetmedikçe kurbanlıklarının farkına varmazlar. _İnsan düşünür. Düşündükleri yapıp eylediklerini şekillendirir. Yapıp eyledikleri döner insanın ne olduğunu resmeder. Onun özünü belirler. Düşünmeden söz açıldığında hep tekrarlanan budur. _Dogmatizm, düşünce engellerin en büyüklerinden biri olarak gösterilmekte ve aklı, düşünmenin bu en büyük düşmanının tasallutundan kurtarmanın yollarını aramaktadır. Görmezden gelme, görüp geçme, kanıksama, umursamama, durup dinlememe gibi her biri sürdürülemez noktaya gelinceye dek kurbanı olmaya devam edeceğimiz engeller, düşünmenin önündeki en büyük barikatı oluşturur. _Düşünceye "hayat hakkı" tanıyayım derken "düşünce ve ifade özgürlüğü" adı altında herkesin her şeyi ulu orta söyleyebilmesinin önünü açarak ve Pandora'nın kutusunda güneşi görmeyen hiçbir şey kalmasın diye, kapağı açmakla kalmayıp, bir de ne yaptığını bilmez bir aymazlıkla ters çevirip silkeleyerek bütün uğursuzlukları ortalığa saçmamalı, böylece düşünmenin en büyük hasmını besleyip gürbüzleştirmemeli, düşünceyi sesini duyuramayacağı kör karanlıklara, boğucu gürültülere mahkûm etmemelidir. _Bütün uzuvlar yerli yerinde ve baş da gövdenin üzerinde kalmadıkça, insan denilen canlı hayatiyetini sürdüremezse, insan dünyasında da her şey yerli yerinde durmadıkça, o dünyanın fertleri hadden huduttan haberdar olmadıkça, nerede neyi konuşup nerede susacaklarını, nerede neye karşı harekete geçip hangi noktada duracaklarını bilmedikçe o dünya ayakta kalamaz. _Biz sadece şeyleri yerinden etmekle kalmadık, bir zamandan beri atın önüne et, itin önüne ot koyarak bu ülkede yerinden edilen şeylerin yerlerine iade edilmesinin önüne bile bile ve kasten geçmeye çalıştık. _Bir mesele kendisini kendiliğinden göstereceği yükseklikten görülmedikçe izafiliğinden bir şey kaybetmeyecek ve dolayısıyla bir mesele olarak varlığını koruyacaktır. İzafi görüşle yetinilmeyip bir de ondan hareketle o meselenin çözümüne yeltenilecek olursa bu kalkışma bir zorlamayla, o da yeni ve daha yüksekten görülmesi gereken bir meselenin doğumuyla sonuçlanacaktır. _Düşünce, bütün hakikatli şeyler gibi sessizdir. Çünkü başka bir şeyin değil hakikatin âşığıdır. Tanınmadığı, kadrinin bilinmediği yerde, diğer hakikatli şeyler gibi, direşerek kalmaz. Direşmek, ayak sürümek sahte şeylerin özelliğidir. Çünkü bu direşme bizzat sahteliğin özünden kaynaklanır. Çünkü sahtelik dediğimiz şeyin bizzat kendisi direşerek var olur. Onun kendine ait bir varlığı yoktur. O gerçekte olmadığı halde öyle görünür ve o görüntüyle hakikate tasallutta bulunarak varlık gösterir ve sonra ona ayak direr. Eğer insanlar hakikate itibar etmezlerse, kendilerinde hakikatin tuttuğu yeri sahtelik alacağından hakikat sessizce geri çekilir. _Düşünme insan etkinlikleri içinde en kıskanç olanıdır. O asla kendisi için gerekli olan gücün bir kısmının başka şeylere sarf edilmesine razı olmaz. Düşüncenin istediği, köşkler konaklar değildir. Kimsenin yolunun düşmediği uzak, izbe, tenha bir köşede, bir dağın başında başını sokacak bir kulübesi olsun, başka bir şey istemez. O, insanların ayağını kaydıran şeylerle ayartılmayacak kadar görmüş geçirmiş ve onlara karşı iyice bilenmiştir. Onlar durgun denizini dalgalandıramayacak kadar boşluğunu ve beyhudeliğini göstermiştir ona. Ama yine de insanlar onu kendileri için en büyük tehlike addederler. Ancak gittiğinde anlaşılır, uzaklaştığında kadri bilinir, tüm hakikatli şeyler gibi. _Bakarsan bağ, bakmazsan dağ değil: çöl olur. Düşünmedik ki günler kısaldığında bozulmanın onulmaz, onarılmaz bir şey olacağını. _Ve bu zaman zarfında "kolaycılık"tı milletçe ekseriyetimizin karakterini belirleyen tek şey. Ve onun debelenişleri içinde bulup ortaya çıkardığı ucuz şeyler. Epeyce bir zamandır "yalan"ı da dahil ettik bunlara. Ve onun açtığı kapıdan "sahtelik" daldı içeriye, her şeye musallat oldu. Sahtelik de tıpkı zıttı gibi, her şeye sirayet eder. Şu farkla ki, o ondurmaz. _Böyle bir yaşamaya, eğer yaşamak denirse tabii, neyin bel verdiğini, neyin sayesinde böyle bir savurganlığa güç yetirebildiğimizi ve hâlâ nasıl olup da ayakta kalabildiğimizi; Bunca zaman o bel veren şeyin biz umursamadıkça nasıl belinin büküldüğünü ve günbegün yitip tükendiğini düşünmeye yanaşmadık. _Düşünmeye yanaşmamakla kalmadık, bizi sırf biraz daha avutup oyalayacak şeylerin hatrına bizzat düşünme denen şeyin kendisini horladık. Hem de dünyanın hiçbir yerinde emsaline rastlanmayan bir horlamayla. _Ve son yirmi yıldır horlamayla da kalmadık, onun insanlar nezdinde kalan itibarının son kırıntılarına sahtelerinin tasallutuna göz yumduk ve o böylece en sıradan şeylerin itibarından bile yoksun kaldı. _Şimdi bu geldiğimiz noktada, içinde bulunduğumuz duruma, tarihin kaydettiği medeniyetlerin sicilini tutup her birinin yükselişinin ve tarih sahnesinden silinişinin sebeplerini açıklamaya çalışanlar bile, bütün engin bilgi ve görgülerine rağmen muhtemeldir ki bir isim bulup veremeyeceklerdir. _Her kim ki söze sahip olmadan söz sahibi olmaya kalkışıyorsa, oraya meşru bir yoldan değil, başka bir şeye tahsis edilmiş olanı gasp ederek kalkışıyordun çünkü "söz sahibi olmak", ancak söze sahip olmakla olabilen bir şeydir. Söz düşünceden, düşünce sözden neşet eder. Bir ülkede düşüncenin söz sahibi olmasını engelleyenler yol vurucuların ta kendileridir. Fakat asıl yol vurucular gene de bunlar değil. Bunlar belki onların ektiği tohumların devşiricileridir. Asıl yol vurucular bizzat düşüncenin yolunu kesenlerdi. _Düşünmedikçe düştüğünün farkına varmaz insan. Düşünmedikçe, düşünmeye ayak diredikçe biteviye sürer düşüşü. _Ülke fiili bir işgal yahut istiladan daha ağır bir tehlikenin altındadır çünkü bu durumun doğurduğu umutsuzluk, vaki tehlikenin gösterilemez olmasından ötürü, bilfiil gerçekleşmesi halinde doğuracağı umutsuzluktan daha vahimdir. _Düşünme her şeyden evvel bugünkü bu hengâmenin ve onun basmakalıp kanaatlerinin zorbalığının ortasında fert olmayı, kendine özgü duyuşa ve bulunuşa – vicdana sahip olmayı gerekli kılar. _Düşünme, özgürce ama asla fütursuzca değil, sorgulamayı, özden gelen, yöneldiğini değil, kendisini zorlayan soruları sormayı gerekli kılar. Bu ise yalnızlığı ve sessizliği. Hayatın yükünü kendi başına omuzlamayı, tuttuğu yolda kendi başına anlam arayışı içinde olmayı. Kapanmayı ve kapanarak düşünceyi besleyip doğurtacak düşünürlerin düşünceleriyle ilişki kurmayı. İnsanın ve dünyanın nerelerden geçip buralara geldiğini. Sonra dinlemeyi. Ve beklemeyi _Düşünme her şeyden evvel bir görüş yahut kanaat sahibi olma, bir şey veya bir durum hakkında bir tasavvur oluşturma, bir dizi öncüllerden hareketle muhakemeye başvurarak geçerli bir sonuca ulaşma değildir. Düşünme bilimler gibi bilgi üretmez, hayat için işe yarar, kullanışlı kestirmeler sunmaz. O kestirmelerin ışığında alelacele harekete geçmek için gerekli olan kör kararlılığı beslemez. _Düşünmenin tek derdi hakikattir. Onun uzağına düşmeyi en büyük sürgün bilir. _Her şeyin illâki bir çözümü vardır" genişliğiyle önüne gelen her şeyin üzerine paldır küldür yürüyen anlayışsızlar ordusu ve onların "proje"leri vardır. Onlar her şeyi basit bir hesap kitap meselesi olarak görürler. Onlar düşünceyi sadece doğuracağı sonuçlara, yolunu açacağı hareket tarzlarına veya kalıplarına göre değerlendirirler ve düşünceyle karşı karşıya kaldıklarında soracakları ilk soru "Peki, ama bize bunun somut, elle tutulur ne faydası vardır?" sorusudur: Bu soru çok daha küstahlaşabilir. Bu onun en masum halidir _Önsöz_ A. Aydoğan_ _Aristo - Nikomakhos'a Etik: _Mutluluk, özgürlüğe dayanır. Nasıl ki savaşın hedefi barış ise, bütün işlerimizin amacı da özgürlüktür. _Düşünmek, insana özgü etkinliklerin içinde en zor ve en yüksek olanıdır. Bu daha önceki temellendirmelerimize ve hakikate uygun görünen bir sonuçtur. Bu en yüksek etkinliktir çünkü bizdeki en yüksek şey akıldır ve aklın objeleri bilinebilir en yüksek şeylerdir. Ayrıca bu en devamlı etkinliktir çünkü biz sair her şeyden daha kolay biçimde sürekli olarak düşünsel etkinlikte bulunabiliriz. Ve sözü edilen kendine yeterlilik de en yüksek derecede düşünsel etkinliğe ait görünür çünkü bilge kişi, adalet veya diğer herhangi bir erdeme sahip kişi gibi, hayat için zaruri olan şeylere ihtiyaç duyar. _Kusursuz mutluluğu burada buluyoruz, tabii eğer hayatın tamamını kapsarsa; çünkü mutlulukta eksik olan hiçbir şey olamaz. _Eğer akıl insana kıyasla Tanrısal ise, o zaman ona uygun hayat da insan hayatına kıyasla Tanrısaldır. _Bu yanımız kütlece küçük olsa bile imkân ve kıymet bakımından her şeyi çok çok aşar. O insanın asıl (hükmeden) ve en iyi tarafı olduğu için her kişiyi kendisi yapanın da akıl olduğunu kabul etmek gerekir. _Eğer insan kendi hayatını değil de başka bir şeye ait olanınkini yaşamayı seçerse bu tuhaf olacaktır. Daha önce söylediğimiz burada da geçerli: her bir şeye uygun (özgü) olan doğası gereği o şey için en iyi ve en hoş olan şeydir. Akıl, her şeyden önce insanın kendisi olduğu için akla uygun hayat, insan için en iyisidir. Bu yüzden o aynı zamanda en mutlu hayat olacaktır. ___ _Kant_ _Kişinin düşünerek yönünü tayin etmesi ne anlama gelir?_ _Aklın spekülatif melekesinin yüksek talepleri, öncelikle onun ispatlama ile buyurgan otoritesi aşikâr ki çöker ve ona kalan şey, spekülatif olduğu kadarıyla, ortak akıl kavramını çelişkilerinden arındırma ve onu sağlıklı aklın maksimlerine kendi sofistik saldırılarına karşı savunma işinden ibarettir. _Argumentum ad hominem ile kişinin hasmının kırılganlıklarını kendi lehine çevirmek için salt bir savunma silahı olarak kullanımı mazur görülür. _Cehalet, tek başına bilişimizin sınırlarının sebebidir fakat ondaki yanılgıların değil. Belirli bir yargı için gerekli olanın bilinmediği bir durumda yargıda bulunmaya kalkışılmaz ise her türlü hatadan beri kalmak mümkündür. _Aklın nesnel temellerle bildiğini varsayamayacağı bir şeyi varsaymak ve kabul etmek için ve dolayısıyla sadece aklın kendi ihtiyacıyla, bizim için karanlık geceyle dolu olan duyuüstünün hudutsuz alanı içinde kendini düşünerek yönlendirmek için, öznel bir temel olarak aklın ihtiyacının hakkı devreye girer. _Her ne kadar akıl (yetki alanı içine alacak şekilde) kendini genişletme ihtiyacı duymasa da, az çok varlıklarını kabul etmek için, birçok duyuüstü şey düşünülebilir. _Ruhsal varlıkların kabulü aklın kullanımına yeterince zarar verici olacaktır. Çünkü onların faaliyetinin tâbi olacağı yasalar hakkında hiçbir şey bilmediğimiz için yeterince zorlayacaktır. Dolayısıyla bu hiçbir surette bir ihtiyaç değil, fakat onları araştırmaya boş düşler kurmaya sapan veya kendince beyhude kuruntularla avunan safi bir meraktan ibarettir. _Zorunlu bir varsayımdan ibaret olan şeyi, özgür bir kavrayışmış gibi göstermeyelim. Aksi halde dogmatik bir biçimde tartıştığımız hasma, kendi yaranınıza kullanabileceğimiz zayıflığı lüzumsuz yere sunarız. _Güdüleri sadece çürütülemez biçimde kendiliğinden zorunluklu olarak kesin olan yasadan değil, fakat herhangi bir şeyden çıkarsanmış olsalardı bunların herhangi bir ahlaki değeri olmazdı. _İlk aracın zorunluluğu, ancak ikincisinin yetersizliğinin tam olarak kabul edilmesi halinde gündeme gelebilir. Mutat (alışkanlık haline gelmiş) düşünme tarzlarının, bilimlerin durumundaki değişikliklere göre değişmesine izin veren, daha çok gençliğe özgü akıl kullanımı ona bahşedilmiş olsaydı, neticede onu keskin zekâsının götüreceği bir kabuldü bu. _Mendelssohn yanılıyordu çünkü o buna rağmen her şeyi tek başına kanıtlama yolu üzerinde çözüme kavuşturmaya bıraktığı ölçüde bu spekülasyona bel bağlıyordu. _Genel olarak düşünmede kişinin kendisini yönlendirmesi: Aklın nesnel ilkeleri bir şeyi doğru olarak kabul etmek için yetersizse meseleyi öznel bir ilkeye uygun olarak belirlemek anlamına gelir. _Kendini yönlendirme kavramı, sağlıklı aklın duyuüstü nesneleri bilişleri üzerine çalışırken kullandığı maksimleri bize açık seçik biçimde sunmada yardımcı olabilir. Kendini yönlendirme sözcüğünün asıl anlamı gündoğusunu bulmak için verili bir doğrultuyu kullanmak anlamına gelir. Şimdi eğer gökte güneşi görür ve vaktin günortası olduğunu bilirsek güneyi, batıyı, kuzeyi ve doğuyu nasıl bulacağımızı biliriz. Bunu bir duygu olarak adlandırıyorum. Aslında sağ ve sol duygusuyla ayrım yapma melekesi doğal olarak yardımına koşar. Eğer başını kaldırıp gözlerini kutup yıldızına dikerse, sadece meydana gelen değişikliği fark etmekle kalmayacak, fakat bu (değişikliğe) rağmen aynı zamanda kendisini yönlendirebilecektir de. Bütün burçlar, bir diğeri karşısında aynı biçimi ve konumu muhafaza etseler de bir gün bir mucizeyle doğrultuları bakımından tam tersine dönecek olsalardı, öyle ki doğu şimdi batı olsaydı, insan gözü bir sonraki parlak yıldızlı gecede en küçük değişiklik algılamazdı, hatta gökbilimci bile sadece gördüğüne dikkat etse ve aynı zamanda hissettiğini gözardı etse kaçınılmaz olarak yönünü şaşırırdı. _Eğer konumunu hatırlayabildiğim tek bir nesneyi bile kavrayabilirsem, karanlıkta bana tanıdık gelen bir odada kendimi matematiksel olarak yönlendirmeyi anlayabilirim. Yönlendirebilirim. Eğer birisi bir şaka olarak, önceden sağda olanı şimdi solda olacak şekilde bütün nesnelerin yerlerini değiştirmiş olsaydı, duvarları diğer bakımdan bütünüyle aynı kalmış bir odada herhangi bir şeyi bulmaya gücüm yetmezdi. Bu kavramı daha da genişletebilirim, çünkü bu, sadece mekânda yani matematiksel olarak değil, fakat genel olarak düşünmede, yani mantıkça, yön tayin etme melekesine dayalı olarak kabul edilebilir. _Benzeşim yoluyla kolaylıkla tahmin edilebilir ki tanıdık gelen (deneysel) nesneleri arkada bırakıp kendisini tecrübenin bütün sınırlarının ötesine aşırmayı ve görü (sezgi) için mekânın dışında hiçbir nesnenin kalmamasını istediğinde kullanımını yönlendirmek saf aklın bir uğraşı olacaktır çünkü bu durumda artık yargılarını nesnel biliş temellerine uygun belirli bir maksimin kapsamı altına değil, fakat sadece kendi yargı melekesinin belirlenimi bakımından öznel bir farklılık temeline göre belirli bir maksimin kapsamı içerisine yerleştirmek konumunda değildir. _Kavramlarımızı ne kadar yüceltip duyumsallıktan arındırırsak da gene onlar her zaman temsili tasarımlara bağlı olacaklardır ki onların özgül belirlemesi başka türlü tecrübeden çıkarsanmayan bu kavramları deneysel kullanım için elverişli hale getirmektir. Çünkü onlara bir görü iliştirmeseydik kavramlarımıza nasıl duyu ve anlam yüklerdik? _Eğer somut anlama ediminden temsilin çağrışımını -öncelikle duyular aracılığıyla tesadüfi bir algıdır- hariç tutarsak, geriye kalan anlama yetisinin saf kavramıdır ki şimdi (bu hariç tutmanın neticesinde) erişim alanı genişler ve içinde genel olarak bir düşünme kuralı barındırır. _Anschauung: Kant terminolojisinde tasarımın etkin türü olan kavrama karşı olarak tasarımın edilgen türü. Kavramlar sayesinde anlama yetimiz düşünmemizi sağlar. Algıların kategorilerle uyuşturulması gerektiğinden kavramlar, tasarımlar arasındaki genel ilişkileri kavramamıza izin veren kurallar olarak hizmet görür. Buna karşılık duyusallığımız, bilen öznenin doğrudan, dolayımsız kavrayışı olarak görü, Anschauung sayesinde duyuları elde eder. Görünüşlerin (die Erscheinung) zaman ve mekânda verilmesini sağlayarak görüler bizim tasarımlar arasındaki münferit ilişkileri kavramamıza, böylece deneysel bilgiyi duyusal alanla sınırlamamıza izin verir. _Eğer somut anlama ediminden, temsilin çağrışımını hariç tutarsak, geriye kalan anlama yetisinin saf kavramıdır ki şimdi (bu hariç tutmanın neticesinde) erişim alanı genişler ve içinde genel olarak bir düşünme kuralı barındırır. Genel mantık bu şekilde ortaya çıkar ve birçok heuristik düşünme yöntemi anlama yetisi ve aklın tecrübeye dayalı kullanımında gizlidir. Eğer bu yöntemleri tecrübeden titiz bir şekilde koparırsak bunlar felsefeyi soyut düşünme bakımından bile birçok faydalı maksimlerle zenginleştirebilirler. _Mendelssohnun taraftarı olduğu ilke bu türdendir. Yani kişinin kendisini aklın spekülatif kullanımında (ki Mendelssohn ona, duyuüstü nesnelerin bilinmesi bakımından çok fazla, hatta onun için ispatlama delili talep edecek kadar güveniyordu) kimi zaman sağduyu, kimi zaman sağlıklı akıl ve kimi zaman da yalın anlama yetisi dediği belli bir temel ilke aracılığıyla yönlendirmesinin zorunlu olduğu maksimi. Bu kabulün, teolojik meselelerde kullanıldığında spekülatif aklın gücünü destekleyen görüşü üzerinde tahrip edici bir etki bırakmakla kalmayıp, spekülasyona karşı olarak bu melekenin kullanımının bırakmış olduğu belirsiz konum göz önünde bulundurulduğunda, hatta ortak sağlıklı aklın dahi aklın tahtından indirilmesinde bir bağnazlık ilkesi olarak hizmet etme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağı kimin aklına gelirdi? _Mendelssohn'un kararlı biçimde ve haklı bir çabayla ilen sürdüğü şeyin sadece akıl olduğunu -aklın onayı olmaksızın üzerine geleneğin ve vahyin aşılanabileceği, sözde hakikat hissi değil, inanç adı altında aşkın görü değil göstereceğim; bir yön tayin etme aracı olarak zorunlu bulduğu ve tavsiye ettiği sadece saf hakiki insan aklıydı. _Tanrı'nın varlığı_ _Akıl, gerçekliği bütün şeylerin mümkünlüğü için verili olarak varsayma ihtiyacını duyar ve nesneler arasındaki farklılığı onlara eklenen olumsuzlamalardan kaynaklanan sınırlamalar olarak düşünür, bu yüzden tek bir imkânı, yani sınırlanmamış bir varlığa ait olanı bir temel olarak kabul etmeyi, onu asli, diğer bütün hepsini türemiş olarak düşünmeyi zorunlu addeder. Aklımızın kendisinde en gerçek (en yüksek) bir varlığın varoluşunu bütün mümküniyetin temeli olarak kabul etmeye dönük bir ihtiyaç buluruz. Şimdi bu Tanrı'nın varlığı ile ilgili kartezyen kanıtlama bu şekilde ortaya çıkar. _Aklın ihtiyacı iki yönlü olarak görülebilir; birincisi teorik kullanımı, ikincisi pratik kullanımı içindir. Mümkün olan her şeyin ilk nedenleri hakkında, öncelikle dünyada fiilen mevcut olan amaçlar kümesi içinde, yargıda bulunmak istersek Tanrı'nın varlığını varsaymak zorunda olduğumuz rahatlıkla görülür. Pratik kullanımı içinde aklın ihtiyacı çok daha önemlidir çünkü şarta bağlı değildir ve sadece yargıda bulunmayı istediğimizde değil, fakat yargıda bulunmak zorunda olduğumuz için Tanrı'nın varlığını varsaymak zorunda kalırız. Aklın saf pratik kullanımı ahlak yasalarının düsturlarına dayanır. Ne var ki bunların tümü, ancak özgürlük sayesinde mümkün olduğu ölçüde dünyada mümkün en yüksek iyi fikrine: ahlaka götürür. Aynı zamanda ayrıca doğaya da dayanan şeye götürür, ki bu en büyük mutluluktur. Dolayısıyla akıl böyle bir bağımlı yüksek iyi uğruna, en yüksek bağımsız iyi olarak üstün bir aklı kabul etme ihtiyacı duyar. Elbette bu kabulden ahlak düsturlarının bağlayıcı otoritesini ya da onlara riayete teşvik eden şeyleri çıkarmak için değil. _Her halükârda yargının güvenilirliğinin nihai mihenk taşının, ister önermelerinin seçiminde derin kavrayışla, isterse safi ihtiyaç ve aklın kendisi için faydalı olanın maksimiyle yönlendirilsin, sadece akılda aranması gerektiğinde ısrar etme üstünlüğünü muhafaza eder. Bu son kullanımında akla ortak insan aklı diyordu, _Belirli bir biçinde yargıda bulunup bulunmamanın keyfi olmadığı, yargıda bulunmayı zorunlu hale getiren gerçek bir ihtiyacın olduğu, ayrıca aklın kendisine bağlı kalındığı ama yine de bu yargı için zorunlu olan etmenler bakımından bir bilgi eksikliğiyle sınırlı olduğumuz durumda kendisine göre bir yargıda bulunabileceğimiz bir maksime sahip olmak zorunludur çünkü akıl tatmin edilecektir. Çünkü eğer burada nesnelerin görüsünün veya genişletilmiş kavramlarımıza uygun bir nesneye benzemeye çalışıp böylelikle onlar için gerçek bir olasılık sağlayabileceğimiz türden bir şeyin olamayacağı daha önceden ispat edilmiş olsaydı, o zaman bize çelişkiden beri olup olmadığını görmek ve ardından nesnenin tecrübe nesneleri ile ilişkisini, henüz duyumsanır hale getirmediğimiz, ancak hiç olmazsa aklımızın deneysel kullanımına hizmet edecek tarzda duyuüstü bir şeyi düşündüğümüz anlama yetisinin saf kavramları altına sokmak için her türlü tecrübenin ötesine geçmeyi göze alacağımız kavramı öncelikle gözden geçirmekten başka yapacak bir şey kalmayacaktır. Böyle bir ihtiyatkarlıkla hareket etmezsek bu tür kavramlardan hiçbir şekilde yararlanamayacağız, düşünmek yerine kendimizi bağnazlığa kaptıracağız. ___ _Schopenhauer_ _Kendi Kendine Düşünmesini Öğrenmek_ _Farklı zamanlarda etkisi altına alan farklı ruh halleri konuya her zaman taze bir ışık tutarlar. Bir zaman gözden kaçırılan birçok şey bir başka zamanda ilgimizi çeker. _Bir insan bilmediği bir şeyi zihninde evirip çeviremez, düşünemez; bu yüzden önce bir şeyi öğrenmelidir fakat bir insan ancak üzerine düşündüğü şeyi bilir. _Düşünme tıpkı bir ateş gibi bir cereyanla ya da hava akımıyla tutuşturulmak ve konuya duyulan bir ilgi ile beslenmelidir. _Nesnel ilgi, doğası gereği düşünen ve düşünme kendileri için nefes almak kadar tabii bir şey olan kafalara bulunur. _İnsan kendi kendisine düşününce o an için ya çevresi ya da zihnine düşen belli bir şey tarafından belirlenmiş olan kendi içgüdüsünü takip eder. _Eğer bir insanın düşünceleri, içinde hakikati ve hayatı barındıracaksa, bunlar onun kendi temel düşünceleri olmalıdır. _Bunca kitap ne kadar çok yanlış yolun olduğunu ve eğer bunlardan herhangi birisini takip etse ne kadar çok insanın yanlış yola düşebileceğini göstermekten başka bir işe yaramaz. _Eser tıpkı bir insan gibi vücut bulur; düşünen kafa dışarıdan gebe kalır ve daha sonra onu rahminde taşır ve zamanı gelince doğurur. _Gerçek manada ilim ile uğraşan düşünür de her ne kadar çok fazla okuması gerekse de, zihni hepsine hükmedecek, düşünce sistemi içinde bunları eritip hazmedecek ve anlayışının (izafi) organik birliğine boyun eğdirecek kadar güçlüdür. Süreç içerisinde kendi düşüncesi, bir orgdaki kalın sesler gibi, her zaman her konuda ön sırayı alır ve asla başka sesler tarafından bastırılmaz. _Düşünceler de insanlar gibidir. Onları canımızın istediği zaman çağıramayız, teşrif edip gelinceye kadar onları beklememiz gerekir. Bir konu hakkındaki düşünce kendiliğinden çıkagelmelidir. Bir insan her zaman oturup okuyabilir, fakat düşünemez. Üstesinden gelinmesi gereken küçük bir güçlük. _Gerçek dünyada, her ne kadar mutlu, adil ve hoş olduğu ileri sürülebilirse de, her zaman sürekli karşı koymamız, üstesinden gelmemiz gereken çekim yasasının hâkimiyeti altında yaşarız. Fakat düşünce dünyasında çekim yasasının denetiminden kurtulmuş, düşkünlük ve sefaletten azade, bedensiz ruhlar gibiyizdir. _Okumak_ _Okumak, kişinin kendi kafası yerine başka birisinin kafasıyla düşünmesidir. Fakat kişinin kendi kendisine düşünmesi tutarlı bir bütünü, bir sistemi geliştirmek için çabalamasıdır. Ve bunu başka hiçbir şey, sürekli okumak suretiyle, başkalarının düşüncelerinin cereyanını güçlendirmek kadar engellemez. Yabancı düşüncelerle tıka basa dolan kafa, açık ve berrak bir anlayıştan yoksun kalır. Eğitimli insanların çoğunda bu gözlemlenebilir bir durumdur. _Okumakla insanın o an içinde bulunabileceği ruh haline ve eğilimine yabancı olan düşünceler, zihni zorla ele geçirir ve üzerine damgasını bastığı balmumuna mühür ne kadar yabancıysa, bu düşünceler de zihne o kadar yabancıdır. Dolayısıyla çok okumanın zihni her türlü esneklikten yoksun kılmasının nedeni budur; bu tıpkı bir çelik yayı sürekli tazyik altında tutmak gibidir. _Başkalarının düşüncelerini okumak, kişinin davet edilmediği bir yemeğin artıklarını alması ya da bir yabancının yırtık dökük elbiselerini üzerine geçirmesi gibidir. Okuduğumuz düşünceyle içimizde uyanan düşünce arasındaki ilişki, tarih öncesi zamanlardan kalma bir bitkinin fosilleşmiş kalıntısının baharda tomurcuklanan bir bitkiyle ilişkisi gibidir. Okumak, düşüncelerinin dizginini, çekmesi için başkalarının eline vermektir. _Bir kimsenin eline bir kitap alarak kendi öz malı olan düşüncelerini ürkütüp kaçırması en büyük günahtır. Bunun tabiattan yüz çevirip ölü bitkiler müzesini seyretmeye giden yahut harikulade bir manzarayı bir taş baskıdan ya da gravürden incelemeye çalışan bir adamdan farkı yoktur. _Safi öğrenilmiş doğru, bize suni bir uzuv gibi bağlıdır. Takma bir diş veya yapıştırma bir burun ya da en iyi haliyle bir başkasının dokusundan yapılma bir burun gibi; o sadece takıldığı veya tutturulduğu için bize bağlıdır; halbuki bir kimsenin kendi kendine düşünerek elde ettiği doğru tabii bir uzuv gibidir. Gerçekten bize ait olan sadece odur. Düşünen insan ile öğrenimden geçmiş olmaktan başka bir meziyeti olmayan insan arasındaki fark buna dayanır. _Hayatlarını okuyarak geçirenler, bir ülke hakkındaki tam ve doğru bilgiyi seyyahların anlattıklarından elde etmeye çalışanlara benzer. Düşünerek geçirenler, o ülkeyi gezip görmüş, orada bizzat yaşamış olanlara benzerler _İnsan, daha önce yürünmüş yollan yürümeye alışmamak ve yabancı bir düşünce yolunu takip ederek kendisininkini unutmamak için çok fazla okumamalıdır. _Kitap filozofunda her şey ikinci eldir. Onun fikirleri nasıl ele geçirildiği belli olmayan bir eski paçavralar toplamasıdır. O bir suretin suretidir. Kalıplaşmış, hatta kaba, bayağı ve ağızlara sakız olmuş ifadelerle ve herkesin rağbet ettiği uydurma sözcüklerle dolu edebi üslubu, kendine ait parası olmadığı için tedavüldeki bütün paraların yabancılara ait olduğu küçük bir devletçiğe benzer _Kendi kendilerine düşünmek_ _Kendi kendilerine düşünmeyi öğrenmiş olanlar esas itibariyle hep aynı sonuca ulaşırlar ve birbirlerinden ayrıldıkları zaman bunun sebebi farklı bakış açılarına sahip olmalarıdır. _Kendi dehasının kılavuzluğunda ilerleyen, bir başka söyleyişle, kendi kendisine düşünen, dışarıdan hiçbir zorlama olmaksızm ve doğru bir şekilde düşünmesini öğrenmiş insan, kendisini doğru yoldan saptırmayacak şaşmaz bir pusulaya sahiptir. Bu yüzden bir insan, ancak kendi düşüncelerinin kaynağı kuruduğu zaman okumalıdır. _Eğer kişi, doğruya kendi kendisine düşünerek ulaşmış ise bu bin kere daha kıymetlidir. Kendisini bunca zahmete sokmaksızın bir kitapta hazır olarak kolayca bulabilirdi. Goethe'nin tavsiyesi: Gerçekten sahip olabilmemiz için mirasımızı kendi alın terimizle kazanmalıyız. _Kendi Kendisine düşünmesini öğrenmiş bir insan kendi Kanaatlerini kendisi oluşturur. Otoritelere, ancak daha sonra başvurur, başvururken de amacı sadece kendi görüşlerini onlara teyit ettirmek ve böylelikle kendine olan inancını güçlendirmektir. Halbuki kitap-filozofu yola bu otoriteleri koltuğunun altına almadan çıkmaz. Başka insanların kitaplarını okur, onların kanaatlerini toplar ve böylelikle kendisi için onlardan bütün bir sistem oluşturur. Böyle bir sistem mahiyetine ve teşekkülüne akıl erdiremediğimiz bir robota benzer. _Birinci sınıf bir kafanın ayırt edici özelliği, iktidarı kendi başına her şeyi belirleyen bir prens gibidir. Diğer bütün kafalar, üsluplarından da görülebileceği gibi, kendilerine özgü damgaları olmayan birer elçiden başka bir şey değillerdir. Dolayısıyla kendi kendisine düşünen her gerçek ve özgün düşünür bu ölçüde bir kral gibidir; onun iktidarı mutlaktır ve kendi üzerinde kimseyi tanımaz. Bir kral bir buyruğu ne kadar dikkate alırsa, o da otoriteyi o kadar kaale alır; kendisi yetki vermedikçe yahut onaylamadıkça hiçbir şeyin geçerliliği yoktur. Otoriteye kulak veren ve önyargıların etkisi altında kalan sıradan kafalar ise bu bakımdan yasalara ve buyruklara sessizce itaat eden kalabalık gibidir. ___ _Heidegger_ _Düşünmek ne demektir_ 41 _Kendimiz düşünüyorken düşünmenin ne demek olduğunu öğrenmeye başlarız. _Akıl, düşünmeyle açılır. _İnsan, düşünmeyi ister ama düşünemez. Ancak yapmaya eğilimli olduğumuz şeyleri yapmaya muktedirizdir. _Tutmak aslında, sözgelimi (bir hayvan sürüsünün) çayırda otlamasına izin vererek, koruyucu bir şekilde göz kulak olmaktır. Bizi özümüzde tutan, ne var ki, ancak bizi tutana kendi adımıza tutulu kaldığımız sürece tutar bizi. Biz, ancak en iç özümüze eğilimli olana, özde tutan olarak o da özümüze seslenirken eğilimliyizdir. Biz ona onun hafızamızdan çıkıp gitmesine izin vermeyerek tutulu (bağlı) kalırız.* Hafıza** düşüncenin toplanmasıdır. _Ancak üzerine düşünülecek olana eğilimli olduğumuzda, işte o zaman düşünmeye muktedir oluruz. Düşünmeye muktedir olmak için onu öğrenmeliyiz. Düşünce uyandıran her şey bizi düşünmeye verir. En çok düşünce-uyandıran henüz düşünmediğimizdir; hatta henüz bile değil. Eksik olan eylemdir, düşünce değil. _Bugün birçok insan bir şeyi ilginç bularak ona büyük bir onur bahşettiklerini düşünür. Hakikat şu ki böyle bir yargı zaten ilgi çekici olan şeyi itip çekiştirerek önemsiz ve az sonra sıkıcı olacak olanın arasına atmıştır. İlginç olan bir vakit sonra açıklama lüzumu duymaksızın önemsiz olarak görülebilecek ve yerini, o zaman da bizi, ancak daha önceki şey kadar ilgilendiren başka bir şeyin alabileceği bir şeydir. _Düşünceye çağıran zamanımızda en çok düşünce uyandıran, hâlâ düşünmediğimizdir, önesürümü tuhaf ve küstah görünmeye devam eder. O nedenle bu önesürümü ispat etmeliyiz. Yoksa bu önesürümün ne söylediğine yeteri kadar ışık I utulur tutulmaz ortadan kalkar. _En çok düşünce uyandıran şey, şudur: Bizim hâlâ düşünmüyor oluşumuz. _Hâlâ düşünmüyor oluşumuz, düşünmeye çağıran hiçbir surette sadece henüz insanın yüzünü, özü itibariyle üzerine düşünülmesi gereken olarak kaldığı için kökeni ve mahiyeti icabı düşünülmeyi isteyene yeteri kadar çevirmemesi nedeniyle değildir. Daha çok, hâlâ düşünmüyor oluşumuz düşünülecek olanın insandan yüz çevirmesi, uzun süre önce çevirmiş olmasından kaynaklanır. _Bilim düşünmez. Bu sarsıcı bir ifade. Bırakalım sarsıcı olsun, hatta ona, sözü döndürüp dolaştırmadan şu ilave ifadeyi eklesek bile, bilimin yine de her zaman kendi tarzında düşünmeyle alakası vardır. Bununla beraber bu tarz, ancak düşünme ile bilimler arasında, köprü kurulamaz biçimde yer alan uçurum görünür hale geldikten sonra, hakiki ve dolayısıyla verimlidir. Burada köprü yoktur, sadece sıçrama vardır. O nedenledir ki bugün insanların düşünme ile bilimler arasında rahat bir alışveriş kurdukları bütün iğreti ve zoraki köprülerde zarar ziyandan başka bir şey yoktur. _Bilhassa biz bugünün insanları, ancak (öğrendiklerimizi) aynı zamanda ve daima unutursak öğrenebiliriz. Bunu yapmak için aynı zamanda onu bilmeye (öğrenmeye) başlamalıyız. Her şeyden evvel, düşünmeyi öğrenmek için koyulduğumuz bu yolda kendi kendimizi oyalayarak, bastıran (kendisini zorlayan) sorulardan aceleyle kaçmamalıyız,-* tam tersine hiçbir buluculukla bulunamayacak olanı arayan soruların içine bırakmalıyız kendimizi. _İnsan henüz düşünmüyor ve bunun nedeni düşünülecek olanın ondan yüz çevirmesidir; hiçbir surette yalnızca insanın düşünülecek olana yeteri kadar yüzünü dönmemesinden değil. Fakat başından itibaren kendisini geri çeken bir şey hakkında nasıl en ufak bir şey bilebiliriz, hatta ona nasıl bir isim verebiliriz? Geri çekilen her ne ise erişilmeyi reddeder. Geri çekilme bir hadisedir. Doğrusu geri çekilen, insanı, gözüne takılan (yoluna çıkan)** ve kendisine dokunan mevcut herhangi bir şeyden da-ha asli biçimde ilgilendirir ve talepte bulunur. Bu geri çekilme hadisesi bütün halihazırda olanların içinde en halihazır olanı olabilir ve gerçek olan** her şeyin gerçekliğini sınırsızca aşabilir. _Bizden kendini geri çeken geri çekilişiyle, hemen ardından farkında olalım veya olmayalım veya her ne şekilde olursa olsun, bizi peşi sıra sürükler. Bir kez bu geri çekilmeye kapıldığımızda -her ne kadar göçmen kuşlarınkinden oldukça farklı bir şekilde de olsa- kendini geri çekmesiyle bizi çekenin çekimine yakalanırız. Bu şekilde cezbedilerek bizi çekenin çekiminde olduğumuzda özümüz zaten bu "...e doğru çekilme"nin damgasını taşır. Biz geri çekilenin çekimindeyken bu kendini geri çekene işaret ederiz. Biz ne isek (veya her kimsek) bu doğrultuyu işaretle o oluruz. _Hafıza her yerde her şeyden önce düşünülmeyi talep edenin üzerine düşüncenin toplanmasıdır. Hafıza, hatırlamanın toplanmasıdır. _Şiir, ancak hatırlayan, kökene doğru düşünen düşünmeden fışkırır. _Bir şeyden diğerine farkında olmaksızın ilerlediğimiz ve her şeyin aynı kaldığı istikrarlı bir ilerlemeden farklı olarak sıçrama bizi birdenbire, her şeyin farklı olduğu, hem de bize yabancı gelecek kadar farklı göründüğü bir yere alır götürür. Her ne kadar böyle bir sıçramayla düşüp yüzüstü kapaklanmasak da, sıçramanın bizi alıp götürdüğü şey şaşırtacak (bozguna uğratacaktır. _Düşünme meselesi her zaman şaşırtıcıdır, önyargıdan kurtulduğumuz ölçüde bu daha da fazla böyledir. Önyargıdan kurtulmak için, dinlemeye hazır ve istekli olmalıyız. Böyle bir hazır oluş, her türlü alışıldık görüşün oluşturduğu sınırları aşmamıza ve daha açık bir alana erişmemize izin verir. _Sanat ve bilimlerin birbirinden bütünüyle farklı olduğunu herkes kayıtsız şartsız kabul eder. Fakat eğer düşünme ve bilimler arasında bir ayrım yapılır ve bu ikisi birbiriyle karşılaştırılacak olursa, bu doğrudan doğruya bilimin kötülenmesi olarak düşünülür. Bilimsel eğitime hizmet eden platformun tam üzerinde bilime karşı bir tutum almak hem incelikten hem de zevkten yoksun olurdu. ___ _Immanuel Kant (1724-1804)_ _Kant'ın uzun felsefe ve düşün yaşamı geleneksel olarak üç döneme ayrılır: Birincisi, mekaniğin temel kavramlarını ya da ilksel bulutsudan yola çıkarak Dünya'nın Kökeni sorununu çözmeye çalıştığı eleştiri-öncesi dönemdir (1746-81). İKincisi, eleştirel anlayışa uygun ahlaKın ilkelerini ortaya koyma amacı güttüğü, dogmacılığa karşı olduğunu belirtmek için eleştiricilik adını verdiği dönemdir (1781-90). Üçüncüsü ise, siyasete hiç karışmamasına rağmen Daimi Barış adı altında siyasal felsefe metnini yayımladığı saldırma/ savunma dönemidir (1790-1800). _18. yüzyıldan beri birçok öğreti Kant temeli üstüne kurulmuştur. Olguculuk, Varoluşçuluk, Uygulayıcılık gibi birçok felsefe akımı Kant temeline dayanmaktadır. _Arthur Schopenhauer (1788-1860)_ _Öğretim üyeliğinden ayrılarak Frankfurt'ta münzevi bir hayat yaşamaya başlamıştır. Schopenhauer'in felsefesi, hem Kant idealizmine hem de Hint filozoflarına dayanmaktadır. Schopenhauer bütün doktrinini, özneyi ve nesneyi kapsayan, tasavvur ve irade gücü kavramı üstüne kurar. Schopenhauer'in felsefesine göre, dünya bir tasavvurdur, yani o, akılda tasavvur edildiğinden başka bir şekilde düşünülemez (idealizm). Schopenhauer, bu fenomenler dünyasının dayanağına, "irade" (istenç) adını verir ve her kuvveti bir irade olarak görür (iradecilik). _Martin Heidegger (1889-1976)_ _Varoluşçu. Hitler'in güç kazandığı dönemde, Hazi Partisi'ne katıldı. Nazilere katıldığı gerekçesiyle 1945'te üniversiteden uzaklaştırıldı. _Heidegger'in felsefesine göre, insan, varoluşun ortasına öylece, orada- bir-variık olarak (Dasein) atılmıştır. Bu bir tercih ya da seçim sonucu değildir. İnsan bu bırakılmıştık içinde tercihler ve seçimleriyle kendi yaşamını ileriye doğru kurar. İnsan, bırakılmışlığında ölüme yazgılıdır ve varoluşunu buna göre gerçekleştirmelidir. ___ _Mutat : Alışkanlık haline gelmiş _Meleke : Alışkanlık, Yeti, yapabilme gücü, zihinsel güç _Spekülatif: Kurgusal, ticarette vurgun amaçlı. _Fütursuz : Aldırışsız. Fütursuz özgürlük. _Her halükârda: İlla ki, eninde sonunda _Mihenk taşı : Bir şeyin kalitesini belirlemek için kullanılan kıstas _Fikri sefalet _Farklı bakış açıları _Yekpare: Tek parça _Eşek köprüsü: yeniyetmelere skolastikte bir teoremi ve ispatlanmasını anlatmanın doğurduğu güçlük eşeklerin köprüden geçirilmesiyle ilişkisi içerisinde verilirdi _En yüksek iyi kavrama nesnel gerçeklik kazandırmak. __
·
425 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.