Gönderi

_İlk bakışta sevmeden kim âşık olmuştur ki? Shakespeare _Aşkın gözü kördür. Platon bu sevgiyi, kurtların kuzulara duydukları sevgi ile karşılaştırmıştır. Aşık olan, artık kendine ait değildir. Seven kişi, kendisine ters gelen bütün özelliklere gözünü kapayabilir; her şeyi görmezlikten, bilmezlikten gelir. _Sevgilinin bir başkasına bırakılması bütün fedakârlıklardan daha büyük bir fedakârlıktır. (Kurban olma durumudur.) Bu nedenle kıskançlık öylesine işkence verici ve gazap doludur. _Evlilikte hedef, entelektüel bakımdan eğlenmek değil, çocuk meydana getirmektir. Kadınların, bir erkeğin aklına, kültürlülüğüne âşık olduklarını ileri sürmeleri, budalaca, gülünç bir iddiadır. Kadının kazanılmasında etkili olan başlıca özellikler, iradenin sağlamlığı, kararlılık ve cesaret, belki de ayrıca iyi yüreklilik ve dürüstlüktür Buna karşılık erkeğin entelektüel avantajları kadının üzerinde öyle doğrudan ve içgüdüyü etkileyecek zorlama ve güç uygulamazlar çünkü bunlar babadan (çocuğa) geçebilecek olan özellikler değillerdir. Erkekteki akıl kıtlığı, kavrama yetisi yetersizliği, kadınlara zarar vermez: Tersine belki ağır basan zihinsel güç ya da hatta dâhilik, erkekteki bir anormallik olarak kadını üzerinde elverişsiz etki bile yapabilir. Bu nedenle, sıklıkla, çirkin, budala ve kaba bir erkeğin, iyi yetişmiş, eğitimli, zihinsel yetenekli, akıllı ve sevimli bir adamı kadınlar karşısında saf dışı ettiğini görürüz. Hatta zaman zaman zihinsel, entelektüel bakımından alabildiğine farklı, uyumsuz varlıklar arasında bile aşk evlilikleri yapılır. Örneğin erkek, kaba, güçlü ve kifayetsiz: kadın hasas ruhlu, ince düşünen, eğitimli, iyi yetişmiş, estetik duygulu vb. olabilir; ya da hatta kadın dâhi ve bilgindir o ise bir kaz kafadır: _Bütün aşklar, istedikleri kadar uçarı, tensellikten, dünyevilikten uzak, ayakları yerden kesik görünsünler, sadece cinsel dürtüde temellenirler. Yaşam sevgisinin yanı sıra, bütün itici güçlerin en güçlüsü ve faali olduğunu ispatlamış olduğu, insanlığın genç kesiminin enerji ve gücüyle birlikte düşüncelerinin yansını sürekli olarak meşgul ettiği, hemen her insan çabasının nihai amacı olduğu, en önemli meselelerde belirleyici etkiler yaptığı en feci kavga dövüşleri körüklediği, en değerli ilişkileri bozduğu, en sağlam bağları koparttığı, sadık olanları birer haine dönüştürdüğü; kısacası, bir bütün olarak, her şeyi tersine çevirmeye, karmakarışık etmeye ve yıkmaya çalışan kötü niyetli, düşmanca bir iblis olarak ortaya çıktığı bu gerçek dünyada da oynadığı önemli rolü incelersek, insan şöyle haykırmadan edemez: Bunca gürültü patırtı niye?_Aslında sadece öznel bir ihtiyaç olan cinsel dürtü, çok akıllı bir tarzda nesnel bir hayranlık maskesini takmayı ve bu yoldan bilinci aldatmasını çok iyi bilir. Çünkü doğa kendi amaç ve hedefleri için bu savaş hilesine muhtaçtır. _Sevenler gerçek bir birleşme ve kaynaşma yoluyla bundan böyle sadece bu tek varlık olarak yaşamayı sürdürmek için tek bir varlık olmanın özlemini duyarlar ve bu özlem, sonunda, içinde her ikisinin de kalıtımsal özelliklerinin kaynaştığı ve birleştiği o tek varlıkta yaşama devam etmeleriyle gerçekleşir. _Erkekler kolayca yılda yüz çocuk meydana getirebilir: kadın ise, istediği kadar çok erkeğe sahip olsun, ikiz ihtimalini hesaba katmazsak, yılda sadece bir çocuk dünyaya getirebilir. Bu nedenle erkeğin gözü hep başka kadınlardadır; kadın ise buna karşılık tek bir erkeğe sımsıkı sarılır: Bundan ötürü erkeğin eşine sadakati yapaydır, kadınınki doğaldır; dolayısıyla da, kadının ihaneti, nesnel olarak, sonuçları bakımından olduğu kadar, öznel olarak doğaya aykırılığı bakımından da erkeğinkinden çok daha az bağışlanabilir bir ihanettir. _Oğlancılık roma ve yunanda yaygındır ve gurur vericidir. Hatta Platon Şölende* Sokrates’in, ona kendisini sunan Alkibiades’i geri çevirişini örneksiz bir yiğitlik olarak tanımlar. Yunanlılarda, delikanlıların erkek sevgililerinin olmaması, ayıp sayılıyordu; Aşırı nüfusu engeller. Fransa’da hâlâ 16. yüzyılda bile oğlancılığın cezası odun yığınları üzerinde yakılmaktı. Doğanın iki kötüden daha az kötü olanını seçmesini engelleyecek kadar büyük değildir; doğa da bu kötüyü seçerek çok daha büyük bir belayı, türün depravasionu’nu, yani yozlaşmasını daha baştan önlemeye ve buna bağlı, gittikçe artabilecek mutsuzlukları önlemeye yönelir. _Doğa yaşlı insanları türün kalitesini düşürmemek için oğlancılığa yönlendirir. Kadınlara karşı kayıtsızlık, iğrençlik beslenir. _Oğlancılık, çok genç insanlar ile altmışına merdiven dayamış erkekler, ‘irade’nin kusursuz döl taleplerine cevap veremeyeceklerdir ama içgüdünün bunların içine yerleştirdiği cinsel dürtü hâlâ tatmin aramaktadır. İşte bu noktada yaşlı erkeklerin çok genç delikanlılara, oğlanlara sarmaları, ‘irade’nin, türün selameti için bulduğu bir yol. _Caderon, piyesinde: Demek ki beni seviyorsun. Kaybedebilirim bunun için binlerce zafer, Dönebilirim... _Nihayet ulaşılan zevkin ardından her âşık çarpıcı bir hayal kırıklığı yaşayacaktır ve öylesine özlemle arzu edilmiş olan şeyin, başka her cinsel tatminde olduğundan öteye bir iş yapmadığını, dolayısıyla da kendisini öyle fazla bir yere götürmemiş olduğunu görüp şaşıracaktır. _Zıt kutuplar birbirini çeker. Kendinde olmayanı ister. Sarışınlar tıpkı beyaz fareler gibi anormal olduğundan az tercih edilir. Ufak tefek erkekler uzun boylu, iri kadınlar ararlar; sarışınlar esmeleri severler… demek ki tür için en iyiye yönelmek bir içgüdüdür. _1- Güzellikten yoksun gençlik gene de çekicidir; gençlikten yoksun güzellik çekici değildir. Kadında ilk yaş önemlidir 18 -28 her zaman çekicidir. Burada bizi bilinçdışı yönlendiren maksadın, sadece üreme imkânıyla ilintili olduğu apaçıktır: hamile kalmaya elverişli dönemden uzaklaştığı ölçüde karşı cins için çekiciliğini yitirir. 2-Sağlık 3- İskelet duruş 4- Balık etli kadın. 5 - Yüz güzelliği: Yamuk bir burun her şeyi mahveder. _Kraus: kusursuz bir vücut yapısına ve güzel küçük ayaklar türün önemli bir karakteristiğini temsil etmelerinden ileri gelir. _Kadınlar 30- 35 yaş erkekleri daha çok tercih ederler. Söz konusu yaşlarda (erkeklerin) doğurtucu gücünün doruğunu fark eden içgüdülerin yönlendiriciliğinde davranmalarıdır. Erkekte güzellikten çok güç ve cesaret çeker. _Tutkulu aşk, yani türün çıkarları vicdana hâkim olunca hiçbir şeye aldırış edilmeden zina bile yapılır. _Doğrudan başka hiçbir şey güzel değildir; sadece doğru sevilmeye değerdir. _Aşka dayalı evlilikler, bireyin değil türün çıkarları uğruna gerçekleşirler. Gerçi taraflar kendi mutluluklarını arttırdıklarını sanırlar oysa gerçek amaçlan, kendilerine yabancı bir amaçtır; bu amaç, sadece onların dünyaya getirmesi mümkün olan bir bireyi meydana getirmektir. Anne babasının tavsiyelerine ve öğütlerine kulak asmayarak zengince ve pek yaşlı olmayan bir erkeğin teklifini, bütün o rahatlık getirecek yanlara aldırış etmeden sadece içgüdüsel eğilimine göre seçimini yaparak geri çeviren bir kız, bireysel iyiliğini ve mutluluğunu türün uğruna feda etmektedir. _Mutlu çiftler çok azdır; bunun nedeni, bizatihi evliliğin özünde, şimdiki kuşağın değil, gelecek kuşağın mutlu olmasına yönelik temel amacın yatmasıdır. _İnsan böylece, türün kendisi için bireyden daha önemli olduğunu ve bireyin değil de türün içinde dolayımsız yaşadığını kanıtlar. Bu tespitler geçerliyse, âşık kişi, niçin, biricik sevgilisinin gözünde, sadece ona bağımlıdır ve her türlü fedakârlığı yapmaya hazırdır? Çünkü ötekini arzulayan, onu talep eden yan, onun ölümsüz yanıdır. Başka her türlü şeyi arzu eden ise onun ölümlü yanıdır. İşte bu, yaşama iradesidir; yani hayatın ve hayatın devamlılığının şiddetle talep ettiği şeydir. __Schopenhauer’in annesi bir yazar, kız kardeşi de edebiyatçı. Babası mali krizden intihar etmiş. Schopenhauer’in babaannesi de aklını yitirerek ölmüştür. Aile dalındaki bu mental bozukluk belirtileri, Schopenhauer’in delileri inceleyip kendince bir teori oluşturmasının da kaynağı olarak anlaşılabilir. Daha önce yaptığı Londra gezisinden de büyük bir imparatorluğun ihtişam ve zenginliğinden çok, sefil dilencilerin ve gemicilerin, kolsuz bacaksız insanların acı verici hayatlarının izleri kalmıştır üzerinde. Schopenhauer ilerki yıllarda, 17 yaşında, tıpkı Budha gibi, dünyanın dert ve acılarından çok etkilendiğini yazacaktır. Pipolarını kilit altında tuttuğunu, yatağının başucunda dolu bir tabanca bulundurduğunu, berber usturasına boynunu teslim edemediği için, tıraşını hep kendisinin olduğunu okuyoruz. Felsefesinin etik düzleminde yaptığı keşişçe, dünyadan el etek çekerek yaşama önerisi, özel, kişisel hayatında baş edemediği “irade” (dürtü) sürüklenmelerine yönelik bir tepki olarak da anlaşılabilir. Schopenhauer için beden, irade’nin yuvasıdır. Kendisinden önceki idealist felsefelerde olduğu gibi, doğrudan insanın kafasının içinde, onu düşünme faaliyetinin ürünü olarak görmeyip bu kaynağı insanın bedeninde bulur. Freudcu psikanalizde ‘bilinçdışı’ neyse, Schopenhauer’de de irade hemen hemen odur. ___
·
212 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.