Gönderi

_Yargı yetisi, derin düşünme becerisidir. _Doğa nesnelerinin büyüleyicilikleri üzerine bir yargıda bulunabilmek için, yalnızca estetik yargı yetisinin değil ama onun temelinde yatan bilgi yetilerinin de çok daha yüksek bir kültürü gereklidir. _Beğeni yargısı, herkesten onay bekler ve bir şeyi güzel olarak bildiren biri, herkesin o nesneye onay vermesi ve onun güzel olduğunu bildirmesi gerektiğinde diretir. Herkesten onay isteriz çünkü herkesle ortak bir zeminimiz vardır. Bu onaya güvenebiliriz. Yeter ki her zaman durum, onayın kuralı olarak o zeminin altına doğru olarak alınsın. _Evrensel olarak iletilebilir bir haz yoluyla ve toplumu cilalama ve ona incelik kazandırma yoluyla, insanı ahlaksal olarak daha iyi olmasa da, daha uygar kılan güzel sanat ve bilimler, bizi duyusal düşkülerin tiranlığından büyük ölçüde kurtarır ve böylece insanları yalnızca usun gücüne dayanacak bir egemenliğe hazırlarlar. Bu arada bir yandan doğa yoluyla, öte yandan insanların amansız bencillikleri yoluyla yakamızı bırakmayan kötülükler aynı zamanda ruhun kuvvetlerini çağırarak, güçlendirerek ve pekiştirerek bunlara boyun eğmemesini sağlarlar ve böylece bizi kendimizde gizli yatan daha yüksek ereklere doğru bir yetkinlik duyumsamaya yöneltir. _Lüks: Vazgeçilebilir olana düşkünlüğün, vazgeçilemez olana zarar vermesidir. _Beğeninin idealleşme noktasına dek inceltilmesinin, giderek gurur için bir besin olarak görülen bilimlerdeki lüksün böyle üretilen eğilimlerin doyurulamaz çokluğu yoluyla üzerimize boşalttıkları kötülüğün ağır basmasına karşı çıkamayız ama öte yandan bizi her zaman daha çok bizdeki hayvanlığa ait olan ve çoğunlukla daha yüksek belirlenimimizin gelişiminin karşısında duran eğilimlerin (haz eğilimlerinin) hamlık ve kabalığından kurtarıp kazanmaya ve insanlığımızın gelişmesi için yer açmaya çalışan doğa ereğini görmezden gelemeyiz. _Beğeni Eleştirisinin Bölümleri_ _Sıradan insan anlağının aşağıdaki düzgüleri, beğeni eleştirisinin bölümleri olarak buraya ait olmasalar da, onun ilkelerini durulaştırmaya hizmet edebilirler. Bunlar: _1. Kendi için düşünmek. _2. Başkalarının yerinde düşünmek. _3. Her zaman uyumlu olarak düşünmek. _Birincisi önyargısız, ikincisi genişletilmiş, üçüncüsü tutarlı düşünme yoludur. Birincisi hiçbir zaman edilgin olmayan bir usun düzgüsüdür. Böyle edilginliğe, dolayısıyla usun özerksizliğine yatkınlığa önyargı denir ve tümü içinde en büyüğü doğanın anlağın kendi özsel yasası yoluyla onun temeline koyduğu kurallara alt güdümlü olmadığını tasarımlamalı, boş inançtır. Boş inançtan kurtuluşa, Aydınlanma denir çünkü bu adlandırmanın genel olarak önyargılardan kurtuluşa ait olmasına karşın, gene de boş inanç öncelikle bir önyargı adını hak eder çünkü boş inancın birini içine düşürdüğü, giderek ondan bir yükümlülük olarak istediği körlük, başkaları tarafından güdülme gereksinimini, dolayısıyla edilgin bir us durumunu özelikle belirgin kılar. _Düşünme yolunun ikinci düzgüsüne gelince, yetenekleri hiçbir büyük kullanıma (özellikle yeğinlik açısından) erişmeyen birine sınırlı demeye oldukça alışmışızdır. Ama burada söz konusu ola nbilgi yetisi değil, onu ereksel olarak kullanan düşünme yoludur. İnsana verilen doğal yetilerin ulaştığı alan ya da derece ne denli küçük olursa olsun, birinin yargının başka birçoklarını kısıtlayan öznel kişisel koşullarını gözardı ederek kendi yargısı üzerine evrensel bir duruş noktasından (ki bunu ancak kendini başkalarının duruş noktasına koyarak belirleyebilir) düşünmesi onun geniş düşünme yolu olan biri olduğunu belirtir. _Üçüncü düzgü, yani tutarlı düşünme yolu düzgüsü,erişmesi en güç olanıda ve ona ancak ilk ikisinin birleşmesi yoluyla ve onlara sürekli uymanın bir alışkanlığa dönmesinden sonra erişilebilir. Diyebiliriz ki, bu düzgülerden birincisi anlağın, ikincisi yargı yetisinin, üçüncüsü usun düzgüsüdür. _Estetik olarak derin düşünen yargının açımlaması üzerine genel not: Haz duygusu ile bağıntı içinde bir nesne, ya Hoş ya Güzel ya Yüce ya da İyi sayılır. Hoş olan, isteğin güdüsü olarak kültürü arttırmaz ama yalnızca hazza aittir. Buna karşı güzel ise nesnenin anlaşılır kılınabilen ve kavramlara indirgenmeye izin veren belli bir tasarının ister ve kültürü yükseltir çünkü aynı zamanda haz duygusunda erekselliğe dikkat etmeyi öğretir. Yüce yalnızca onda doğa tasarımındaki duyulurun olanakdışı bir duyulur üstü kullanım için uygun olarak yargılandığı ilişkiden oluşur. Saltık olarak İyi olan, öznel olarak esinlendirdiği duyguya göre ve kendinde hiç kuşkusuz estetik değil ama entelektüel yargı yetisine aittir ve salt derin düşünen değil ama belirleyen yargı ile doğaya değil ama özgürlüğe yüklenir. Eylemin ödevden yasaya uygunluğunu aynı zamanda estetik olarak, yüce olarak, güzel olarak tasarımlanabilir kılabilir ve bunu arılığından vazgeçmeksizin yapabilir. _Başkalarının bize ters düşen yargısı haklı olarak bizi kendi yargımız açısından kuşkulu kılabilir ama hiçbir zaman doğru olmadığına ikna edemez. Öyleyse beğeni yargısını birine dayatacak hiçbir görgül tanıtlama zemini yoktur. _Duyunun, evrensel kurallar ileri sürmek için en küçük bir yeteneği bile yoktur. Tersine, eğer duyuların üzerine daha yüksek bilme yetilerine yükselemeseydik, hiçbir zaman düşüncelerimize gerçeklik, uygunluk, güzellik ya da dürüstlüğün bu tür bir tasarımı giremezdi. Yargı yetisine, onun derin düşünme ediminden çok, yalnızca sonucunu göz önüne alırsak, bir 'duyu’ adını veririz ve bir gerçeklik duyusundan, bir terbiye, dürüstlük, vb. duyusundan söz ederiz ve gene de hiç kuşkusuz biliriz ki ya da en azından bilmemiz gerekir ki, bu kavramlar, yerlerini bir duyuda bulamazlar. _Beğeni, hoşlanmanın olabilmesi için bir çekicilik ve heyecan karışımına gereksindiği yerde ve özellikle bunları, onayı için ölçün yaptığı düzeye dek, her zaman barbarcadır. Üzerinde çekicilik ve heyecanın (gerçi güzelden hoşlanma ile bağlı olabilseler de) hiçbir etki taşımadığı ve öyleyse belirlenim zemini olarak yalnızca erekselliği alan bir beğeni yargısı bir an beğeni yargısıdır. _Yüce, onunla karşılaştırma içinde başka her şeyin küçük olduğu şeydir. Şeylerin büyük ya da küçük olarak yargılanışı her şeye giderek onların tüm belirliliklerine dek genişler. Buna göre giderek Güzelliğe bile büyük ya da küçük deriz ve bunun zemini yargı yetisinin ilkesine göre yalnızca sezgide sergileyebildiğimiz (öyleyse estetik olarak tasarımlayabildiğimiz) şeyin her durumda bir görüngü ve öyleyse bir nice olmasıdır. Oysa bir şeye yalnızca büyük değil ama saltık olarak ve her bakımdan (tüm karşılaştırmanın ötesinde) büyük, yüce dersek, çok geçmeden görürüz ki, bunun için onun dışında değil, yalnızca içinde uygun bir ölçün aramamıza izin vardır. Öyle bir büyüklüktür ki, yalnızca kendi kendisine eşittir. Yücenin öyleyse doğanın şeylerinde değil ama yalnızca bizim idealarımızda aranması gerektiği bundan çıkar ama hangilerinde yattığı sorusu tümden gelim için saklı tutulmalıdır. _Teleskoplar bize ilk, mikroskoplar ikinci gözlemi yapmamız için yeterince bol gereç sağlamışlardır. Öyleyse duyuların bir nesnesi olabilen hiçbir şeye, bu temelde irdelendiğinde, yüce denemez. Ama tam olarak imgelem yetimizde sonsuza ilerlemeye doğru bir çaba olduğu için ve buna karşı usumuzda ise gerçek bir İdea olarak saltık bütünlüğe doğru bir istem yattığı için, duyu dünyasının şeylerinin büyüklüğünü hesaplama yetimizin bu İdea için yetersizliğinin kendisi bizdeki duyulmuş bir yetinin duygusunun uyandırılışıdır ve saltık olarak büyük olan şey duyunun nesnesi değil ama yargı yetisinin belli nesneleri bu sonuncudan (duygu) yana kullanma yoludur ve bunun karşısında başka her kullanım yolu küçüktür. Öyleyse tinsel uyarlanıma, derin düşünen yargı yetisini uğraştıran belli bir tasarıma yüce denmelidir, nesneye değil. _Yazgının başka insanlara getirdiği kötülükler üzerine duyulan hüzünden (ki nedeni duygudaşlıktır) ayrı olarak, insanların birbirlerine yaptıkları için duyulan bu hüzün (ki ilkelerde bağdaşmama üzerine dayanır) yücedir. Çünkü idealar üzerine dayanır. Oysa birincisi yalnızca güzel sayılabilir. _Yalınlık (Sanat olmaksızın ereksellik): Bir bakıma doğanın Yücedeki biçemidir. Öyleyse ikinci bir (duyulurüstü) doğa olan törelliğin de biçemidir. Doğanın yalnızca yasalarını biliriz ama bizde bu yasamanın temelini kapsayan duyulurüstü yetiye sezgi yoluyla ulaşamadan. _Birinin insanlara düşman olduğu için mistisizmden ötürü ya da düşman olarak onlardan korktuğu için antropofobiden(insan korkusu) ötürü insanlardan kaçması bir ölçüde tiksindiren, bir ölçüde küçümsenen bir şeydir. Hiç kuşkusuz bir misantropi vardır ki, düzgün düşünen pek çok insanda ileri yaşla birlikte sık sık ona doğru bir eğilim kendini gösterir. İyilikseverlik söz konusu olduğu ölçüde hiç kuşkusuz yeterince filan tropik olmasına karşın uzun ve bir deneyim nedeniyle insanlardan hoşlanmadan çok uzaklaşmıştır. Bunun kanıtı çekinikliğe eğilim, uzaklardaki bir kır köşesi için düşlemsel dilek ya da (gençler durumunda) yaşamını dünyanın geri kalanının bilmediği bir adada küçük bir aile ile geçirebilme gibi bir mutluluk düşü tarafından sağlanır. Bir düş ki, romancılar ya da Robinson öyküleri yazarları ondan yararlanmayı çok iyi bilirler. İnsanları sevemediğimiz yerde onlardan nefret etmemek için tüm toplumcul sevinçlerden vazgeçmek ancak küçük bir özveri gibi görünür. _Yalnız biri, (gözlemlerini başkalarına iletme niyetinde olmayan) bir yaban çiçeğinin, bir kuşun, bir böceğin vb. güzel şeklini hayranlık ve sevgi ile seyreder ve ondan bir zarar görecek olsa bile, genel olarak doğada böyle bir şeyi kaçırmayı istemez. Ondan bir yarar sağlamayı ise hiç istemez ve doğanın güzelliğinde dolaysız ve hiç kuşkusuz entelektüel bir çıkar bulur. Doğanın ürünü ona yalnızca biçimine göre değil, ama ayrıca varoluşu ile de haz verir ve duyusal çekiciliğin bunda hiçbir payı olmadığı gibi onunla herhangi bir erek de birleşmiş değildir. _Şimdi hiç kuşkusuz isteyerek kabul ediyorum ki, sanatın güzeline ilgi(doğa güzelliklerinin süs için yapay kullanımını da buna katıyorum) hiçbir biçimde ahlaksal iyiye bağlı, giderek ona eğilimli bir düşünme yolu için bile bir tanıt sağlamaz. Ama buna karşı ileri sürüyorum ki, doğanın güzelliğine dolaysızca ilgi duymak (yalnızca onu yargılamada beğeni göstermek değil) her zaman iyi bir ruhun belirtisidir ve bu ilgi, alışkısal olduğu zaman, hiç olmazsa ahlaksal duyguya uygun düşen bir ansal durumu belirtir. Eğer doğanın seyredilmesi ile isteyerek birleşiyorsa. _Olan, olmuş ve olacak her şeyim ve hiçbir ölümlü, peçemi açmış değildir. Belki de hiçbir zaman İsis(Doğa Ana) Tapınağı üzerindeki iyi bilinen yazıtta olandan daha yüce bir şey söylenmiş, ondan daha yüce bir düşünce anlatılmış değildir: Büyük Frederik _Güzel olana, güzel olarak dolaysız bir ilgi duyabilmemize yol açan şey, doğaya da bizim doğa diye aldığımız şey olmalıdır. Güzel, doğa için hiçbir duygu taşımayanların ve kendilerini yeme ve içmede bulunan salt duyu hazlanma adayanların düşünme yollarını kaba ve soysuz olarak gördüğümüzde olur. _Doğanın birinci ereği, insanın mutluluğu, ikincisi ise kültürü olacaktır. Mutluluk kavramı insanın içgüdülerinden soyutlayarak türetebileceği ve böylece kendi içindeki hayvanlıktan çıkarabileceği bir şey değildir. Tersine, salt bir durumun ideasıdır ki, insan o durumu 0 idea için salt görgül koşullar altında (ki olanaksızdır) yeterli kılmayı ister. Kendisi bu ideayı imgelem yetisi ve duyu ile karışan anlağı yoluyla öylesine değişik yollarda tasarlar. Ondaki doğa yatkınlıklarının tutarsızlıkları, onu kendisinin neden olduğu eziyetlere ve kendi cinsinden başkalarını efendilik baskısı, savaşların barbarlığı vb. yoluyla sefilliğe düşürür ve kendisi elinden geldiği ölçüde kendi cinsinin yok oluşu için çalışır. _İnsan her zaman yalnızca doğa erekleri zincirindeki bir halkadır. Yeryüzünde anlak ve dolayısıyla kendi önüne keyfî erekler koyma yetisi taşıyan biricik varlık olarak, hiç kuşkusuz doğanın efendisi olma hakkını taşır ve eğer doğayı teleolojik bir dizge olarak görürsek, insan belirlenimine göre doğanın son ereğidir. _Ussal bir varlığın genel olarak keyfi ereklere yeteneğinin üretimi kültürdür. Öyleyse ancak kültür insan-cinsi açısından doğaya yüklemek için nedenimizin olduğu son erek olabilir. _Beceri, insan soyunda, insanlar arasındaki eşitsizlik aracılığıyla olmanın dışında geliştirilemez çünkü büyük çoğunluk yaşam zorunluklarını kültür, bilim ve sanatın daha az zorunlu öğeleri için çalışan başkalarının rahatlık ve boş zamanlan uğruna, özellikle herhangi bir sanata gerek duymaksızın bir bakıma düzeneksel olarak sağlar ve onlar tarafından bir baskı, ağır emek ve çok az yararlanım durumunda tutulur. Gene de yüksek sınıfların kültüründen pek çok şey aşamalı olarak onlara da yayılır. Ama bu kültürün ilerlemesi ile (ki bunun doruğuna, vazgeçilebilir olana düşkünlük vazgeçilemez olana zarar vermeye başladığı zaman, lüks denir) çektikleri eziyet bir yandan dışarıdan şiddet yoluyla, öte yandan iç hoşnutsuzluk yoluyla olmak üzere, iki yönde de eşit ölçüde artar ama gene de bu görkemli sefillik insan soyunun doğal yeteneklerinin gelişimi ile bağlıdır, _Savaş, insanların dizginlenmemiş tutkularını uyandırır. Yetkeyı ellerinde tutanlardaki şan hırsının, egemenlik hırsının ve mal hırsının böyle bir tasarım olanağının bile karşısına çıkardıkları engelleri savaş (ki onda bir yandan devletler parçalanır ve daha küçük devletlere çözülürken, öte yandan bir devlet daha küçük olanları kendine katarak daha büyük bir bütün oluşturmaya çalışır) kaçınılmazdır. _İnsan niçin var olmalıdır? diye sorarsam, o zaman burada söz konusu olan şey, en yüksek usun yaratılış için isteyeceği gibi, nesnel olarak en yüksek bir erektir. Eğer, “Varlıklar o en yüksek neden onlara iyilikte bulunabilsin diye var olurlar”, yanıtını verirsek, o zaman insanın usunun giderek en iç mutluluk dileğini (yani kendi iç ahlaksal yasaması ile uyumu) bile ona alt güdümlü kıldığı koşul ile çelişiriz. Bu mutluluğun yalnızca koşullu erek olduğunu ve insanın öyleyse ancak ahlaksal varlık olarak yaratılışın son ereği olabileceğini tanıtlar ama insanın durumu ile ilgili olarak, mutluluk onunla ancak varoluşunun ereği olarak o erek ile uyumunun ölçüsüne göre bir sonuç olarak bağıntı içinde durur. _Kültür, ruhu idealara uyarlar. _En yüksek varlığı, özellikler ile düşünen din, kılgısal bir anlamda her zaman putperestliktir. _Mutluluk, insan açısından doğanın bir ereği bile değildir. _Dehâ doğuştan cezbe-şiâr kişidir ki, tabiat san'ata onunla kural koyar. _Beğeni yargısı, bilişsel bir yargı değildir. Dolayısıyla mantıksal bir yargı değildir. Daha ziyade, estetiktir ve bununla belirleyici zemini öznel olmaktan başka bir şey olamaz. _Tüm sanatlar arasında şiir ilk sırada yer alır. (kökenini neredeyse tamamen dehaya borçlu olan ve en azından bir ilke ya da örnek tarafından yönlendirilecek olan) _Yücelik doğanın hiçbir şeyinde değil, ama yalnızca bizim anlığımızda bulunur. Yeter ki içimizdeki doğaya ve bu yolla dışımızdaki doğaya üstün olduğumuzun bilincinde olabilelim. Bizde bu duyguyu uyandıran her şeye yüce denir. _Saf bir estetik yargı, tamamen ilgisiz bir haz duygusuna, yani nesneye bağlı olmayan ya da nesne için bir arzu yaratmayan bir haz üzerine dayanır. Ancak erotik sanat eserleri tam olarak cinsel iştahlarımızı ve arzularımızı incelemek ve teşvik etmek anlamına geldiğinden, estetik bir yargının nesnesi olabileceğini görmek zordur. ___ _Gerçekte törel ideaların gelişimi olmadığında, bizim, kültür tarafından hazırlanmış olarak yüce dediğimiz şey, eğitimsiz insana yalnızca yıldırıcı gelir. _İyi ve anlayışlı Savoy köylüsü, karlı dağlan seven herkese, hiç duraksamadan aptallar diyordu. Bütünüyle haksız olmuş olduğunu kim bilir. _Doğadaki Yüce üzerine yargının, kültüre gereksiniminin olmasına karşın, gene de tam bu nedenle birincil olarak kültür tarafından üretilmez ve salt uylaşımsal bir yolda topluma sunulmaz; tersine, temelleri insan doğasında ve hiç kuşkusuz sağlam anlak ile birlikte aynı zamanda herkese yüklenebilir ve herkesten beklenebilir olan şeyde, yani (kılgısal) idealar için duyguya, ahlaksal olana eğilimde bulunur. Yüce üzerine başkalarının yargılarının bizimki ile anlaşmasının zorunluğu buna dayanır. Çünkü tıpkı doğanın güzel bulduğumuz bir nesnesi üzeride yargıda bulunurken ilgisiz olan birini beğeni eksikliği ile kınamamız gibi, yüce olarak yargıladığımız şeyin önünde kıpırdamadan kalan biri de hiçbir duygusunun olmadığını söyleriz. Ama hem beğeniyi hem de duyguyu her insandan bekleriz ve onları biraz kültürü olan birinde varsayarız; yalnızca şu ayrım ile ki, birinciyi tam olarak herkesten beklerken, çünkü yargı yetisi onda imgelem yetisini yalnızca kavramlar yetiksi olarak anlak ile bağıntılar. İkinciyi ise, onda yargı yetisi imgelem yetisini idealar etisi olarak us ile bağıntıladığı için, yalnızca öznel bir varsayım altında yani {insandaki} ahlaksal duygu varsayımı altında bekleriz ve böylelikle bu estetik yargıya da zorunluk yükleriz. _Genel olarak yargı yetisi tikeli, evrenselin altında kapsanıyor olarak düşünme yetisidir. Eğer evrensel ilke, verili ise, o zaman tikeli onun altına alan yargı yetisi (üstelik aşkınsal yargı yetisi olarak o evrenselin altına almanın yalnızca onlarla uyum içinde olanaklı olduğu koşulları a priori verse bile) belirleyicidir. Ama eğer yalnızca tikel verili ise ve onun için evrenseli bulması gerekiyorsa, o zaman yargı yetisi salt derin düşünendir. _Bir ereğin ne olduğunu aşkınsal belirlenimlerine göre (haz duygusu gibi görgül bir şey varsayılmaksızın) açıklamayı istersek, erek bir kavramın nesnesidir ama kavram nesnenin nedeni (olanağının olgusal zemini) olarak görüldüğü ölçüde; ve bir kavramın nesnesi açısından nedenselliği erekselliktir. Öyleyse nerede yalnızca bir nesnenin bilgisi değil ama nesnenin kendisi (biçimi ya da varoluşu) etki olanak yalnızca bu etkinin bir kavramı yoluyla olanaklı olarak düşünülürse, orada bir erek düşünülür. Etkinin tasarımı burada nedeninin belirlenim zeminidir ve onu önceler. Bir tasarımın nedenselliğinin özneyi aynı durumda tutma amacıyla bilinci burada genel olarak haz denilen şeyi belirtebilir. Buna karşı hazsızlık ise tasarımların durumunu onların kendi karşıtlarına belirlemenin (onları gidermenin ya da uzaklaştırmanın) zeminini kapsayan tasarımdır. _Teleoloji, hangi konumu hak eder? Doğa bilimine mi aittir yoksa tanrı bilime mi? İkisinden biri olmalıdır çünkü hiçbir bilim birinden ötekine geçişe ait değildir. Teleoloji, tanrıbilime de doğa bilimine de tam anlamıyla ait değildir. Tanrı bilime ait değildir. Çünkü, nedeni doğanın dışında ve ötesinde yatan bir zemin olarak göstermesine karşın, gene de bunu doğa irdelemesinde belirleyen yargı yetisi için değil ama yalnızca (dünyadaki şeylerin yargılanışını düzenleyici ilke olarak böyle bir idea yoluyla insan anlağı ile uyum içinde yönetme amacıyla) derin düşünen yargı yetisi için yapar. Doğa bilimine de ait görünmez çünkü bu bilim, doğa etkilerine nesnel zeminler verebilmek için derin-düşünce ilkelerine değil ama belirleyici ilkelere gereksinir. Bunların teleolojik kavramlara göre bir dizge oluşturmaları ölçüsünde, aslında yalnızca tikel bir ipucuna göre oluşturulan doğa betimlemesine aittir. _Teleoloji öyleyse bilim olarak hiçbir öğretiye ait değildir ama yalnızca eleştiriye, ve dahası tikel bir bilgi yetisinin, yargı yetisinin eleştirisine aittir. _Bir karşılaştırmalı anatomi aracılığıyla örgütlü doğanın büyük yaratısının içinden geçerek orada bir dizgeye benzeyen ve dahası türeyiş ilkesi ile uyum içinde olan bir şeyin bulunup bulunmadığını görmeye çalışmak övgüye değerdir. Bu olmaksızın yalnızca yargılama ilkesinde takılır ve umutsuzluk içinde bu alanda doğa üzerine iç görüye yönelik tüm istemden vazgeçmek zorunda kalırdık. _Şimdi diyorum ki, ruhbilimsel-tanrıbilim, ne denli ileri götürülebilirse götürülsün, gene de bizim için yaratılışın bir son ereği üzerine hiçbir şey açığa çıkaramaz çünkü giderek ona ilişkin soruya bile ulaşmaz. Öyleyse anlaklı bir dünya nedeni kavramını kendimiz için ereklere göre anlaşılabilir kılabileceğimiz şeylerin olanağının yalnızca bizim bilgi yetimizin yapısı için uygun öznel bir kavramı olarak hiç kuşkusuz aklayabilir. _Dünyada hiçbir şeyin boşuna olmadığını, ama doğada her şeyin herhangi bir şey için iyi olduğunu kabul etmek için zeminimiz nedir? Anlaklı bir dünya nedeni (en yüksek sanatçı olarak) kavramını belirlemek için veriler, dolayısıyla ilkeler yalnızca görgül oldukları için, bize deneyimin onun etkilerinde açığa serdiklerinden daha öte hiçbir özelliğim çıkarsama yeteneği vermezler; …… _Törel - Töreye uygun olan _Tikel - Parça _Tümel - Bütün _Erek - Hedef _Anlık - Kavrama(duyudan ve istençten ayrı olarak var olan bilme yetisi.) _Kırgısal - Düşünce alanında kalmayarak eyleme dönüşen _Kuramsal - Düşünsel _Saltık - Bağımsız _Önerme - Görüş, öne sürülen düşünce _Ereksel - Teleoloji - Amaç _Anlak - (Zeka- anlama, düşünme, algılama, akıl yürütme, yargılama ve çıkarsama gibi yeti ve yeteneklerinin tümü.) (Akıl-anlama gücü.) _İkircik - Kuşku _Görgül - Tecrübe _Düzgü - Kural, önerme _Önsöz_ _Kant, burada, yargı yetisini insan zihninin bilişsel yetilerinden bağımsız bir yeti haline getirir. Sonuçta teleolojik bir doğa anlayışına başvurarak, doğayı insanla taçlandırır. _Kant’ın muhteşem üçlüsünün -Arı usun eleştirisi, -Pratik usun eleştirisi ve son kitabı, son kritiği -Yargı yetisinin eleştirisi kitabında ahlak ve us arasında olarak yorumladığı “Yargı Yetisi”nin kendi içindeki dinamiklerini sorguluyor. Kant bunu yaparken; yargı gücünün estetikle algılanabileceğini ve bunu da ancak yargı gücünün bilme ve özgürlük arasına yerleştirilerek yapılabileceğini savunuyor. _Estetik Akıl da diyebileceğimiz yargı gücü, sezginin, güzele, yani uygun, uyumlu ve ölçülü olana, yüceye duyarlılığın, beğeninin, hayranlığın, ürpermenin meydana geldiği alanda etkindir.
··
118 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.