Kitap bittiğinde ve biraz sindirdiğimde bu kitap Herbert'ın başyapıtı olabilir mi? Diye düşündüm. Dune kitabında aniden tercih ettiği zaman atlamasının derinliği dağıtması, Dune Mesihi'nin ara kitap olması ve Dune Çocuklarında yaşanan yüzlerce olayı 600 sayfaya sığdırmaya çalışıp aceleye getirilmiş bir son vermesinin ardından; hiç acelesi olmayan, anlatmak istediğini yavaş yavaş anlatan Dune Tanrı İmparatoru bana kalırsa serinin en oturaklı ve en 'olgun' kitabı.
Bir karakteri Tanrı yerine koyup, o karakteri yazabilecek özgüvene ve yeteneğe sahip sayılı yazardan biri olması kitabı okurken Herbert'a duyduğum saygıyı çok arttırdı. Direkt 'Ben bir Tanrı yazabilecek kadar bilgiye ve deneyime sahibim, onu da sizlere aktaracağım' demiş.
Aslında Dune serisini en başından beri sevme sebebim buydu. Bilim kurgu olması, özel evreni falan değil, Herbert'ın bilim kurgu adı altında 60 yıl sonra bile altın değerinde olan deneyimlerini paylaşmasıydı. Bu olayı da en sık yaptığı kitabı, özellikle çalıntı günlükler ve Tanrı Leto adı altında bu kitabıdır diye düşünüyorum.
Sonuç olarak 3 kitabın ardından nefeslendiren, sorgulatıp düşündüren ve özel bir haz veren bana kalırsa serinin en iyi kitabı gibi duran bir başyapıt kendisi. Leto II karakteri ise uzun zamandır okuduğum en hisli ve insani duyguların ağırlığı altında çaresizce ezilen karakterlerden biriydi. Belki de zamanın iyileştirici gücünün olmadığını en iyi anlatan karakterdir kendisi.
Kısaca her cümlesi hayatımız boyunca asla karşılaşamayacağımız nadir ve bilge bir zihinden çıkmış. Herbert elimize el feneri tutuşturup, karanlık geleceğimize ve davranışlarımıza ışık tutma şansı tanıyor. Işığı açıp açmamak bize kalmış.