Gönderi

284 syf.
·
Not rated
Dünyadaki birçok aydın gibi, Dostoyevski’nin de yolu hapishaneyle kesişir. Hapishanede toplumun değişik kesimlerinden insanlar varsa da; Dostoyevski bunları iki ana öbekte değerlendirir. Kendisinin de içinde bulunduğu soylular ve diğerleri. Soylu olması, onun hapishanedeki yaşantısını oldukça çekilmez kılacaktır: “Soylu ne kadar adil, iyi kalpli, zeki olursa olsun, hepsi (öteki mahkumlar) tek bir vücut halinde yıllar boyu ondan nefret eder, küçümser, onu anlayamaz ve en önemlisi de asla inanmazlar. Ne dost ne de arkadaş olur; yıllar sonra hakaret görmekten kurtulsa bile, yine de aralarına giremez ve bu ayrılığı, yalnızlığı her zaman azapla hisseder. İnsanın ait olmadığı bir çevrede yaşamasından feci bir şey olamaz.” (S.316). Dostoyevski, hapishanedeki özellikle ilk bir yılında, kalabalıklar içinde yalnız bir insandır. Özgürlüğün anlamını; etinde, kemiğinde hisseder: “İnsan, özgürlüğü uğruna neyini vermez ki? Boğazına ip geçirilmiş hangi milyoner, bir soluk hava için milyonlarını feda etmez?”(S.98) Dostoyevski, hapishanede mahkumların çoğunluğunun kendisine karşı dışlayıcı tavırlar sergilemesine karşın, onlara karşı sevecen, insancıl duygular içindedir: “Kim olursa olsun, ne kadar aşağı mevkide bulunursa bulunsun, her insan içgüdüsel olarak, hatta bilinçsizce, bir onuru olduğunun unutulmamasını ister. Mahpusa gelince, mahpus toplum dışı olduğunu, amirlerine karşı mevki ve durumunu bilir. Ama ne vurulan damgalar, ne takılan prangalar ona bir insan olduğunu unutturamaz. Yani sırf bir insan olduğu için, ona da insanca davranılması gerekir. Tanrım! İnsanca davranış, senin kulun olmaktan çoktan çıkmış birini bile tekrar insanlaştırabilir.” (S.137) Hapishane koşulları acımasızdır; 1850’li yıllar Rusya’sında hapishanede uygulanan cezalar, vicdanları sızlatır: Ceza alan mahkumun sırtına uygulanan üç bin, kimi zaman dört bin sopa cezasından söz eder Dostoyevski. İşin daha da yürek yakan yanı; bu cezaların bu işe gönüllü mahkumlarca yapılması. Dostoyevski bu konuda şöyle diyor: “Kaplanlar kadar kana susamış insanlar vardır. Zulüm bir alışkanlıktır; insanda bu alışkanlığın kökleşmesi, sonunda hastalığa dönüşmesi mümkündür. Sarsılmaz inancıma göre, en iyi insan bile alışkanlıkla, sanki bir hayvanmış gibi kabalaşıp o derece aptallaşabilir. Kanla, kudretle mest olur; hoyratlığı, ahlaksızlığı, içindeki kötülüğü büsbütün geliştirir; aklı, duyguları kesinlikle doğal olmayan hareketleri yadırgamaz ve sonunda bundan zevk almaya başlar. Bir zalimde hem insanlık hem de vatandaşlık tamamıyla yok olmuştur; yeniden onurlu bir insan olması, pişmanlık duyup eski hayatına dönmesi hemen hemen imkansızdır artık. İşin asıl kötü yanı, böyle bir başına buyrukluk kolayca topluluğa sirayet edebilir; kudret son derece ayartıcı bir şeydir. Toplum da böyle bir etkiye kayıtsız kalırsa, bu alışkanlığın toplulukta kökleşmesi işten bile değildir. Kısacası, bir insana kendi benzerine fiziksel ceza verme hakkının tanınması topluluğun yaralarından biridir. Çağımızda hemen hemen her kişide bir işkenceci tohumu vardır. Ama bu hayvanca duyguların her insandaki gelişimi bir değildir. Bu duyguları, diğer tüm duygularını örtmüş olanlar, korkunç, iğrenç insanlardır.” (S.244-245) Dostoyevski, hapishanede hep yalnızdır: “Yüzlerce arkadaş arasında bulunduğum halde, kendimi ne kadar derin bir yalnızlık içinde hissettiğimi hatırlıyorum. Geçmişim üzerinde düşünürken kendimi amansız bir titizlikle suçluyor, hatta bu yüzden bazen bana bu yalnızlığı bağışlayan alınyazıma şükran duyuyordum. Çünkü bu olmasaydı, ne böyle kendimi yargılayabilir ne de geçmişimi bunca titizlikle inceleyebilirdim.” (S.351-352) Dostoyevski’nin cezasını tamamlayıp prangalarından kurtulduğu anki duyguları şöyledir: “Prangalarımızı istihkam atölyesinde mahpuslarımız çıkardılar. Arkadaşımınkinin çıkarılmasını bekledim, sonra örse yaklaştım. Demirciler yüzümü öte yana çevirip ayağımı arkadan kaldırarak örsün üstüne koydular. Zincirlerim düştü. Eğilip kaldırdım. Elime alıp son bir kez bakmak istiyordum. Daha biraz önce bunların ayaklarımda olduğuna şaşıyordum.” (S.369) Ve özgürlüğüne kavuşmasını şu vurucu cümle ile dile getirerek kitabı sonlandırır: “Hürriyet, yeni hayat, yeniden doğuş… Ah ne tatlı bir an bu!” (S.369) Bu kitap, aslında bir roman olmayıp anılar toplamıdır. Ama insan Dostoyevski çapında bir yazarın anılarından da çok şey öğrenebilir, öyle değil mi?
Ölüler Evinden Anılar
Ölüler Evinden AnılarFyodor Dostoyevski · Ak Kitabevi · 196114.6k okunma
·
1 plus 1
·
83 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.