Gönderi

_Tanrı, "Işık hızından daha hızlı gitmeyeceksiniz!" deseydi mesela. Halk da, bu buyruğun ne hakkında olduğunu bilmiyoruz ama tüm diğer buyruklar gibi ona da uyuyoruz mu diyecekti? Anlamadan körü körüne bir şeye bağlanmak bağnazlıktır. Gelecekte karşımıza Maxwell çıkar ve bizi manyetizma ve ışık hızı hakkında aydınlatır mı diyeceklerdi? Böyle bir şey, Tanrı mevcut olsaydı, mümkün olurdu ve Tanrı kendi mevcudiyetinin kanıtına ulaşmamızı isteseydi. Ya da biyoloji alanında: Sarmal iki ipliksinin hayatın sırrı olmasına ne dersiniz? Eski Yunan'ın, bu konu üstünde durduklarını, tıp sembolü olarak kullandıkları asayı göstererek söyleyebilirsiniz. Biliyorsunuz, Amerikan ordusunda tüm doktorlar yakalarında asa sembolünü kullanırlar. Hayatın varlığı ile değilse de en azından hayatın kurtarılmasına ilişkindir bu sembol. Fakat bunu öne sürerek, yani Yunanlılar uzun zaman dilimlerine dayanıp halen kullanılan bir sembolün sahibidirler diye doğru dinin Eski Yunan'ın dini olduğunu öne süren pek az kişi vardır. Tanrı On Emir'i Ay'ın yüzeyine işleyebilirdi. _Samanyolu Galaksisinin fazla göze batmayan, iddiasız bir bölgesinde bulunuyoruz. Samanyolu ötesindeki dış galaksilerin sayısı en azından milyarlarca olarak hesaplanıyor. Ve bu müthiş sayıdaki dünyalar, sayısız yaratıklar yaratıyor. _5, 6 ya da 7 milyar yıl sonra Güneş kızıl renk bir dev yıldız olacak ve Merkür gezegeninin, Venüs gezegeninin ve muhtemelen Yerküre'mizin yörüngesini istila edecektir. Böyle bir durumda Yerküre, Güneş'in içine dahil olacak ve bu özel günde karşılaştığımız sorunlar, o duruma kıyasla hiç hükmünde kalacaktır. İlahiyat açısından kayda değer sorular getirebilir aklımıza. _Diyelim ki yeni bir peygamber çıktı ve Tanrı'dan vahiyler geldiğini iddia etmektedir ve bu vahiyler daha önceki tüm dinlerin vahiylerine ters düşüyor. Bu durumda, sıradan bir insan, söz konusu vahyi kendisi şahsen ve doğrudan alma gibi bir talihe sahip olmamışsa bu insan nasıl karar verebilecek ki bu yeni vahyin geçerli olup olmadığı konusunda? Güvenilebilir tek yol Doğal Teoloji'dir. Şunu sorabilirsiniz: "Kanıtınız nedir?" İnsanların dediğine bakmamalıyız, kanıt nedir ona bakmalıyız. Hint dinindeki kanıtlardan biri: Dünyanın asılı durması sorunudur. Dünya'mız, düşmüyor. Bundan ötürü de Dünya'yı asılı tutan bir şey var ve o bir şey Tanrı'dır. Bizim durağan ve evrenin merkezinde bir dünyada bulunduğumuz fikriyle ilintilidir. Nitekim müthiş bir hızla düşmekteyiz. Dünyamız çok hızla yol almaktadır. Hinduların kutsal kitabı Veda'da olanları nasıl bilebilirdik şayet bunları Tanrı yazmamış olsaydı? Veda'nın insanlar tarafından yazılabileceği fikrini kabul etmek Udayana için zordu. _William James : Din, insanın, evreni, kendi eviymiş gibi sıcacık hissetmesidir. _Biz insanlar, "Yıldızları düşünen yıldız malzemesiyiz. Milyarlarca atomun bir araya gelmesiyle organize edilmiş olarak atomun evrimine kafa yoruyoruz. O uzun yolculuğun, en azından burada bilincin doğmasını sağlayan uzun yolculuğun izi peşindeyiz." _Bilim, kısmen, "bilgili tapma" türüdür. Aydınlanma peşindeki yolda bir tek aşama hiçbir zaman kutsal sayılmamalıydı: Sadece "araştırmaya devam etmek" kutsal süreçti. _Tanrı evreni yaratmıştır; o takdirde, şu soruyu sormak makuldür. "Peki, Tanrı'yı kim yarattı? Hemen hemen her çocuk sorar bu soruyu ve genellikle anne baba tarafından susturulur _Sizlere sunduğum türdeki evrene rasgele bir bakış bile, bildiğimiz dinlere tehditler oluşturur. _Thomas Paine: Batı ilahiyatının sunduğu Tanrı portresi çok küçüktür: Minicik bir dünyanın tanrısıdır; bir galaksi tanrısı değildir; hele evrenin tanrısı hiç değil. _Leibniz : "Neden hiçbir şey yerine bir şey vardır? Çünkü hiçbir şey, bir şey'e kıyasla daha basittir. Evrenin varlığı için bu, yeterli bir neden demek oluyor, başka hiçbir nedene ihtiyaç göstermeyen gerekli bir varlık; aksi takdirde yeterli bir nedene sahip olamazdık karşısında durulacak." _Leonardo Da Vinci : "Her kim ki tartışmalarda bir otoritenin fikrini öne sürer, o kişi aklını kullanmış olmaz fakat belleğini çalıştırmış olur." _Tanrının varlığına ilişkin görüşler: Kozmolojik görüş, tasarım görüşü, ahlaki görüş, ontolojik görüş, bilinç görüşü ve deneyime dayalı görüş. Söylemeliyim ki net sonuç fazla etkileyici değil. Gerçek olmasını istediğimiz bir şey için rasyonel haklılık arıyor gibiyiz. _Sokrates öncesi filozoflar bu dört önermeden hepsinin aynı zamanda gerçek olamayacağını ifade etmişlerdi. Önermelerden en az biri yanlış olmalıydı. Bu önermelerin neler olduğuna bir daha bakalım. Şeytan vardır, Tanrı iyilikseverdir, Tanrı her şeyi bilir, Tanrı kudretlidir. _Büyük fotoğrafı göremiyoruz, küçük bir kötülük havuzunu kocaman iyilik denizinin dalgaları basarak büyük fotoğrafı mümkün kılıyor. _Doğal Teoloji; akıl, deneyim ve deneyle sağlanmış teolojik bilgi anlamına gelmektedir. Vahiy ve mistik deneyim söz konusu değildir. Doğa kanunlarının varlığını inkâr etmek tamamen çılgınlıktır. Ve eğer konuştuğumuz bunlarsa Tanrı dediğimiz zaman, o takdirde hiç kimse ateist olamaz. Ateizm iddiası taşıyanlar, Doğa kanunlarının neden uygulanamaz olduklarını derli toplu biçimde açıklamak zorundadır. _Kutsal kitapların Tanrı'sı, neden doğa hakkında bizden daha az bilgili? Tevrat'ın Dünya'yı tepsi gibi düz, altı bin yıllık geçmişi olan bir yer olarak niteleyişine aldırmazlık edilemez. _Musevi- Hıristiyan-Islam geleneğinde Dünya'mızın yaşı için belirgin bir sayı veriliyor. Eski Ahit'teki olaylar dizisini izleyerek Dünya'mızın 10 bin yaşından daha yaşlı olmadığı sonucuna varabiliriz. 17. yüzyılda Armagh Başpiskoposu James Ussher cesur fakat temelden yanlış bir çaba harcayarak yılları tam olarak saydı. Tann'nın Dünya'yı yarattığı kesin tarihi buldu. MÖ 4004 yılının 25 Ekim Pazar günüydü. _Musevilik-Hıristiyanlık-İslam arasındaki temel farklılıklar devede kulak kabilindendir, azdır, aralarındaki benzerliklere kıyasla. Zihnimizde uyanan her yerde hazır ve nazır, her şeyi bilen, herkesten güçlü, müşfik, evrenin yaratıcısı bir varlıktır ki duayı karşılıksız bırakmaz ve insan ilişkilerine karışır. _Varsayın ki evrenin yaratıcısı olan bir varlığın mevcudiyeti kanıtlanmıştır. İnsanların varlığı karşısında duyarsız bir tanrının var olduğunu düşünün. Bu hemen hemen Aristo'nun tanrısının benzeridir. Alternatif çeşitlilikteki böylesi tanrılar akla pek getirilmiyor. O, tanrı olur muydu olmaz mıydı? _Eğer yaratan bir Tanrı varsa, hiçbir şey bilmeden ve anlamadan tapan kalın kafalı birini tercih eder mi? Yoksa, taraftarlarının gerçek evrene bütün giriftliğiyle hayranlık duyanını mı tercih eder? Bence bilim, hiç olmazsa kısmen, bilgiye dayalı tapmadır. Benim derin inancım şu ki geleneksel anlamde bir tanrı varsa o takdirde bizdeki merak ve zekâ bu tanrı tarafından bahşedilmiştir. Evreni ve kendimizi keşfetme tutkusunu bastırırsak bahşedilen bu armağanları takdir etmekten âciz du ruma düşeriz. Öte yandan, eğer geleneksel türde bir tanrı mevcu değilse, o takdirde, merakımız ve zekâmız son derece tehlikel olan bir dönemde hayatta kalmamızı sağlayan araç gereçler ola çaktır. Her iki durumda da öğrenme müteşebbisliği bilimle uyun içindedir; dinle de uyum içinde olmalıdır ve bu insan türünür gelişip iyileşmesi için şarttır. _Kendi dar sınırlarımız içinde düğün bayram etmenin bir erdem olduğunu önermek niyetinde değilim. Ne kadar şey bilmediğimizi anlamak önemlidir. Bilmediğimiz çok şey var, azımsanmayacak kadar; bir şeylerden bir miktar biliyoruz, ama azıcık Fakat bildiğimiz kadarı, bizi, öylesine şaşırtıcı ve hayranlık uyandırıcı bir evrenle karşı karşıya getiriyor ki, sadece dindar ecdadımızmkinden farklı bir evren dememiz yetiyor. Evreni anlamaya çalışmak tevazuya ihanet sayılır mı acaba? İnanıyorum ki evrenle karşı karşıya kaldığınızda tevazu, en doğru yoldur ama hayranlıkla temaşa ettiğimiz evrenin yapısını öğrenmekten bizi alıkoyan bir tevazu olmamalı. _Eğer Tanrı fikrini tartışacak ve akıl çerçevesi içinde kalacaksak, o takdirde Tanrı dediğimiz zaman tanrı'dan ne kastettiğimizi anlamaya çalışmak muhtemelen yararlı olur. Bunun kolay olmadığını görüyorsunuz. Romalılar Hıristiyanlara tanrısız diyorlardı. Niçin? Hıristiyanlar bir çeşit tanrıya sahiptiler ama gerçek bir tanrı değildi. Hıristiyanlar tanrı katma yüceltilmiş imparatorların tanrısallığına ve Olympos tanrılarına inanmıyorlardı. Hıristiyanlar değişik, tuhaf bir tanrı türüne sahipti. Bu durumda değişik türden bir tanrıya inananlar için insanları tanrısız saymak çok kolaydı. Ve bu genel anlamda ateist denilmesi günümüzde de süregelen bir davranış biçimidir, mademki benim gibi düşünmüyorsun sen tanrısızsın diye. _"Tanrı" başlığı altında ciddi bir şekilde yer verilen varsayımlar yelpazesi geniştir. Batıklara ait naif bir görüş uyarınca Tanrı, büyük beden diyebileceğimiz, açık renk tenli, uzun beyaz sakallı bir erkektir; gökyüzünde kocaman bir koltuğa oturmuş halde her bir serçenin düşüşünü bile sayar. Tanrı'yı tamamen değişik algılayan Spinoza ve Einstein tarafından öne sürülen şekliyle mukayese ediniz. Ve Tanrı'nın bu ikinci şeklini doğrudan doğruya ve açık bir şekilde Tanrı olarak nitelemişlerdir. Einstein, dünyayı, sürekli olarak Tanrı ne yapardı ya da ne yapmazdı değerlendirmeleriyle yorumlardı. Ne var ki Tanrı'dan kastettikleri evren Egemen Fizik Kanunları'nın toplamından başka bir şey değildi; yani genel çekim gücü, artı kuantum mekaniği, artı birleşik alan teorileri, artı birkaç başka şey daha Tanrı'ya eşitti. Ve tüm bunlarla kastettikleri, evrenin başkaca izahına imkân olmayan epey şeyi izah ediyor gözüken müthiş güçlü fizik kanunlarıdır. _Bir dine mensup olmak gibi bir deneyim yaşayan kişi, hemen hemen her zaman, dahil olduğu toplulukta inanç beslenen dine ya da dinlerden birine girer. Nasıl oluyor da fil başlı tanrıların ortaya çıkması Hintlilere özgü oluyor da Hint geleneğinin bulunmadığı yerlerde olmuyor? Nasıl oluyor da Meryem Ana Batı dünyasında ortaya çıkıyor da kuvvetli Hıristiyan geleneğinin olmadığı Doğu ülkelerinde pek gözükmüyor? Neden dinsel inançların ayrıntıları kültür bariyerlerini aşmıyor? Ayrıntıları tamamen yerel kültür tarafından belirleniyor olup dışarıda geçerli şeylerden etkilenmiyor? _Küçük çocuklar özel bir doktrine, müziğe, sanata ve törensel buluşmalara erken yaştan itibaren maruz bırakılırlarsa, işte o zaman nefes almak gibi doğal bir hal alır. Bundan ötürüdür ki dinlere gençleri çok küçük yaşlardan itibaren çekmek için böylesi büyük çaba harcamaktadırlar. _Evren muhakkak ki epey bir düzen içindedir ama bir o kadar da kaos vardır. Galaksilerin merkezlerinde patlamalar oluyor ve eğer oralarda barınılan dünyalar ve uygarlıklar mevcutsa galaksi çekirdeğinin ya da bir kuasarm patlamasıyla milyonlarcası yok olup gidiyordur. Bu bize, ne yaptığını pek de bilen bir tanrı gibi gelmiyor. Daha ziyade çıraklık geçiren bir öğrenci tanrı gibi. Belki de onları galaksilerin merkezlerinde yetiştiriyorlar ve daha sonra, biraz tecrübe sahibi olduklarında daha önemli görevlere atamalar yapıyorlar. _Bir de yalnızca Batılılara özgü "ontolojik görüş" adı verilen garip bir görüş var. 1109 yılında ölen Aziz Anselmo'ya ait olduğu söylenen ontolojik görüş kısaca şu: Tanrı kusursuzdur, mükemmeldir. Varoluş mükemmelliğin temel ifadesidir. Bundan ötürü de Tanrı vardır. Kavradınız mı? Pek de başarılı bir görüş değil. "Mükemmel" deyip de "mükemmel" ne demek diye sormamak olmaz. Hem sonra, varoluş, neden mükemmelliğin temel niteliği olsun? Lafügüzaf. Budizm hakkında şu söz var: onların tanrısı o denli büyük bir tanrıdır ki var olmak gereğini bile duymamaktadır. Ve bu söz ontolojik görüşe mükemmel bir karşıt görüş getirmektedir. _Sonra, bir de, bilinçlenmekten doğan sorun var. Sanıyorum, bundan ötürü, Tanrı var sayılıyor. Birçok fototropik mikroorganizma ışığa yönlenmeyi biliyorlar. Nerede ışık olduğuna dair bir çeşit içsel algılama yatkınlığı var ve hiç kimse onlara ışığa gitmenin iyi olduğunu öğretmedi. O bilgi onların kalıtım malzemelerinde mevcuttu. Peki, o bilgiyi oraya Tanrı mı koydu yoksa doğal ayıklama yoluyla mı gelişmiş olabilir? Birçok nörobiyoloğun genel görüşüne göre bilinçlilik durumu beyin yapısındaki nöron bağlantılarının sayısı ve bunların örgüsünün işlevi olarak belirir. İnsanda 10 üzeri 11 sayısı kadar nöron olursa ve 10 üzeri 11 sinapsis yaparsa bilinçlenmişlik denen durum söz konusudur. _Tanrı'nın İnsanlık Tarihi'ne, insanların işlerine karışmasının -hemen hemen her dinin oluyormuş gibi kabul ettiği üzere- ne gereği var? Tanrı'nın ya da tanrıların aşağı inip de insanlara, "Hayır, bunu yapma, şunu yap, bunu unutma, bu şekilde dua etme, başka hiç kimseye tapma, çocuklarınızı bu şekilde bozuyorsunuz!" demesinin ne gereği var? İnsanların yapmaları gerektiğine dair Tanrı'nm tembihte bulunduğu hususların neden bu kadar uzun bir listesi var? Tanrı bütün bunları başlangıçta düzene sokmalıydı. Evren'i kurmaya başlıyorsunuz, her şeyi istediğiniz gibi yapabilirsiniz. Başlangıçtaki eyleminizin ilerideki sonuçlarını görebilirsiniz. Tann'nın insanların işlerine müdahalesi bir ehliyetsizlikten söz ettiriyor. Bu, Tann'nın maharetlerinin sınırlı olduğunu akla getiriyor. _Ortaçağ ilahiyatçılarının söyledikleri gibi, "Tanrı, şeytanı, kendi amaçları için kullanmaktadır. Bundan açıkça kastedilen şey, acı olaylara başka isim takmakla onları hafifletebileceğinizdir. Şayet Tanrı kadir-i mutlaksa acı çekilmemesini neden ayarlayamaz? Diğer alternatifler Tanrı'nın iyiliksever ya da şefkatli olmadığıdır ya da milyarlarca dünyalar mevcut ve milyarlarca sayıda galaksi de var ve Tanrı meşguldür. Diğer olasılık Tanrı'nın kadir-i mutlak olmadığıdır, yani her yerde muktedir olmadığıdır. ___ _Doğa’ya Hayranlık – Tanrı’nın Konutuna Bir Keşif Yolculuğu_ _Kalbi gerçekten temiz insan, tanrısız kalmanın uçurumu ve körü körüne inanç bataklığı arasındaki zorlu yolda, atacağı adımın muhasebesini yapmalıdır. Plutarkhos. _Ne demektir tanrısızlık? Öte yandan, körü körüne inancın tam olarak anlamı nedir? Batıl itikat, kanıtsız inanmaktan ibarettir. Ve batıl itikat dediğimiz körü körüne inancı açıklamanın karmaşık olmadığını söylemek isterim. _Din, Latince "religion" sözcüğünden geliyor olup “ayrı parçalar halinde olan şeyleri bir arada bağlı tutmak” anlamını taşıyor. _Dinsel anlamda hayranlığın uyandırdığı huşu konusunu ele almanın en iyi yolu, karanlık bir gecede başınızı kaldırıp gökyüzüne bakmaktır. Sanırım, her kültürde her insan, gökyüzüne baktığında bir hayranlık ve huşu içine girmiştir. Bu durum tüm dünyada gerek bilimde gerek dinde yankılanmıştır. _Thomas Carlyle, "Tapmanın temelinde hayranlık yatar," diyor. Einstein, "Kozmik alanın sebep olduğu dinsel duyguların bilimsel araştırma için en güçlü ve en soylu motivasyonu oluşturduğu kanısındayım," diyor. Böylece eğer hem Carlyle ve hem Einstein, bir şey üzerinde anlaşıyorlarsa bunun doğru olduğu bile söylenebilir, mütevazı bir ihtimal çerçevesinde. _En uzak galaksilerden, Hubble'ın merceğine ulaşan ışık yaklaşık 13 milyar yıllık bir yolculuk sonucu ulaşan ışıktır. _Bilim, gökyüzü gecesinin küçücük bir bölümünün perdesini aralıyor ve orada 10 bin galaksinin saklandığını görüyor. Orada evrenin nice öyküleri, nice var oluş yolu yatıyor. Hepsi de bizim için boş, küçücük bir gökyüzü parçacığının içinde bulunuyor. _Şunu vurgulamalıyım ki, evrenin büyük bir bölümünde değil küçük bir bölümünde bir şey vardır. Bir şey bulunması istisna olup büyük bölümü hiçbir şeysizdir. O karanlık olağandır: ışık nadirdir. Karanlıkla aydınlık arasında tereddütsüz ışıktan yanayım (özellikle resimli bir kitap söz konusu olunca). Fakat unutmamalıyız ki evren hemen hemen tamamen ve delinemez bir karanlıktır. _Evreni ölçmede kullanılan astronomik birimin, Yerküre'mizin Güneş'e olan mesafesini ölçmekle bir ilişiği varmış sanılması evrene hastalıklı bir gözle bakmaya neden olan yer merkezli ya da insan merkezli (antropo-sentrik) küstahça düşüncenin ürünüdür. _Birçok efsanede tanrıların en çok heyecan duydukları şey insanların ölümsüzlüğün bazı sırlarını keşfedecekleri ya da hatta Babil Kulesi efsanesinde olduğu gibi, örneğin, gökyüzüne tırmanış teşebbüsünde bulunacakların bile olacağı. Batı dininde açık seçik olarak emredilen, insanların küçük ve ölümlü yaratıklar olarak kalacaklardır. Neden? Bu birazcık şuna benziyor: Zenginin fakir kişiye fakirliği kabul ettirip sonra da bundan ötürü sevilmeyi beklemesi gibi. _Thomas Paine: "Neden ötürü, milyonlarca dünyayı eşit olarak koruması altına alan, diğerlerini bırakıp da bizim dünyamıza, bir erkekle bir kadın bir elma yediler diye bu dünyaya geliyor, oturmaya ve ölmeye? Öte yandan, sınırsız yaratılıştaki dünyaların her birinin bir Havva'sı, bir elması, bir yılanı ve bir kurtarıcısı olduğunu varsaysak mıyız?" "Yer-merkezli bir tanrıbilim sahibiyiz ve uzayın minicik bir bölgesini içeriyor," diyor. ___ _Tanrı Varsayımı_ _Leonardo Da Vinci, Apennin Dağları'nın tepelerine doğru yaptığı bir gezide normalde deniz tabanında yaşayan bir kabuklunun fosilleşmiş haline dağ tepesinde rastlıyor. Bu nasıl olmuş olabilir? Yerleşmiş teolojik bilgi Nuh Tufam'nın dağ tepelerini suya boğduğu ve sularla birlikte midye ve istiridyeleri getirdiğidir. Leonardo, Tevrat'ta sellerin yalnızca 40 gün devam ettiğinin söylendiğini hatırlayarak bu sürenin kabuklu deniz ürünlerinin seller tarafından taşınmaya yetip yetmeyeceğini düşündü. Cesur diyebileceğimiz bir muhakeme tarzıyla alternatif bir fikir geliştirdi. Jeolojik zamanların müthiş geniş olan yelpazesinde dağlar denizlerden çıkıp yükselmişlerdi. Ve bu fikir teolojik açıdan epey zorluklar çıkarıyordu. Ne var ki fikir doğru fikirdi ve bunun doğruluğunun bizim zamanımızda da kabul edilmiştir. _"Hangi tür tanrıdan söz ediyorsun ve bu tanrının var olduğuna dair kanıtın nedir?" Eğer doğal teolojinin sınırları içindeysek, "O tür tanrıya inanıyorum çünkü küçükken bana bu söylenmişti," demek yetmez çünkü başka insanlara tamamen değişik dinlere dair değişik şeyler söylenmiş olup bunlar benim annemle babam tarafından söylenenlere ters düşüyor. Bu nedenle hepsi de haklı olamaz. Nitekim hepsi de yanlış şeyler söylüyorlar. _Şurası muhakkak ki birçok farklı din, kendi aralarında karşılıklı olarak birbirleriyle tutarsızlık gösterirler. Hepsi de birbirinin tıpatıp ikizi değil demek istemiyorum, dediğim birbirleriyle epey çeliştikleridir. _İnsanların inandıkları şeylerin geniş yelpazesi. Farklı dinler farklı şeylere inanıyorlar. Dinsel alternatif heybesini dolduran doldurana. Açıkça söylemek gerekirse dinden çok, alternatif kombinasyonlar var ve unutmayalım ki gezegenimizde bugün birkaç binden fazla din var. _Batı'daki kozmolojik fikir, temelde nedensellikle ilişkili. Her tarafta, etrafımızda, her yerde bir şeyler var; bu şeylerin var olmasına bir başka şey neden olmuştur. Ve böylece, bir süre sonra eski zamanlarda ve nedenlerde buluyorsunuz kendinizi. Sonsuza dek, süresiz bir geriye doğru neden arayışı. Aristo'nun ve Aquino'lu Tommaso'nun söyledikleri gibi ve bundan ötürü de nedensiz bir ilk nedene ulaşmak zorundasınız. Kendisi varlık nedeninden yoksun olduğu halde her şeyin ayakta durmasını başlatıyor; başka bir deyişle, o başından beri var olmuştu, vardı. Ve de bu Tanrı olarak tanımlanıyor. _Çağdaş astrofizik biliminde iki iddia var öne sürülen. Birincisi, zihnimin hiç şüphe duymaması gibi hemen hemen tüm astrofizikçilerin de şüphe etmediği evrenin genişlemesinin, galaksilerin karşılıklı çekilmesinin ve geri planda kara cisimden kaynaklanan üç derecelik radyasyon diye nitelenen olgunun 13-15 milyar yıl önce evrendeki tüm maddenin müthiş küçük bir hacme sıkıştığına işaret etmesidir; ve o sıralarda adına patlama diyebileceğimiz bir şeyin olduğuna, ardından evrenin genişlemesi ve maddenin yoğunlaşmasının galaksileri, yıldızları, gezegenleri, canlıları ve evrende etrafımızda gördüğümüz ayrıntılı her şeyi yarattığına işaret ediyor. Peki, o andan önce ne olmuştur? İki görüş var. Biri, "O soruyu sormayın!" şıkkını sunuyor ki, bu onu Tanrı yarattı demeye çok yakın. Diğeri de sonsuz sayıda genişleme ve büzüşmenin yer aldığı salınındı bir evrende yaşadığımızdır. Son genişlemeden bu yana 15 milyar yıl geçmiş olduğu anlaşılıyor. Ve 80 milyar yıl sonra genişleme duracak; ardından büzüşme olacak ve tüm madde çok küçük bir hacme inmek üzere hep bir arada uçuşacak ve sonra yeniden genişlerken genişleme sürecinin sınır uçları arasından hiçbir bilgi damlası sızmayacak. _Evrende genişlemenin sürgit devam etmesini önlemeye yetecek kadar madde var mı ki öz-çekim gücü genişlemeyi durdurabilsin ve bunu bir büzüşme izlesin? Yoksa evrende genişlemeyi durdurmaya yetecek kadar madde yok da her şey hep genişlemeyi sürdürecek mi? Bu deneysel bir sorundur. Önümüzdeki yaz uzaya gönderilmesi planlanan Hubble Uzay Teleskopu'nun bu soruya cevap sağlaması mümkündür. Garantisi yok, ama mümkündür. (Yeryüzüne yerleştirilmiş teleskoplar, cevabı 1998'de verdiler.) _Hangisi daha yaşlı, Tanrı mı, Evren mi sorusuna üçe üç olmak üzere, bir fikir kalıbı mevcut: Tanrı her zaman var olmuş olabilir fakat gelecek tüm zamanlarda var olmayacaktır. Yeni Tanrı'nın varlığının başlangıcı olmayabilir fakat bir sonu olabilir. Tanrı'nın varlığının bir başlangıcı olabilir ve sonlanmayabilir. Tanrı'nın varlığının başlangıcı da sonu da olmayabilir. Evren için de aynı şey söz konusudur. Evren sonsuz süre sahipliğinde yaşlıdır, fakat sonlanacaktır. Evren belirli bir süre önce var olmuş olabilir fakat sonsuza dek varlığını sürdürecektir ya da hep vardı ve sonu gelmeyecektir. Bunlar mantıksal olasılıklardır. _Termodinamiğin İkinci Yasası evrenin, tüm evrenin, varlığından bir kayba uğradığını söyler; yani evrende mevcut düzendeki net miktarda bir azalma olmalıdır der. Zaman ilerledikçe kaos artmalıdır diyor tüm evrende. Evrenin belirli bir mıntıkasında, örneğin Yerküre'de, düzenlilik artamaz deniyor; iyi ama düzenlilik açıkça artmış bulunuyor. Canlı varlıklar çok daha girift bir düzen kazanmış olup 4 milyar yıl önce hayatı şekillendirmeye başlayan ham malzemeden çok daha düzen içinde bir bünye sahibidirler. Fakat Yerküre'mizdeki bu düzen artışı Güneş'te düzenin azalması pahasına olmuştur. Tanrı, Termodinamiğin İkinci Yasası'na tabi ise o takdirde Tanrı sınırlı bir varlık süresi sahibidir. Tekrarlamalıyız ki teoloji Termodinamik'le karşı karşıya gelince Fizik kanunlarının asimetrik uygulanışı ortaya çıkmaktadır. _Tanrı konusunda akılcılığa başvuran Batı'nın standart ikinci görüşü tasarım görüşüdür; bazı şeyler insanlar tarafından yapılmıştır ve şimdi ortada daha karmaşık yapılı bir şey var ki bu bizler tarafından yapılmamıştır; bu durumda belki bizden daha zeki bir varlık tarafından yapılmıştır. Belki. Ama bu görüş bağlayıcı bir görüş değil. Daha önce yanlış anlamaların, hayal gücü kusurlarının ve özellikle de yeni ortaya çıkan ilkeleri kavrama güçlüğünün bizi tasarıma dayalı görüş konusunda ne kadar yanıltabileceğini vurgulamaya çalışmıştım. Tasarıma dayalı görüşe indirilen biyolojik darbedeki Darwin'in olağanüstü derin açılımı, açık bir ikazdır. _Tanrı'nın var olduğuna dair genellikle Kant'a ait olduğu söylenen bir ahlaki görüş var. Kant başka görüşlerin kusurlarını bulmayı çok iyi başaran bir düşünce adamıdır. Kant'ın bu konudaki görüşü çok yalın. Bizim ahlaki varlıklar oluşumuzdan ötürü Tanrı'nm varlığına hükmediyor. Şöyle ki ahlaki varlıklar olmasak Tanrı'nın varlığını nasıl anlayabiliriz? Birçok hayvan türü, davranış kurallarına sahiptir. Bunların her nasılsa etik bir davranış olduğu düşüncesine kapılmıyoruz. Doğal ayıklama yaptırabiliyor bunu bize ve hemen hemen muhakkak olarak da yaptırdı. İnsanlar hayatta kalabilmek için neyin iyi ya da kötü olduğunu fark edebiliyoruz ve ayakta kalabilmenin önlemlerini alıyoruz. Kabiliyetimizin ötesinde bir durum değil bu. İnsan topluluklarında görünen sınırlı fakat kararlı ahlaki ve etik davranış derecesini açıklamak için Tanrı'nın varlığına ihtiyaç duyulmasını ben anlamıyorum. _Bazı özel moleküller dinsel deneyimlere yol açıyorlar. Dinsel deneyime geçmek için o molekülleri içen ya da yiyen birçok kültür var. Amerikan yerlilerinden bazılarının peyote adlı narkotik kaktüsü ayini tam budur işte. Batılı dinlerin birçoğunda kutsal ayin için şarap kullanılması gibi. _Şurası muhakkak ki Batı'nın teolojik görüşünün merkezinde şeytan sorununun doğurduğu temel bir çelişki vardır. Ve bu soruna ayrılmış, kısa zaman önce gerçekleştirilen bir teoloji konferansında bana anlatılanlardan gördüm ki konferans için toplanmış ilahiyat uzmanları için bu çelişki gerçek bir baş ağrısı olmuştur. _Doğal teolojik görüşler,Tann'nın mevcudiyeti konusunda iddia edilen görüşler fazla ikna edici değildir. _Duyguların peşinde koşuşturuyorlar onlardan geri kalmamak için. _Kadir-i mutlak değil de makul derecede maharetli bir Tanrı, kendi varlığına dair kesinkes kanıt sağlayabilirdi. _Museviler Babil sürgünündeyken zamanın başlıca astronomlarından Babil kozmolojisini benimsediler ve Eski Babil bilimi Tekvin kitabını hemen katafalk gibi muhafaza eden bir kozmoloji yarattı. _"Hareket halindeki bir cisim hareketini sürdürmek eğilimindedir. Sanmayın ki cisimler hareketlerini sürdürmek için itilmek zorundadırlar. Tamamen tersidir durum, gerçekten. Böylece, daha sonra anlayacaksın ki sürtünme olmasa hareket halindeki cisim tam anlamıyla gider de gider." _Tanrıların mevcut olduğunu ya da olmadığını bilmemin çaresini bulamıyorum ya da onlara bakacak olsam nasıl bir şeyle karşılaşırım bilemiyorum. Birçok şey benim bilmemi engelliyor. Bu birçok şey arasında onların hiç görünür olmamaları da var. Protagoras (mö 5. yy) ___ _Dünya Dışı Zeka Arayışı_ … ___ _Önsöz_ Carl Sağan _Doğal Teoloji, dünya hakkındaki vahiy destekli olmayan her şeydir. Her iki konuyu da derinlemesine ve genişlemesine anlamadaki kişisel sınırlarımın bilincinde olduğumdan, anlayış talep ediyorum. Bu sayede benim en göze batan yanlışlarımın yüzüme vurulmaması imkânı doğmaktadır. Konuyla ilgili kendi düşüncemin ve anlayışımın çizgisini, başkalarını belki daha ileri gitmeye teşvik eder umuduyla, sunmak istedim; ve benim yanlışlarımdan -çok hata yapmamış olmayı isterdim ama yapmamak kaçınılmazdı- yeni derin görüşlerin doğmasını istedim. Konu üzerine yazılmış olanlar epey büyük bir miktar tutar, 10 milyon sayfadan fazladır muhakkak. Buna rağmen hiç kimse bunca sayfanın küçük bir kısmını bile okuduğunu iddia edemez. _Önsöz_ Ann Druyan _Cari Sağan bir bilimadamıydı, fakat öyle niteliklere sahipti ki ona sanki Tevrat sayfaları arasından çıkıp da gelmiş gözüyle bakıyorum. Karşısına bir duvar dikildiğinde -laf kalabalığı duvarı diyelim, ruhumuzun etrafında yükseltilen ve bilimin gizlerine gönül vermemize engel olan duvar- çağdaş bir Yeşu Peygamber gibi bu duvarları yıkmak için sahip olduğu gücün bir kısmını değil tamamını kullanırdı. Kadim peygamberlerden biri gibi bizleri, kendimizden geçmiş durumda sürdüğümüz hayattan vazgeçmemiz, ait olduğumuz barınağımızı korumak için harekete geçmemizi sağlamak amacıyla uyuşukluğumuzdan silkinmemiz için dürtmek istiyordu. Ta Neptün'den çekilmiş fotoğrafımıza bakıp onun üzerinde düşünmemizi ve Dünya'yı, evrenin enginliğinde yüzen "açık mavi renkte bir minik nokta" olarak algılamamızı istiyordu. _"Anlamadan sevmek nedir?" diye ilk kez sormak için. Ve insan olarak, sormak ve öğrenmek yeteneğimizden daha büyük bir kudret var mıdır sahip olabileceğimiz? _Bizlerin yanlış projeler kurma, yanlış anlama, kendimizi ve başkalarını aldatma yönündeki kronik eğilimlerimize rağmen, Bilim'in yanlışları düzeltme mekanizmasının bizi dürüstlüğe çeken metodolojisinin, ruhsal disiplinin de yüce bir noktası olduğunu düşünüyordu: Şayet kutsal bilgi peşindeysen ve sadece korkularını uzaklaştırmak için geçici, günü kurtaracak bilgiler peşinde değilsen, o takdirde kendini iyi bir "kuşkucu insan" kılmak için antrenmanlı olacaksın. _Carl "inanma" taraftarı hiç değildi. O hep "bilmek" istiyordu. _Yaklaşık 500 yıl öncesine kadar bilim ve din arasında ayırıcı bir duvar yoktu. Ne zaman ki bir grup dindar insan "Tanrı'nın zihnini okumak" istediler, bilimin, bunu yapmaya, bunun için gerekli şeyi yapmaya en muktedir araç olduğunu anladılar. Bu insanlar -Galileo, Kepler, Newton ve çok sonraları Darwin- bilimsel metodu kurmaya ve içselleştirmeye başladılar. Bilim yıldızlara doğru hareket etti ve Bilim'in vahiylerini inkâr etme yolunu seçen kurumsallaşmış din, kendini çevreleyen koruyucu bir duvar örmekten daha fazlasını yapamadı. _Bilim bizi evrenin giriş kapısına taşıdı. Buna karşılık yakınımızdaki çevreyi kavrayışımız küçük bir çocuğun görüşü gibi, değerler arasındaki kıyaslamalardan habersizce devam ediyor. Ruhsal olarak ve kültürel olarak felçli gibiyiz - Doğa'nın yapısında "merkezi" yeri bizim oluşturmadığımızı fark edememiş olmamız ve Evren'in enginliğinde gerçek yerimizi kestirmeyi beceremeyişimizden ötürü. _Bilim'i inşa etme uğraşımız, zihin sağlığımızın umut verici bir işaretidir. Yalnızca bu zihinsel açılımları kabul etmek yetmez - eğer Doğa'da, kökü olmaması bir yana, birçok açıdan doğal olanı aşağılayıcı bir ruhani ideolojiye tutunmuş ve asılı kalmış durumdaysak. _Doğanın sırlarının bilimin önermeleri doğrultusunda çözümlenmesi gerektiğini içimize sindirmek olduğuna inanıyordu Carl. _"Evren perspektifinde her birimiz çok değerliyizdir," der Kozmos adlı kitabında. "Eğer bir insan sizinle aynı fikirde değilse, size ters düşüyorsa, bırakın o da yaşasın. Yüz milyar galaksiyi gezip de tek bir insan bile bulamayabiliriz." _Carl, ne olur ne olmaz hata çıkar ya da düzenlemede tatsız bir bozukluk olabilir diye, her metni yirmi ya da yirmi beş defa okuduktan sonra basımevine gönderirdi. _Bende ondan kalan şu izlenim oldu: İlkeli, kristal berraklığındaki anlatımı ve görüşlerini paylaşmayanlara karşı gösterdiği saygı ve beslediği "Ya onu kırarsam?" endişesi. _Kültürel dayatmanın tersine, bilimin bize ikram etmek istediği tek ödülün, kendimizi aldatmama ödülü olduğunu vurgulamaktır. _Carl'ın Leibniz'e ve bizlere kırmızı mürekkeple ve elyazısıyla sunduğu üç kelimelik şu mesaj vardı: “Öyleyse durmak yok.” _Carl Sağan’ın konferanslarından derlenen kitap. ___ _Mihenk taşı: Bir şeyin kalitesini belirlemek için kullanılan kıstas _Riziko – Risk: Bir zarara uğrama olasılığı, tehlike _Tecessüs: Bilme merakı. Kendini ilgilendirmeyen şeyleri, belli etmeden öğrenmeye çalışma _Lafügüzaf: Boş laf _Hasbelkader: Rastlantı sonucu, kişinin kendi çabası olmadan _Her şeyi bilen âlim-i mutlak _Kalbi temiz insan
··
920 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.