Gönderi

ÖLÜMÜ BEKLERKEN Sanırım yaşlandığımdan olsa gerek, eskisi kadar ilgimi çekmiyor çamurunda oynadığım topraklar. Dibine uzanıp da yapraklarının arasında hayallere daldığım elma ağacıyla, aramıza bir soğukluk girmiş. Nedendir bilmem en derine saklanmış anılar, kapının asma kilidini açmaya başlamamla gün yüzüne çıkmaya başladı. Sanki belleğimin kilitli sandığını açarcasına... İşte bak tam şurada 5 bilemedin 6 yaşlarımda amcam yukarı doğru fırlatıp yakalamıştı beni. Ufak çaplı yaşadığım bu ilk atraksiyonun heyecanı hâlâ aklımda. Gıcırdayan kapı sesi, hafif loş ışık, geceleri geç saatlere kadar korku hikâyeleri anlatılıp ürpererek başına geldiğim merdiven sanki her adımımı attığımda anlatılan korku hikayelerinden bir çığlık yükselircesine gıcırdıyordu. Sadece bu eve çökmemişti sessizlik, tüm köyde ürpertici bir yalnızlık vardı. Eskiden gündüzleri çok şirin görünüp, geceleri korkutucu olmasına şaşırırdım buraların. Belki de sonsuz sessizlik insanları kaçırttı. Kim bilir… Görünürde herkes İstanbul’da iş bulacak, çalışacak ve geri dönüp ailesine yardımcı olacaktı. Gidenler geldi ama kalmayı düşünmediler hiç. Her gelen yanına bir akrabasını daha alıp gitti. Yavaş yavaş köylere yazdan yaza gelinmeye başlandı. Bir süre sonra da sadece cenazelerde evlerin kapısı açıldı. Mezarlığından kimsenin gelip geçmediği bu yerlere, yakınlarını unutmak için gömüyorlardı. Bir gün kendilerinin de gömüleceğini düşünmeden. Hayatımı bir film gibi gördüm hep ve ben bu filmde diğer yönetmenlerin yapmış olduğu klişeye düşmek istemiyorum. Mis gibi emekliliğimin tadını çıkarırken, bir gece başımı yastığa koyduğumda ölüm şimdi, şuan gelse diye aklıma bir soru takıldı. Ne yapacaktım? Ödenmemiş faturalar, verilmemiş kiralar, bölüştürülmemiş miraslar, henüz alınmamış mezar yeri… Ömrü hayatım boyunca dini konularda dört dörtlük biri olamadım. Cumadan cumaya camiye gittim, arada sırada yol üzerinde gördüğüm dilenciye bozukluk attım, ama ramazanda orucumu da tam tuttum. Tabi son zamanlardaki rahatsızlıklarımdan dolayı tutamadığımı saymazsak. Hacca gitmeyi ise hala şu yaşıma rağmen daha erken diye düşünürdüm. Her neyse anlatmak istediğim dini yönden eksiklikleri olan bir adamın ecelinin yaklaşmasıyla kapıldığı korku falan değil. Beni sıkan şey, bak “şey” diye nitelendirdim işte sebebini bende bilmiyorum. Dedim ya bir gece ölüm şuan gelse ne yapacaktım diye aklıma bir soru takıldı ve bende küçüklüğümden beri tanıdığım herkesin birer birer sessizce kaybolduğunu fark ettim. Hepsi yukarda da söylediğim gibi zamanında terk ettikleri topraklara gömüldüler. Sonumun böyle olmasını istemedim ve bir gün sadece küçük bir çanta alıp çıktım geldim. Geldim ve beni ben yapan bu yerlerde anılarıma kısa bir yolculuk etmek istedim. Evlerin birçoğunu sarmaşıklar ve yabani otlar kaplamış. Zamanında terk ettiğimiz evlerimize almak istemiyorlar gibiydiler. Eskiden köye birisi geldiği zaman illa birileri çıkar karşılardı insanı. Kimse gelmese bile Deli Necmi gelirdi. Deli dediğime de aldanmayın, birçok kişiye göre uyanık birisi olduğunu düşünürdüm. Mesela hiç beklemediğiniz bir anda ailecek yemeğe oturduğunuzda çıkıp gelirdi. Çocukken bu beni sinir eden bir durumdu ve özel güçleri olduğu yönünde teorilerde geliştirmedim değil. Bir zamanlar kentten köye geldiğimizde dibimizde biten o deli de yok artık buralarda. Önce odaları dolaştım. Duvarlarda örümcek ağları, havada toz, yerde hayvan pislikleri, tahtaları çürümüş sedir... Eskiden duvar bitinden korunmak için böcek ilaçları sipariş ederdik ilçeye inenlerden. Bir an evin yeni sahipleri arasında kendimi haşarat gibi hissettim. Odadan çıktım ve diğer odaya girdim. Girer girmez duvarda dedemin tüfeği dikkatimi çekti. Eski el işi kırma tüfek. Zamanında az domuz avına çıkılmadı bununla. Gerçi domuz diye çıkıp ayıya ya da kurda da rast geldiğimiz çok oldu tabi. Ben, amca oğlu ve köyün muhtarı zifiri karanlık bir gecede ava çıkmıştık. Uzunca ve sessizce bir yürüyüşten sonra armut ağacının dibine oturup domuz sürüsünün geçmesini bekledik. Beklerken amca oğlum Tahsin ağaçtan bir armut kopardı ve çok ses çıkarmamaya çalışarak bir ısırık aldı. Derken az ötedeki çalıların arasından bir çıtırtı duyduk. Biz domuz sürüsü için tüfeklerimizin horozunu çekerken, çalıların arasından homurdanarak bir ayı çıkmıştı. Hiçbirimiz korkudan ateş edemedik. Hatta amca oğlu koca bir armudu yutmaya kalkışmıştı. O gece korku ve heyecan karışımı bir hisle eve geldik. Geldiğimizde evdekiler bizden avın nasıl geçtiği ile ilgili hikayeler beklerdi. Bizde bire bin katarak anlatırdık. O gece orada kuzu kesilen biz aslanlar koca bir ayıyı yaralamıştık. Gençlik işte… O odadan da çıktım ve çardağın ucundaki pencereden ormanlık alana doğru baktım. Ciğerlerime doğru tertemiz bir nefes aldım. Yıllardır şehrin tozuna, pisliğine alışan ciğerlerime temiz hava girdiğinden, aldığım nefesi verirken bir öksürük tuttu. Öksürüğümün dinmesi ile ormanın hemen dibindeki okulumuz dikkatimi çekti. İlkokul 5’e kadar burada okumuştum. Okumak ne kadar doğru bir tabir bilmiyorum. Çünkü ben anneme babama mektup yazmayı 7.sınıfta öğrenmiştim. Öyle hemen yadırgamayın zekamda bir sorun yok. Her gelen öğretmen görev süresini doldurmayı beklediğinden, hatta köylüyle okulun lojmanında pişpirik attığından bize okuma yazma öğretmeye fırsat bulamadılar. Öyle ya memleket için uğraşıyordu onlar. Neyse toplumsal mesaj vermeyi bırakayım şimdi. Kimse emekli birinden memleket meseleleri üzerine konuşmak istemez. Bende gençlik yıllarımda sıkılırdım oradan biliyorum. Arada sırada gittiğimiz okulu babam ve köyden Ali dayı yapmıştı. Evet, doğruyu söylüyorum. Uzun uğraşlar sonucu Milli Eğitim Müdürlüğünden gerekli çimento kum ve diğer malzemeler temin edilmişti. Fakat okulun yapılacağı arazi tepede bir yerde olduğundan, kamyonun oraya çıkması mümkün değildi. Babam ve Ali dayıda el arabası ile yukarı çıkardılar tüm malzemeleri. Yukarı çıkardılar çıkarmasına da bu seferde okulu dikecek usta bulunmuyordu. Onu da ikisi yaptı. Okula köyümüzün ismi verildi ilk önce ama daha sonra köyden bir şehidimizin çıkması ile değiştirildi. Yıllar önce okula girdiğimde, bilmem kaç yılının kitapları yerlerde, tahtada kuş pislikleri, camları kırık bir haldeydi. İyi ki babam öyle görmeden vefat etmiş. Evden çıktım ve köylünün “Yukarı Köy” diye adlandırdığı ve mezarlığımızın bulunduğu tarafa doğru yürüdüm. Mezarlığa geldiğimde birçok akrabamın da burada olduğunu gördüm. Ne çok soy ismimi taşıyan vardı. Hiç unutmuyorum yıllar önce dedem vefat ettiğinde, cenazeden birkaç gün sonra mezarını ziyarete gelmiştik. Küçük kuzenim Yasin suresini okuyordu, bizde büyük bir huşu içerisinde dinliyorduk. Sure bitti, Fatihalar okundu, mezara su döküldü. Amcam şöyle bir başını kaldırıp mezarlığı süzdü. Sonra dönüp bana: “ Bak yeğenim şu sırada yatanlar babamın dedesi, babaannesi ve kardeşleri. Şu alt sırada yatanlar bizim dedelerimiz ve diğer akrabalarımız. Bak bugün benim babam gömüldü aha şuracığa. Yarında biz. Unutma sende bir gün geleceksin buraya. Ona göre hayatını yaşa ve bir gün buraya geleceğini de hiç unutma” demişti. Şimdi düşünüyorum da sanırım sıra bendeydi artık. Amcamın “Hiç unutma.” demesini belki bugüne kadar unutmuştum ama bugün ölmeden önce hatırladım. Mezarlıktakilerin ruhuna Fatiha okudum ve az ötede çok az akan çeşmeden bir kaba su doldurup birkaç yakınımın kabrine su döktüm. Geldiğim yoldan geri dönerken komşu köyden birilerini bulup yeni bir mezar yeri kazdırmalıyım diye düşüncelere dalmıştım. Nasılsa artık ölmem gerektiğini hatırlıyorum…
·
124 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.